Şükrü Saraçoğlu (1887-1953)

Şükrü Bey, 1887 yılında İzmir’in Ödemiş ilçesinde doğdu. İlk eğitimi ve okul hayatına Ödemiş’te başladı. İlk ve orta okulu burada okuduktan sonra İzmir’e giderek liseye devam etti. Çalışkan ve zekiliğiyle dikkat çekti. Liseyi birincilikle bitirdi. Yüksek eğitimini Ankara’da devam ettirerek Mülkiye Mektebine devam etti. 1909 yılında Mülkiye Mektebinden mezun oldu ve İzmir’e geri döndü.

 

Öğrenimini tamamlayıp İzmir’e dönen Şükrü Bey çalışma hayatına başladı. İzmir Valiliği bünyesinde maiyet memuru olarak çalışmaya başladı. Bu ilk memuriyetinden sonra İzmir Sultanisi’nde matematik öğretmenliği yaptı. 1911 yılında ise yine burada bulunan İttihat ve Terakki Ticaret Mektebi müdürlüğüne atandı.

Ocak 1914’te devlet bursu kazanan Şükrü Bey, bu bursla Belçika’ya giderek öğrenim hayatını burada sürdürdü. Bilindiği gibi 1914 yazında Birinci Dünya Savaşı patlak verdi. Bunun üzerine yurda döndü. Ancak, kısa bir süre sonra tekrar yurt dışına çıktı. Bu kez İsviçre’ye gitti. Burada bulunan Siyasi İlimler Akademisinde okumaya başladı. Dört yıl boyunca burada kaldı. Bu süre sonunda akademiyi bitirerek mezun oldu. Birinci Dünya Savaşının devam ettiği, ülkemizin de dahil olup yüz binlerce şehit verdiği felâketin sürdüğü yıllarda Şükrü Bey yurt dışında kaldı.

Birinci Dünya Savaşı sonunda ittifak devletleri ile birlikte savaştan yenik ayrılan Osmanlı Devletine çok ağır şartları ihtiva eden Mondros Mütarekesi imzalatıldı (1918). Mütareke’nin imzalatıldığı sırada Cenevre’de bulunan Şükrü Bey, Türk Talebe Cemiyetini kurdu. Bu cemiyet adına çıkarılan ve Fransızca olarak yayımlanan dergiyi çıkardı. Bir taraftan dergiyi neşrederken, diğer taraftan cemiyetin başkanı olarak Mondros Mütarekesi’nin şartlarının çok ağır olduğuna dikkat çekmeye çalıştı. Avrupa kamuoyunda Osmanlı Devleti’nin haklarını savunmaya çalıştı.

Mondros Mütarekesi’nden sonra yurdun dört bir yanı işgal edilmeye başlandı. İşgal edilen yerlerden birisi de İzmir oldu. Birinci Dünya Savaşı sırasında yurt dışında kalmaya devam eden Şükrü Bey, İzmir işgalinden sonra yurda döndü. İzmir’e döndükten sonra Kuva-yı Milliye hareketinin organizelerinde ve örgütlenmelerinde bulundu. İstanbul’da toplanan son Osmanlı Mebusan Meclisi’ne İzmir mebusu olarak seçildiyse de İstanbul’a gitmedi ve meclis çalışmalarına katılmadı. Bilindiği gibi, son Osmanlı Meclisi işgal baskısı ve büyük tehditler altında çalışmalarını sürdürmüş ve Kurtuluş Savaşı’nın adeta plan ve programı mahiyetinde olan Misak-ı Milli’yi kabul etmişti.

İstanbul’da toplanan son Osmanlı Meclisi Misak-ı Milli’yi kabul ettikten sonra işgalcilerin hışmına uğradı. İstanbul işgal edildikten sonra yakalanan milletvekilleri sürgüne yollanarak vatanlarından uzaklaştırılmışlardı. Kurtulabilenler ise Anadolu’ya geçerek mücadelelerine devam etmişlerdi. Bu gelişmelerden sonra Ankara’da Büyük Millet Meclisi toplandı. İstanbul’a gitmeyen, Ankara’da açılan ilk meclise dahil olmayan Şükrü Bey, daha sonraki dönemde, Ankara’ya İzmir milletvekili olarak gitti ve 1923 yılında Meclis’e girdi.

Şükrü Bey, Büyük Millet Meclisi’ne girdikten sonra muhtelif görevlerde bulundu. Fethi Okyar tarafından kurulan kabinede Maarif Vekili olarak hükümette yer aldı. İsmet İnönü tarafından kurulan üçüncü ve dördüncü kabinelerde Adliye Vekili olarak görev yaptı. 1923-1950 yılları arasında mecliste bulunan Şükrü Bey, sözü edilen bakanlıklar dışında da muhtelif görevlerde bulundu.

Mehmet Şükrü Bey, on ikinci Refik Saydam hükümetinde ise Hariciye Vekili olarak bulundu. Saydam’ın 1942 yılındaki ölümünden sonra hükümeti kurmakla görevlendirildi. Bunların dışında; Fethi Okyar tarafından kurulan kabinede Maarif Vekili (Eğitim Bakanı) olarak yer aldı. 1942 yılındaki başbakanlığı dönemine kadar kurulan hükümetlerin hemen hemen tamamında görev aldı ve bakanlık yaptı. Böylece CHP’nin sürekli bakanlıklarda bulunan önemli isimlerinden biri oldu. Bu süre zarfında; Eğitim, Adalet, Maliye, Dışişleri gibi önemli bakanlıklarda bulundu.

Bakanlıkları sırasında bazı kanunların çıkarılmasında ön ayak oldu. Avukatlık, hakimlik ve İcra İflas Kanunları onun döneminde hazırlanıp yürürlüğe sokuldu. İmralı Cezaevi’nin kuruluşunu da o sağladı. Cumhuriyet Halk Partisinin önde gelen isimlerinden biri olan Şükrü Bey, 1926 yılında kurulan Yunanlılarla Mübadele Komisyonuna da başkanlık etti. Paris’te, 1932 yılında yapılan Osmanlı Devleti’nin borçlarının ödenmesinin şartlarının tesbit edilmesi görüşmelerine katıldı.

Şükrü Beyin başbakanlığı döneminde ise seçim yasası çıkarılarak iki dereceli seçim sistemi uygulandı. Başbakanlığı bir süre devam ettirdikten sonra istifa etti. İstifasından sonra başbakanlığa Recep Peker getirildi. Kasım 1948’den Demokrat Parti’nin ezici bir çoğunlukla kazandığı 1950 seçimlerine kadar Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’nda bulundu. 1950 seçimlerinde milletvekili seçilemeyince, 22 Mayıs 1950 tarihinde Meclis Başkanlığı da sona erdi ve bundan sonra siyaseti bıraktı. 27 Aralık 1953 yılında İstanbul’da öldü.

Soyadı Kanunu’nun çıkmasından sonra Saraçoğlu soyadını alan Şükrü Bey, yoğun siyasî faaliyetlerinin yanı sıra sporla da ilgilendi ve on yedi yıl gibi uzun bir süre Fenerbahçe Spor Kulübü başkanlığı da yaptı. Bundan dolayı 22 Temmuz 1998 yılında alınan bir kararla, Fenerbahçe Stadına adı verilerek Kadıköy’deki bu stadın ismi Fenerbahçe Şükrü Saraçoğlu Stadyumu oldu.

Cumhuriyet Halk Partisi’nin uzun yıllar tek başına yürüttüğü tek parti iktidarı boyunca büyük sıkıntılar çeken ve sürgünden sürgüne gönderilen Bediüzzaman, kendisine yapılan bu haksızlıkları eserlerinde dile getirmiş, bazen parti ismini ve bazen de ilgili şahısların ismini zikrederek kayda geçirmiştir. Bu vesile ile ismi Risâle-i Nurda zikredilen CHP’li şahsiyetlerden birisi de Şükrü Bey olmuştur. Bediüzzaman’ın en çok yakındığı durumlardan birisi ve belki de başta geleni laiklikle ilgili uygulamalar olmuştur. Din ve vicdan özgürlüğünü sağlamak için getirildiği iddia edilen bu sistemle, dine hücum edenlere sınırsız bir hürriyet ortamı sağlanırken, İslâm’a ve Kur’ân’a yapılan hücum ve eleştirilere ses çıkarılmazken; mütedeyyin insanların büyük sıkıntılar çekmesi ve baskılara uğraması sıradan uygulamalar halini almıştır. Bu çelişki sadece CHP’nin uygulamalarıyla sınırlı kalmamış, bazı din adamları, mahkemeler tarafından tayin edilen bilirkişilerden oluşan bazı bilim adamları da bu çelişkilerden nasibini almıştır. Bu durumu; “Ehl-i Vukufun insaflı hocalarından üç sualim var” başlığı altında dile getiren, Bediüzzaman; Kur’ân’a hücum eden dehşetli ejderhaların görmezden gelindiğini, sineklerin ısırmasıyla uğraşıldığını belirttikten sonra “…Dine ve terbiye-i Muhammediyeye (asm) zehir diyen Saraçoğlu’nu bırakıp, hakikat-i Kur’âniyeyi güneş gibi gösteren ve nev-i beşerin yaralarına tam tiryak olduğunu ispat eden Siracü’n-Nur ile münakaşa ederek, Nurun o mecmuasının âhirine ilhak edilen bir risâlede zayıf hadislerin tevilleri var diye, o mecmuanın müsaderesine yardım etmek çıkmaz mı? Bizler siz gibi zatlardan yaralarımıza merhem sürmek ve ferasetinizle yardım bekler ve cüz’î tenkitlerinizden gücenmeyiz” (Şuâlar, 1994, s. 349-350 ve 384) ifadelerine yer vermiştir.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*