Şükrü KAYA (1883-1959)

Tek Parti döneminde uzun süre milletvekilliği ve bakanlık yaptı. İçişleri bakanı iken yapılan seçimlerde kendi partisinin seçimi kazanması için her yola başvurdu. Bakanlığı boyunca muhalefete göz açtırmadı. Uyguladığı baskı Meclis gündemine getirilerek sert eleştirilere konu oldu. Başta Bediüzzaman olmak üzere, mütedeyyin insanlar aleyhine kararlar aldırmak için mahkemelere müdahale edecek kadar baskı kurma yoluna gitti.

Kaya, 1883 yılında İstanköy Adasında doğdu. Midilli İdadisini bitirdikten sonra Galatasaray Lisesi’ne girdi. Daha sonra Paris’e giderek Hukuk Fakültesini okudu. Yurda döndükten sonra Dışişleri Bakanlığında çalışmaya başladı. Kısa bir süre sonra İçişleri Bakanlığına geçerek Mülkiye Müfettişliği görevinde bulundu. Balkan Savaşı sonrasında Bulgarlarla oluşturulan Mübadele Komisyonunda görev aldı. 1916 yılında İskan-ı Muhacirin ve Aşayir Müdürlüğüne atandıysa da bu görevi kısa sürdü.

Bir süre Anadolu ve Irak’ta Mülkiye Müfettişliği yaptıktan sonra görevinden istifa etti. Akabinde İzmir’e giderek burada ve Buca’da öğretmenlik yaptı. Mondros Mütarekesinden sonra, işgallere karşı kurulan İzmir Müdafaa-i Hukuk Cemiyetine girdi. Bir ara tutuklanarak İstanbul’a ve bilahare Malta’ya sürüldü. Kısa bir sürgün hayatından sonra yurda döndü. Lozan görüşmeleri sırasında danışmanlık yaptı.

Kaya, 1923-27 yıllarında İzmir Belediye Başkanlığı yaptı. Akabinde Muğla milletvekili olarak meclise girdi. Bu tarihten itibaren uzun süre muhtelif bakanlıklarda bulundu. İsmet İnönü, Fethi Okyar ve Celal Bayar tarafından kurulan hükümetlerde bakan olarak yer aldı. Tarım, Dışişleri ve İçişleri bakanlıklarında bulundu. Bunların dışında 1936-38 yıllarında Cumhuriyet Halk Partisi Genel Sekreterliği de yaptı.

Kaya, İsmet İnönü’nün Cumhurbaşkanı olmasına karşı çıkınca, siyasi hayatı kararmaya başladı ve 1939 seçimlerinde aday bile gösterilmedi. Bu tarihten itibaren siyasi hayatı sona erdi. 1959 yılında İstanbul’da öldü.

Muhalefete ve kendisi gibi düşünmeyenlere hayat hakkı tanımayan CHP hükümetleri, “kendimizin olmayan ve kendimiz için olmayan bütün düşünce akımlarına karşı uyanık durmak ve savaşmak” prensibini politikalarının temeline yerleştirdiler. Kendilerine göre zararlı kabul ettikleri düşünce akımlarına karşı, devlet kurumlarını sıkı sıkıya kapalı tuttular. (İsmail Kaplan, Türkiye’de Milli Eğitim İdeolojisi, İletişim, s. 161-162) İflas eden politikalarından dolayı kurdurulan Serbest Fırka’nın giderek büyümesi, CHP’nin iktidarını koruması için gayrimeşru yollara başvurmada sakınca görmedi. Bu sıralarda aktif olarak çalışanlardan biri de zamanın İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’dır. 1930 yılında yapılan seçimlerde, halkın iradesinin hür bir şekilde tecelli etmesine yardımcı olması gerekirken, bakanlığı ve bağlı tüm kurumları, seçimi CHP’nin kazanması için seferber etti. Başta bakan olmak üzere valiler, kaymakamlar, nahiye müdürleri, polis ve jandarma Serbest Fırkanın seçimi kaybetmesi ve CHP’nin kazanması için ellerinden geleni yaptılar. Fethi Beyin seçim yolsuzluklarını Meclise taşıması da herhangi bir işe yaramadı. (Osman Okyar-Mehmet Seyitdanlıoğlu, Fethi Okyar’ın Anıları, Türkiye İş Bankası Yay., s. 77) Kaya, kendisi aleyhinde yapılan eleştiri ve ithamlara karşı hâlâ kullanılmakta olan “irtica” silâhına sarıldı. Ona göre Fethi Bey ve arkadaşları arasında, irtica ile mahkum olmuş, millete ihanette bulunmuş, ihanet ve hilafet konularına girmiş adamlar vardı. Fırkaya üye olanlar hakkında ithamlarda bulundu. Bakanın konuşmasından önce çok sayıda milletvekili kürsüye çıkarak büyük bir baskı oluşturdular. (Fethi Okyar’ın Anıları, s. 172) Fethi Bey’in verdiği cevap ise, irticayı diline dolayanların gerçek maksatlarını ortaya koymaktadır:

“Serbest Fırka’dan evvel, bütün memleket halkının hükümetten memnun olduğu tarzında sözler söyleniyordu. O zamanlar hükümetten memnun olan halk, belediye seçimlerinde neden birden bire mürteci oluverdi? Bu irtica nasıl göründü? Halk laikliği istemiyoruz, halifeyi istiyoruz mu dedi? Hayır efendiler, halkın davranışını irtica olarak takdim edenler, halkın reyini inhisar altına almak isteyenlerdir.” (Fethi Okyar’ın Anıları, s. 81)

Kaya, sadece muhalifi olan siyasilere baskı kurmakla kalmadı. Başta Bediüzzaman Hazretleri olmak üzere, onun İçişleri Bakanı olduğu dönemde çok büyük sıkıntılara maruz kaldılar. İrtica bahanesiyle dindar insanlara nefes aldırılmadı. Bediüzzaman, çıkarıldığı mahkemelerde uğradığı baskı ve zulümleri dile getirmeye çalıştı. Ancak, vatandaşın hakkını korumak ve kollamakla görevli yöneticilerin yaptıkları karşısında, biraz da alaycı bir tavırla, eleştirilerde bulundu. Bir savunmasında, Kaya’nın icraatları ile ilgili olarak bir hikaye anlatarak savunmasına başlar: Hasta olan bir padişah için, ilaç olarak bir çocuğun kanı gerekmektedir. Bu durum karşısında babası belli bir para karşılığında, oğlunun feda edilmesine razı olur; hakim de fetva vererek çocuğun feda edilmesine yardımcı olur. Çocuk, olanlar karşısında, tepki göstereceğine gülmeye başlayınca sebebi sorulur. Çocuk bunun üzerine şöyle der: “İnsan bir belâya düştüğü zaman önce babasından, akabinde hakimden, sonra da padişahtan medet umar. Oysa ki, babam beni para için satıyor, hakim ölümüme karar veriyor, padişah da kanımı istiyor.” Hikâyeden sonra da şunları söyler:

“İşte, ey Şükrü Kaya Bey, biz de o çocuk hükmüne geçtik! Derdimizi, evvel mahallî hükümetteki valiye, sonra mahkeme adaletine, sonra Dahiliye Vekaletine müracaat edip mazlumiyetimizi beyan ederek zalimlerden bizi kurtarmak için arzuhal etmek mukteza-i hal iken, gördük ki, en son şekvamızı dinleyecek Dahiliye Vekilinin hakkımızda kapıldığı asılsız evhamına bir hakîkat rengi vermek ve hatasını örtmek fikriyle hatasında ısrar etmesi daha büyük bir hata olduğunu düşünmediğinden, dûçar olduğu gurur hastalığına, kanımızı isteyerek, bizi asılsız bahanelerle perişan etmek istiyor.” (Tarihçe-i Hayat, s. 209)

Fethi Okyar’ın TBMM oturumlarında dile getirdiği gibi, Bakan komplo üretmekte çok mahir idi. Bediüzzaman ve talebeleri mahkemeden mahkemeye sürüldükleri, beraat ettikleri halde sürekli yeni iddialarla hapse atıldıklarına rağmen, hiçbir olaya sebebiyet vermediler. Buna karşılık Kaya, kendisi ile beraber Ankara’dan yüz jandarma, çok sayıda polisi alarak Isparta’ya gitti. Bir iki askerle yapılabilecek bir işi, büyük bir olay varmış gibi bir havaya büründürerek hareket etmesi, icraatlarının önemli göstergelerindendir. Halbuki, bir neferin tebliğ etmesi halinde, hiç itiraz etmeden mahkeme ve hapishanelerin yolunu tutan Bediüzzaman’a karşı yapılanların hiçbir gerekçesi yoktu.

Kaya’nın yaptıklarını mahkemede dile getiren Bediüzzaman; “Şükrü Kaya’nın şahsını, Dahiliye Vekili olan Şükrü Kaya Beye şekva ediyoruz” demek suretiyle çok ilginç bir savunma örneğini sergiledi. Hiçbir tesir altında kalmadan vicdanlarıyla hareket etmeleri gerektiğini belirttiği mahkemeye; “Şükrü Kaya Beyin şahsı hakkında dinleyeceklerini bilseydim, en evvel biz, Şükrü Kaya’nın şahsı aleyhine ikame-i dava edecektik” diyerek sözlerini sürdürdü. “Çünkü, bir seneden beri, her gün veya her hafta hakkımızda rapor isteye isteye, aleyhimize casusların, zabıtaların nazar-ı dikkatini celb ettirip, kurban koyunu gibi kesmek için bizi beslettiriyordu. Mahkeme ise, adaletten başka hiçbir şey düşünmemek lazım gelirken ve hakîkaten mahkeme içindeki zatlar da adalete tam bağlı oldukları halde, yüksek makamdaki Şükrü Kaya gibi şahsın tesiratına karşı dayanamadıkları için, bizi tahliye edemeyip süründürüyorlar. Mahallî hükûmet olan Isparta valisi ve zabıtası ise, herkesten ziyade bizi ve Ispartalı bîçare, masum mevkufları himaye etmek ve bir an evvel kurtulmasına sa’y etmeleri vazife-i vicdaniyeleri iken, bilakis çok manasız ve asılsız bahaneler ile Isparta mevkuflarının, husûsan muhtaç ve fakirlerin tayinlerini verdirmeyip, açlıkla sefalete düşmeleri için onları ezdirmeye çalışıyorlar. İşte bu hale şekva değil; belki, ağlamanın nihayet derecesini gösteren bu acı hale, o çocuk gibi gülmek ile mukabele ediyoruz ve tevekkül edip, işimizi Azîz-i Cebbara havale ediyoruz.” (Tarihçe-i Hayat, s. 210)

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*