Sultanahmet yapılırken Ayasofya dolu muydu?

Camiler, Müslümanların ibadet mahalli olmasının yanı sıra, bulunduğu mahalde İslâm’ın mührüdür, minareleri de semaya uzanmış şahadet parmaklarıdır. Orada okunan ezanlar, İ’lay-ı Kelimetullah’ı ilân eden en yüksek, en gür sadalardır. Onun için Müslümanlar gittikleri her yere önce bir cami ve çeşme yapmışlar, ondan sonra da onların çevresinde evler inşaa ederek yerleşim yerleri kurmuşlardır.

Peygamber Efendimiz (asm) Mekke’den Medine’ye hicret ederken, “Kuba” denilen mevkiiye geldiğinde orada konaklar ve ilk işleri orada bir mescid inşaa etmek olur. Kuba Mescidi’nin inşaasında Efendimiz (asm) bizzat kendileri çalışmışlar, kerpiç taşıyarak yardımcı olmuşlardır. Bütün kâinat Allah’ın mülkü olduğu halde, “yeryüzü bir mescid” olarak kullanılabildiği halde, ilk önce bir mescid inşaa edilmesinin bir anlamı ve hikmeti var demektir. Yoksa, namaz kılmak için temiz olan bir taşın üzeri bile yeterlidir. Ama mescid inşaası ile “burada Müslümanlar var” denilmiş, Müslümanların toplu halde Allah’a secde etmelerinin önemi ve azameti ilân edilmiştir. Müslümanların sayısı artıp, küçük mescidler yetersiz hale gelince, daha büyük yapılar inşaa edilmiş, bu yapılar İslâmiyetin gelişmesine paralel olarak artmış ve bir “Cami medeniyeti” ortaya çıkmıştır.

Müslümanlar camileri “Beytullah’ın birer şubesi” olarak gördüğünden, camiler “Allah’ın Evi” olarak kabul edilmiş, ona münasip bir kudsiyet verilmiştir. Camiler, abdestsiz olarak girilmeyecek, ayakkabı ile adım atılmayacak mübarek mekânlar olarak kabul edilmiştir. Zira camiler, şeâir-i İslâmiye’nin en parlak nişanlarıdır.

Cami Medeniyeti Osmanlılarda zirveye çıkmıştır. San’atın ve estetiğin, huzur ve huşu ile bütünleşmesi, Mimar Sinan ile kemâl bulmuştur. Bugün İstanbul’un kalabalığından, telâşından ve yorgunluğundan ruhuna bir nefes aldırmak isteyenler, herhangi bir Selâtin Camii’ne kendilerini atsalar, bütün yorgunlukları gider, bütün sıkıntılarını geride bırakırlar. Kuşlar bile bu huzuru hissettiklerinden olsa gerek, cami şadırvanlarından su içmeyi tercih ederler.

Osmanlılar İslâmiyetten aldıkları terbiye ve medeniyet ile, her gittikleri yere İslâmiyetin bu güzelliklerini götürmüşler,  huzur ve huşu mekânlarını inşaa etmişlerdir. Hemen her padişah, kendi adı ile anılan bir cami inşaa ettirmiş, fethettikleri ve sahip oldukları topraklara bir İslâm mührü de kendileri vurmak istemişlerdir. Yine kadın efendiler, hanım sultanlar, şehzadeler, vezirler ve paşalar da kendi adlarına camiler ve külliyeler inşaa ettirmişlerdir. Onun için İstanbul bir “camiler şehri” olarak anılmaktadır. Her semtinde birbirinden güzel, san’atlı ve zinetli camiler mevcuttur. İstanbul’a gelen turistlerin en çok ilgi gösterdikleri mekânlar, gayrı müslimleri bile hayran bırakan Selâtin camileridir.

Selâtin camilerinin bir özelliği, inşaat masraflarının devlet bütçesinden değil de, savaşlardan kazanılan ganimetlerden ve yaptıranların şahsî servetlerinden karşılanmış olmasıdır. Seferden zaferle dönen bir padişah, elde ettiği ganimetlerin bir kısmı ile kendi adına veya çocukları adına bir cami yaptırırdı. Sultanahmet Camii’ne kadar bu böyle devam etmiş, Sultanahmet yapılırken eksik kalan kısımlar devlet hazinesinden karşılanmak suretiyle cami tamamlanmıştır.

Acaba İstanbul Yarımada’sını kurşun kubbelerle donatırcasına bu kadar cami yapanlar, bunu sadece bir gösteriş için mi yapmışlar? Onca san’at, ziynet, masraf, kuru bir cihangirlik yoluna mı feda edilmiş? Zira aralarında 150-200 metre mesafe bulunan büyük camiler çoktur. Namaz vakitlerinde bunların tamamının dolu olması düşünülemez. Özellikle İstanbul’un o günkü nüfusu dikkate alındığında, o camilerin dolu olduğunu düşünmek çok zordur. Yani bir cami yapılırken, “Şu cami dolsun da ondan sonra bunu yapalım” denilmemiştir.

Bugün, Ayasofya’nın açılması gündeme geldiğinde, ‘Sultanahmet doldu mu ki Ayasofya’yı açalım’ diyenlere sormak gerek: Sultanahmet yapılırken, Ayasofya dolu muydu acaba? Cemaatin Ayasofya’ya sığmadığı ihtiyacından dolayı mı Sultanahmet Camii inşaa edilmiştir? Sultanahmet Camii cemaati almadığı için mi Nur-u Osmaniye Camii yapılmıştır. Veya, Beyazit Camii yapılırken, yakınında bulunan Atik Ali Paşa Camii dolu muydu acaba? Süleymaniye Camii yapıldığında Şehzade Camii ihtiyaca cevap veremiyor muydu?

Bir de güncel bir örnekle suallerimize devam edelim: Çamlıca Tepesine yapılmakta olan cami, 30 bin kişi kapasiteli olacakmış. Bu cami ibadete açıldığında o tepede 30 bin kişilik cemaat olacak ve günde beş vakit Çamlıca Camii dolacak mıdır?

Ayrıca Ayasofya’nın İslâm inancındaki yeri ve Fatih Sultan Mehmed’in bir vakfiyesi olduğunu en iyi bilenlerden birisinin de “Sultanahmet doldu mu ki?” diyen zat olduğuna inanıyorum. Fethin sembolü, Fatih’in yâdigârı, Peygamber Efendimizin (asm) müjdelerini ihtiva eden Ayasofya, bir cami olmanın daha ötesinde mukaddes manalar taşıyan bir semboldür. Bediüzzaman Hazretlerinin de bu husustaki ısrarının çok önemli bir sebebi vardır. Bütün bunlar göz önüne alındığında, Ayasofya’nın bir an evvel ibadete açılmasının önemi ortaya çıkmaktadır. Bu ihtiyaca ve talebe daha fazla direnmenin bir anlamı yoktur. Nasıl olsa bir gün Ayasofya da hürriyetine kavuşacak, asil ve aslî kimliğine dönecektir. Buna vesile olanlar hayırla anılırken, mâni olanların hayırla anılmayacağı muhakkaktır.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*