Süfyan İbn Uyeyne (725-813)

Sekizinci asırda yaşamış hadis ve fıkıh alimlerinin büyüklerindendir. Sahabeye yetişmemiş ancak, bir çok tabiinle görüşme imkanına kavuşmuştur. Hafıza konusunda sahip olduğu yetenekle deha sahipleri arasında ilk sıralarda gelmektedir. Dört yaşında Kur’an-ı Kerim’i ezberleyerek dikkatleri üzerine çekmiş ve çok küçük yaşta büyük alimlerle ilmi sohbetlerde bulunmaya başlamıştır. Risale-i Nur’da ismi bu bağlamda zikredilmektedir. (Sözler, s. 443) Adı Süfyan’dır. Kısa künyesi Ebu Muhammed’tir. Küfe’de doğmuş ve Mekke’de vefat etmiştir. Künyesi Ebu Muhammed Süfyan ibn Uyeyne bin Meymun el-Hilalî el-Kufî şeklindedir.

 

Süfyan, 725 yılında Kufe’de doğdu. Doğumundan bir süre sonra babası ile birlikte Kufe’den ayrıldı. Mekke’ye gidip orada yerleştiler. Çok küçük yaştan itibaren kuvvetli hafızası ile dikkatleri üzerine çekti. Henüz dört yaşında iken Kur’an-ı Kerim’i ezberleyerek hafız oldu. Yedi yaşından itibaren de hadis yazmaya başladı.

Süfyan, çok kısa zamanda büyük bir mesafe kat ederek ilim sahibi oldu. Büyük alimlerle ilmi sohbetlerde ve münazaralarda bulundu. Sahabeleri göremedi, ancak tabiini görmek suretiyle “Tebe-i tabiin” olarak vasıflandırılan gurubun içine dahil oldu. Nail olduğu büyük nimet ve kabiliyetlerinden ötürü Tebe-i tabiinin büyükleri arasında sayıldı. Zamanın büyük alimlerinden Hadis-i şerif rivayet etti.

Çok kuvvetli bir hafızaya sahip olan Süfyan, yanında hiç kitap bulundurmadı. Ezberlediği ve rivayet ettiği hadislerin yedi bin civarında olduğu nakledilmektedir. Fıkıh ilminde de önemli bir mevkiye sahip oldu. Aralarında İmam-ı Şafii gibi büyük zatların olduğu büyük şahsiyetlere fıkıh dersi verdi. Kendisine ve ilmine olan büyük güvenden ötürü; güvenilir, inanılır kimse anlamına gelen “Sika” ünvanıyla anıldı.

Süfyan, hadisleri rivayet eden ravilerin isimleriyle birlikte yüz bin Hadis-i şerifi ezbere bilen bir kimse olarak tanındı (bunlardan sadece yedi binini rivayet etmiştir). Fıkıh ve tefsirde ulaştığı büyük seviyeden sonra alim ve sözü senet hükmünde kabul edildi. Müçtehid ve mezhep sahibi olarak da kabul gördü. Ancak, mezhebi fazla yayılmadı ve bir süre sonra unutulduğu için mezhebine mensup kimse kalmadı.

Süfyan, şüphe ve haramlar konusunda son derece dikkatli davrandı. Rivayet ettiği hadislerin sahih olmasına son derecede dikkat etti. Bu sebepten dolayı naklettiği Hadis-i şeriflerin sahih olduğunda ümmetin ittifakı mevcuttur. Tabiinlere yetişerek bunların büyüklerinden olan seksen yedisiyle görüşme imkanını buldu. Bunların yetmiş kişisinden de hadis dinleyerek bilgi sahibi oldu.

Mekke’de bulunduğu sırada çok büyük bir işin de ilkini gerçekleştirdi. Burada ilk defa Hadis-i şerifleri toplayıp tasnif eden kişi oldu. Hadis ilmindeki çalışmalarından ötürü, Mekke’nin hadis alimi anlamına gelen “Muhaddisü’l-Harem” unvanına layık görüldü.

Risale-i Nur’da içtihat ve sahabeler konusunun işlendiği Yirmi Yedinci Söz’de Süfyan’ın ismi zikredilmektedir. Bu zamanda içtihat kapısının açık olduğunu ifade eden Bediüzzaman, ancak içtihatta bulunmanın çok önemli manilerinin de olduğunu ilave etmekte ve manileri tek tek sıralamaktadır; zamanımızda İslam’ın büyük saldırılara maruz olması, içtihadın söz konusu olmadığı temel ve kesin hükümlerinin terke uğraması, eskiden dikkat ve zihinler tamamen manevi ve dini meselelere yönelmesine karşılık, zamanımızda, maddiyatın ön plana çıkması ve maddi menfaatlerin gözetilmesi; zihin, kalp ve ruh gibi insanların sahip olduğu büyük değerlerin zarar görmeye başlaması vs. bütün bunlar, saf ve temiz duygularla hiçbir etkinin altında kalmadan içtihatta bulunmanın, inkarcı felsefe ve maddeci düşüncelerden arınmış bir şekilde içtihatta bulunmanın önünde engel teşkil etmektedirler.

Bediüzzaman, böyle bir zamanda Süfyan gibi zekaya sahip olan birisinin, zamanın şartlarından ötürü, aynı dereceyi kazanabilmesi için on kat daha fazla zamana ve eğitime ihtiyacı olduğunu belirtmektedir. Çünkü, zihinler felsefede boğulmuş, akıl siyasete dalmış, kalp dünya hayatıyla sersem olmuş, istidat içtihattan uzaklaşmıştır. Bu sebeplerden dolayı; “Ben de onun gibi zekîyim, niçin ona yetişemiyorum?” diyemez ve demeye hakkı yoktur ve yetişemez” (Sözler, 1999, s. 443).

Risale-i Nur’da, enbiyalardan sonra insanlar içinde en üstün olanların Sahabeler olduğu, sınırlı bazı faziletlerde Sahabeyi geçen büyük veliler olmasına karşılık, külli manada Sahabeye yetişilemeyeceği konusuna açıklık getirilmektedir. Sahabeye niçin yetişilemediğinin izahı yapılmaktadır. Burada da Süfyan örneği hatırlatılarak, o zamanda on senede kazanılan meziyetlerin zamanımızda yüz senede kazanılamayacağının sebepleri izah edilmektedir. (Sözler, 450-457).

Süfyan, sahip olduğu bilgileri çevresine aktarmaya gayret gösterdi. Birçok kişi sohbetinden ve dersinden istifade etti. Kendisinden ders alan İmamı Şafii; “Hazret-i Süfyân’ın, Allahü teâlâdan çok korkması, her an Allahü teâlâ ile meşgûl olduğunun delilidir. Allahü teâlâ bana, hadîs-i şerîf ilmini Süfyân bin Uyeyne’den (rahmetullahi aleyh), fıkıh ilmini de İmâm-ı Muhammed Şeybânî’den (rahmetullahi aleyh) öğrenmemi ihsân etti” demek suretiyle düşüncelerini ifade etti.

Övgü ve gıybet konusuna değinen Süfyan, dikkat çekici açıklamalara yer vermektedir. İnsanların kendi yüzünden günaha girmelerinden korkmasa; gıybetini yapıp kötülemelerini, övmelerinden daha fazla isteyeceğini belirtmektedir. Çünkü, gıybet eden, kötüleyen söz konusu şahsın günahlarını almakta ve sevaplarını da ona vermektedir. Buna karşılık methetmenin de faydası yoktur. Hatta, övgüde bulunanların, karşıdakinde mevcut olmayan halleri de mevcutmuş gibi bildirip yalan söylemeleri de mümkündür.

İlmin ne amaçla öğrenilmesi ve öğretilmesi gerektiğine değinen Süfyan; ilmi, dünya nimetlerini elde etme vasıtası olarak gören ve sırf bu amaç için öğrenen kimselere, ilim öğretilmemesi tavsiyesinde bulunmuştur.

Tevhid kelimesi olan “La ilahe illallah”ın önemine dikkat çeken Süfyan, maddi hayatın devamı için suya ne kadar ihtiyaç duyuluyorsa, manevi hayat için de o kadar tevhidin ruha sindirilmesine ihtiyaç olduğunu söylemektedir. Bu kelimenin manasını ruhuna sindirebilenlerin diri olduğunu, sindiremeyenlerin de adeta ölü olduğunu ifade etmektedir. Cenab-ı Hakk’ın kullarına ihsan ettiği en büyük nimetin de bu kelime olduğunu sözlerine eklemektedir.

813 yılında Mekke’de vefat eden Süfyan ibn Uyeyne yetmiş kez hacca gitti. Tabiinin büyükleriyle görüşme imkanı bulduğu gibi İmamı Azam ve İmamı Şafii ile de görüştü. Et- Tefsir ve El-Cami adını taşıyan iki eser yazdı.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*