Süleyman Gaye ve omuzundaki heybe

Süleyman Gaye, yaya olarak Isparta’dan Konya’ya on beş günde varır. Konya’ya İhlâs Risalesini, tefsir âlimi olan Vehbi Hoca Efendi’ye okutmak için gitmişti.

Konya’ya vardığında Vehbi Hocayı aramaya başlar. Nihayet onun adresini bulur ve evinin kapısını çalar. Kapı açılır, kimi aradığı sorulduğunda Vehbi Hoca Efendi’yi görmek istediğini söyler. Kapıyı açan kişi ona: “Gel kardeşim, seni Vehbi Hoca Efendi’ye götüreyim.” der. Süleyman merakla içeriye geçtiğinde onu içeriye dâvet eden kişinin Vehbi Hoca Efendi olduğunu öğrenir. Vehbi Hoca ona gülümseyerek: “Buyur kardeşim, ne istiyorsun?” der. Süleyman: “Ben Isparta’dan geliyorum. Orada Bediüzzaman Hazretleri adında bir zat var. İhlâs Risalesi diye bir kitap yazmış. Benim okuma yazmam olmadığından sizden bu risaleyi dinlemeye geldim.” der. Vehbi Hoca risaleyi eline alır sayfaları çevirir ve sesli bir şekilde okumaya başlar. Vehbi Hoca, İhlâs Risalesini okumayı bitirdikten sonra derin bir nefes alır, biraz bekler ve Süleyman’a dönerek: “Allah senden razı olsun! Ben Müslümanlar arasındaki bu ihtilâfları görüyordum. Acaba İslâmiyet’te bir hakikatsizlik mi var diye şüpheye düşmüştüm. Bu İhlâs Risalesi beni kurtardı.” der.

Süleyman Gaye’nin Burdur’un Bucak Kazasının Kargı Köyü’nde 1898 yılında dünyaya geldiği söylense de Antalya’nın Yumaklar Köyü de ona sahip çıkarak kendi köylüleri olduğunu iddia etmektedir. Bediüzzaman Hazretleri, Süleyman’ın “Kaya” olan soyadını “Gaye” olarak değiştirir. Süleyman Gaye gençliğinden itibaren iffetli, az konuşan, ilim ve ibadete devam eden bir zat olarak bilinir. Isparta’nın Geyran (Erikli) Köyü’nde iken Bediüzzaman’ın ismini ve ilmini çobanlardan duyduktan sonra ziyaretine gider. Süleyman Gaye, Bediüzzaman’la tanıştıktan sonra on yıl onun hizmetinden bulunur. İsimsiz ve ünvansız bir Nur Talebesi olarak Antalya, Mersin, Gaziantep, Adıyaman, Diyarbakır ve Maraş’ta Risale-i Nurlar’ın tanınması ve okunmasına vesile olur.

Süleyman Gaye, Bediüzzaman’la ilk görüşmesinden üç-dört ay sonra bir gece onu rüyasında görür. Bediüzzaman Hazretleri onun evine gelir ve ona: “Seni bir yere göndersem gider misin?” diye sorar. Süleyman Gaye: “Giderim, efendim!” diye cevap verir. Bediüzzaman: “Seni üç aylığına bir yere göndereceğim.” der. O da hemen kalkıp yürümeye başlar. Bediüzzaman ona: “Dur!” diye emir verir. O da durur. Süleyman bu rüyayı bir işaret olarak kabul ederek yola çıkar. Omuzuna aldığı heybenin bir gözüne Risale-i Nurlar’ı diğer gözüne ise esans doldurur.

Süleyman, rüyada verdiği sözü yerine getirmek için Isparta’dan yola çıkar. Yolculuğunu bazen yaya bazen hayvan sırtında bazen de bir arabanın kasasında yapar. İlk yolculuğunun sonunda Mersin’e varır. Cami önlerinde esans satarken diğer yandan okuma yazması olanlara Risale-i Nurlar’ı okutarak tanıtmaya çalışır. Bir müddet sonra Maraş’a geçer. Maraş’ta Risaleleri tanıtmak için saatlerce cami kapısında beklediği olurdu. Onun, hayatta Risale-i Nurlar’ın tanınmasından başka bir gayesi ve beklentisi yoktu. Risale-i Nurlar onun yaşama sebebi olmuş, onlarla yatar onlarla kalkardı. İnsanlar Risaleleri tanıdıkça onun yaşama sevinci artar. Maraş’tan yola çıkarak Adıyaman’a geçer. Yaşlı haline aldırmadan heybesindeki Risalelerle buluşacak gönülleri arar. Adıyaman’daki ilk ayda Nur Talebesi Dursun Kutlu’nun evinde kalır. Sonradan Dursun Kutlu evinin bir odasını ayırarak dışarıya bir kapı açar ve Süleyman’ın rahat etmesi için bu müstakil odayı ona verir. Bu oda sonradan dershaneye dönüşür. Süleyman bu dershanede on bir ay kalır. Geçimini ise sattığı esanslardan sağlar. Süleyman, her gece teheccüt namazı kılıp gecelerini bin ihlâs okuyarak ibadetle geçirir. Süleyman’ı görenler onunla bir şey paylaşmamışsalar da onun hali insanlara güven verirdi. Her zaman omuzundaki heybesi ile kime nasıl bir Risale verebilirim heyecanı ile yaşardı. Heybenin bir gözünde Risale-i Nurlar diğer gözde ise esanslar ile gezer. Ömrü boyunca esans satıcısı kisvesi altında Risale-i Nur’un neşrine çalışırdı. Adıyaman’da bir yıl kaldıktan sonra Diyarbakır’a gitmek için yola çıkar. Diyarbakır’a vasıta bulmak çok zordu. Sıcak havanın yanında araçların olmayışı yolculuğu daha da zorlaştırıyordu. O ise hiçbir zorluğa aldırmadan oraya gitmek için yol aradı ve nihayet Adıyaman’dan Urfa’ya kadar bir gurup yolcuyla hayvan sırtında gitti. Urfa’dan Diyarbakır’a ise uzun bir bekleyişten sonra üstü açık bir vasıtanın kasasında sıcaklığın kavuruculuğu, bozuk yolların tozu dumanı eşliğinde gider. Diyarbakır’da Mehmet Kayalar’ın yanına gider ve uzun bir süre onunla kalır. Risaleleri ihtiyaç sahibi gönüllerle buluşturmak için Melik Ahmet Camii’nin çevresinde esans satar ve caminin bir hücresinde de kalır. Caminin anahtarını imamdan alır ve sabah namazında kapıyı cemaate o açar. Yatsı namazından sonrada caminin kapılarını kapatır. Geceleri de caminin küçük odası olan hücrede sabahlara kadar vaktini ibadetle geçirir. Burada da uzun bir süre kaldıktan sonra memleketi Burdur’a döner.

Süleyman, huşu içinde kıldığı namazıyla tanınırdı. Esans satışını hiçbir zaman önemsemedi. Namazı ve tesbihatı bitene kadar camiden çıkmaz, esans satışı yapmazdı. Gittiği şehirlerdeki cami cemaati ona: “Kardeş böyle esnaflık olmaz!” derdi.

Süleyman Gaye, isimsiz ve unvansız bir kahraman olarak Allah rızası için Antalya’dan Diyarbakır’a kadar şehir şehir Risale-i Nur hizmetini götüren ilk fatihlerden olarak gönüllerde yerini alır. Bediüzzaman Hazretleri’nin ebediyete intikalinden altı ay kadar sonra, 1960 yılı sonbaharında Isparta’nın Erikli Köyü’nde vefat ederek şerefle bu dünyadan göçer.

Misbah Eratilla

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*