Suriye iç savaşa sürüklenmemeli

Beşşar Esad, geçen sene Ağustos ayında Şam’a “son bir uyarı” ziyaretinde bulunan Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile karşılıklı oturup görüşürken verdiği görüntünün bir benzerini, çatışmaların iyice kızıştığı bir noktada Rus Dışişleri Bakanı ile de tekrarladı.

Bakan Lavrov’un açıkladığına göre, Esad ona da şiddeti durdurma, reformları hızlandırma ve muhalefetle diyalog sözü verdi. Hattâ bu görüşmeden sonra muhalefetle Moskova’da görüşecek heyeti oluşturdu. Ancak—kimlerden meydana geldiği belirsiz—muhalefet bu hususta daha önce açıkladığı red tavrını devam ettiriyor.

Ve rejimin uyguladığı onca sıkı tedbire rağmen muhalif eylemlerin Şam’ın merkezine kadar ulaşması, bilhassa ABD kaynaklı “Esad’ın günleri sayılı” iddialarının gerçeğe dönüşme yoluna girdiğini bildiren işaretler gibi görünüyor.

Zaten son dönemde ortaya atılan “haber”lerin çoğu bu maksada matuf. “Muhalefet filanca yeri ele geçirdi” iddialarından, “Esad’ın ailesi gizlice kaçmak üzereyken fark edilip muhaliflerin ateşine maruz kaldığı için geri döndü” ve son olarak “Suriye ordusu kandil gecesi Humus’ta yine katliam yaptı, cami yıktı” haberlerine kadar…

Bilhassa “kandil katliamı” haberinin tetikleyici etkisini, Şam’ın jet yalanlaması, Esad’ın camide dua ederken çekilmiş görüntüleri ve başlangıçta duyurulan ölü sayısının bilâhare çok daha aşağılara çekilmesi dahi hafifletip azaltamadı.

Zincirleme tepkiler ardçı dalgalarla sürüyor.

Suriye’de, ülkeyi Libya’ya benzetmeyi amaçlayan bir planın yürürlüğe konulduğu ve buna paralel bir psikolojik harekâtın yürütüldüğü açık.

Büyük ihtimalle Esad’ı da devredışı bırakmış gibi görünen Baas kadrolarının “silâhlı isyancılarla mücadele” gerekçesiyle sürdürdükleri operasyonlar da tersinden bu plana hizmet ediyor.

Rusya ve Çin’in BM Güvenlik Konseyine getirilen yaptırım teklifini veto etmeleri planın hedefe ulaşmasını engelleyebilir mi? Hayli zor gibi.

Önce ABD’nin, sonra diğer Batı ve hattâ bazı Arap ülkelerinin Şam’daki temsilciliklerini boşaltmaları neyin habercisi? Sadece Esad yönetiminin diplomatik olarak da tecridi mi öngörülüyor, yoksa çatışmaların daha da kızışacağı mı?

Peki, böyle bir aşamada İran Devlet Televizyonu Press TV’de ortaya atılan “ABD ve Batılı güçlerin planına göre, Türk ordusu Suriye’ye girip muhalifleri silâhlandıracak, İsrail de Şam’a ait askerî tesisleri vuracak” iddiasına ne demeli?

Keza, Libya’daki çatışmalar sürerken bu ülkeye gidip provokatörce mesajlar veren Amerikalı neocon Senatör McCain’in şimdi de Suriye için arz-ı endam ederek “Amerika muhalifleri silâhlandırmalı” çağrısı yapması ne anlama geliyor?

Muhalifler zaten silâhlandırılmıyor mu?

Böyle bir hengâmede Türkiye’nin, giderek tırmandırılan ve bütün bölge için çok tehlikeli sonuçlar doğurabilecek olan gerilimi yatıştırmaya yönelik akılcı, gerçekçi ve sağduyulu politikalar uygulaması gerekirken, tam tersine tribünlere yönelik “hamasî” mesajlar vermesi doğru mu?

Gelinen noktada Esad’a yöneltilen “Men dakka dukka, Humus’un er veya geç hesabı sorulacak” gibisinden mesajların, birilerince oluşturulmak istenen provokasyon ve linç ortamını kızıştırmak dışında, çözüme nasıl bir katkısı olabilir?

Bilindiği gibi, yakınlarda yine Türkiye’den Esad’a Kaddafi’nin dehşet verici akıbetinden ders alması gereğini hatırlatan ikazlar gönderilmişti.
Oysa Türkiye’den beklenen, diplomasi diline de uymayan böyle sivri ve yakışıksız söylemlerle köprüleri atmak yerine, Rusya’nın üstlenmeye çalıştığı misyona talip olup bunun gereğine uygun politikalarla çare bulmaya çalışmak olmalı.

Şayet Esad çekilmeye zorlanacaksa, bunun, Kaddafi örneğinde yaşandığı gibi vahşi bir linç tarzında değil, olabildiğince kansız ve barışçı bir yolla gerçekleşmesi için gayret sarf edilmeli.

Ki, Suriye onyıllar boyu içinden çıkamayacağı ve başta Türkiye olmak üzere bütün bölgeyi etkileyecek bir iç savaş felâketine sürüklenmesin.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*