Şu sazıma bir düzen ver

Âşık; “Şu sazıma bir düzen ver/ teller de muradın alsın…” diye bir türkü söylemiş.

Ben bu türkünün sadece iki mısraını aldım, çünkü derdim sadece saz ve tel. Öyle bir devirdeyiz ki; kimin hangi telden çaldığı belli değil. Haliyle de kafalar çok karışık. Toplumlar kafası karışık olanları pek kaale almaz. Sazın her telinin çıkaracağı bir ses var ve bütün tellerin çıkardığı sesler uyumlu hale getirilirse meram anlatılabilir. O zaman, ortaya gönüllerde coşan nağmeler çıkar ve dinleyenleri mest eder.

Nasıl bir san’atçı sazını akord ediyor, ta teller ayarlanıp notalar dillendirilsin; onun gibi, cemaat sazının da istidad ve kabiliyetlere bağlı ihtisas tellerinin ayarı gerekir. Ya da, bir orkestranın enstrümanları aynı anda uyumsuz çalınsa ortaya rahatsız edici bir gürültü çıkar. Ama maharetli bir şefin yönetiminde olursa müzik denilen şahane eserler çıkar. Bütün mesele mahir bir şef ve ayarı iyi yapılmış sazlar. O zaman türküyü biz söyleriz, deriz ki; “Her söylediğin hak olsun/ diller de muradın alsın.”

Üstadımız Kastamonu Lâhikası’nda; “Bu zaman cemaat zamanıdır. Ehemmiyet ve kıymet, şahs-ı maneviye göre olur. Maddî ve ferdî ve fânî şahsın mahiyeti nazara alınmamalı. Hususan benim gibi bir bîçarenin kıymetinden bin derece ziyade ehemmiyet vermekle, bir batmanı kaldırmayan zaîf omuzuna, binler batman ağırlığı yüklense altında ezilir…” ve yine Sikke-i Tasdiki Gaybî’de; “Bu zaman, şahs-ı manevî zamanı olduğu için, böyle büyük ve bâki hakikatler, fâni ve âciz ve sukut edebilir şahsiyetlere bina edilmez!“ diye ifade ettiği hakikatler doğrultusunda hareket etmemiz gerekiyor.

Yani; sazı şahs-ı manevinin eline verip, akordunu da o şahs-ı maneviyi temsil eden seçilmiş ehliyetli temsilcilerin istişaresine yaptırmamız gerekiyor. Bu liyakatli heyet aynı zamanda orkestranın şefliğini de yapabilir. O zaman cemaatin istidad telleri, kendilerinden beklenen hakikatleri terennüm etmeye başlar. Herkes konuşur ve konuşmalı, ama akordu sağlam yapıldığından ahenk bozulmaz.

Öte yandan adam bakkal amcaya soruyor: Yağ var mı? Şeker var mı? Un var mı? Cevap: Bakkal amca diyor ki; var. Adam: Ne duruyorsun Helva yapsana, helva yapsana. Al sana saz, al sana akord. Her önüne gelen un, şeker ve yağı karıştırdığında helva olmuyor ki; Usta lâzım Usta. Her neyse, meramımı anlattım zannedersem. Siz benim ne demek istediğimi anladınız.

Sonuç olarak, Üstadımız Bediüzzaman Said Nursî’nin emanetine sahip çıkıp İttihad-ı İslâma giden yolda üzerimize düşeni yapalım. ‘Kimin himmeti milleti ise, o tek başıyla bir millettir.’ sırrı ile hareket edip tembelliği bir tarafa bırakalım. Durmak yok! Hizmet-i İmaniye yolunda koşmaya devaaam.

Allah yar ve yardımcımız olsun, ehl-i imanın birlik ve şuurlu beraberliğini nasib etsin, ehl-i dalâletin bütün kötü emellerini ve planlarını akim bıraksın ve zalimlerin zulümlerini durdursun. İnşallah. Âmin.

Sebahattin Boyacı

 

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*