Suriyeli mülteciler

“Bağımsız dış siyaset” ifadelerinin bizi bağımsızlaştırmadığını Suriye meselesinde bir kez daha yaşadık. Bölgenin efendisi, Yeni Osmanlılar veya İslâm âleminin temsilcisi gibi ezilmişlik duygularımızı rahatlatan ifadelerin örttüğü “dış politika hüsranının” hükümete angaje olmuşlarca anlaşılması için, zaman sisinin dağılması gerekiyor. Ayrıca belgelere dayalı araştırmacıların da zaman ve mekânca dağıtılmış resmin parçalarını titizlikle biraraya getirmeleri gerekiyor. Ta ki zamanaşımı, işlerini nifak ve savaş üzerine kurmuş zalim Avrupalıların lehine işlemesin…

Arap Baharı denilen fitne tezgâhının başından beri, Türkiye’nin bölgede inisiyatifi yoktu. Dışişlerimize yalnızca geçici roller vermişti neocon cereyanı … Avrupa ve Amerika’daki seçilmiş iradelerin yanında yer almamamız için her türlü tedbiri almışlardı… Başbakanımızın kanın durmasını isteyenlere (ister görünenler de olabilir) yardım etmemesi ve hâlâ üç sene önceki türküyü tekrarlaması bile kendilerinin inisiyatif sahibi olmadıklarını gösteriyor. Aksi takdirde, neocon zalimlerin ihtilâl, tedhiş ve müdahalelerde kullandıkları “El-Kaide” tipi örgütlerin topraklarımızı kullanmasına asla müsaade etmezdi. Bugünkü inisiyatifsizliği ile “Yeni Osmanlılar” olarak lânse edildikleri dönemdeki mutlak bağımsızlıkları arasında bizce fark yoktur. Bir kısım insanlarımızın fark edemediği husus ise, AKP’nin ne AB ve ne de ABD iradeleriyle birlikte hareket edemeyişi hususudur… Bu arada olan, masum insanlara, bir de bir milyona yakın Suriyeli kardeşimizi misafir eden Türkiye’ye oluyor.

MÜLTECİLER TÜRKİYE İÇİN ŞANSTIR…

Geçmişte Türkiye durup dururken Suriye ile arasına mayın tarlası oluşturmamıştı. İfsad komiteleri o taraftan ırkçı Baasçılarla, bu taraftan Kemalistlerle ittifak ederek Antep ile Haleb’i yetmiş sene birbirine hasret bırakmışlardı. Antakya’nın Şam’a olan tahassürünün sebebi de budur.

Son göç dalgasının kader cihetindeki hikmetlerinden biri, bu hasreti dindirme boyutuyla görülmeli. Beraber olduğumuz ve koca Arap âlemine köprü olma misyonunu üstlenebilecek dindaşlarımızı kader elemli bir yol ile kucağımıza atmış durumda. Arabın yüzünü görmemeye ve Şam’ın şekerini tatmamaya yeminli Kemalistlerin hiç de hoşlanlamayacakları bu manzaranın Müslüman Türkiye’nin pek hoşuna gittiği kanaatindeyiz. Kemalistlerin zalim Avrupa’nın yardımıyla yasakladığı Arapça alfabesinin, Arapçanın ve hatta Müslüman Arap töresinin bu bir milyon insanca ülkenin dört bir yanında temsil edilmesi güzel değil mi? Kur’ân’ın  nuruyla ilk şereflenenler arasında bulunan, ekseriyetle Sahabenin torunları olan ve dünyanın en büyük medeniyetlerine ev sahipliği yapmış bir milletin torunlarını misafir etmekten milletimizin çok mutlu ve bahtiyar olacağına inanıyoruz.

Ancak Deccal ve Süfyan elbette boş durmuyorlar. Almanya ve diğer AB ülkelerindeki kamuoyunu başta Türkler olmak üzere Müslümanların aleyhine kışkırtan Daniel Pipes ve Giardiano gibi yazarların şerir müritleri burada da durmayacaklar… Hatta çoğunlukla kumandaları yine dinsiz komitelerin elinde bulunan medya bu tezgâhı çoktan kurumuş. Bir milyon  misafir içindeki bir suçlunun kusurunu mübalâğa ve cerbeze ile o denli büyütüyor ki… Suriyeli kardeşlerimizi – haşa – hırsız, dolandırıcı ve kaçakçı olarak lânse ediyorlar… Kemalistlerin bu tezgâhına sağ veya dindar cenahtaki bir gazetenin gelmesi ise bizim için ancak bir zillet olabilir.

Hac mevsiminde beş milyondan ziyade insanı üç aya yakın zaman boyunca Mekke ve Medine gibi zahirî şartları müsaadesiz bir mekânda en güzel şekilde misafir eden Suudi Arabistan’ın yaptığının daha fazlasını yapmaya ülkemizin imkânı olduğuna hepimiz inanıyoruz. Türkiye’nin yüze yakın şehrinde, bir milyon mülteciyi misafir etmeye imkânı yeterli olduğu gibi iradesi de mevcuttur. Afrika’dan Uzak Doğu’ya yardım için seferber olan insanî yardım teşkilâtlarımız hükümetin organizesinde Suriyeli kardeşlerimizin ihtiyaçlarını zorlanmadan karşılayabilir.

MÜLTECİLERDEN İSTİFADE ETMELİYİZ…

Kemalistlerin seksen seneden fazla bir sürede kültürel manada yaptıkları tahripleri bu musîbetle tamirine gitme şansımızı yukarda arz ettim. Ama yine Kemalistlerin istekleri istikametinde yüz binlerce insan çadır kentlere hapsedilerek insanımızdan tecrit edilmeye çalışıyor gibi… Mahalli yönetimlerin, imkân sahibi zevatın ve mülkî idarecilerin bilgileri dahilinde Suriyelilere geçici ikamet verilmesi güzel olur, kanaatindeyiz. Ülkemizin kaçak işçi cenneti olmadığını ve sınırlarımızdan gelip geçenlerin zapt u rapt altında olduğunu kabul ederek diyoruz ki, bu bir milyon insanın iş gücünden Türkiye istifade etmelidir.

Evvelâ İş ve İşçi Bulma Kurumunun Suriye’den gelen insanlarımızın envanterinden onların mesleklerini ve tahsil durumlarını taraması, onların istihdamına yardımcı olur. Ziraat ve inşaat işçiliğinden sair mesleklere kadar… Tahsillilerden üniversitelerde veya Arapça dil öğrenimine ihtiyaç duyulan yerlerde yararlanabiliriz. Tüketim hastalığı ve rahat hayat illetine yakalandıklarından köylerini terk edenlerin yerine geçici olarak yerleştirilirlerse, Türkiye tarımda AB kriterlerini yakalayabilir. Bu arada, Suriye’den gelen çocuklara anadil dersleri yanı sıra yoğun Türkçe dersleri verilirse, bu illerde bu çocuklardan hem Türkiye, hem de Suriye yararlanabilir.

Daha önce beraber olan akraba ve kardeş toplulukları, kader düşmanlarının eliyle tekrar birleştirilmiş bulunuyor. Suriye’deki kargaşanın kısa sürede bitmeyeceğini düşünürsek, hem bu mağdur insanları ve hem de ülkemizi mutlu edecek projelerle mülteci şansını kullanabileceğimizi düşünüyoruz. Nerede Suriyelilerin aleyhinde bir haber çıktıysa, ora ile irtibata geçip yanlış düşünceleri tashih etmeye mecburuz. Aksi takdirde Kemalistler dışardaki ortaklarıyla ülkemizin ve milletimizin faydası olacak işlerden bizi mahrum bırakırlar.

TÜRKİYE, BİR GÖÇMEN ÜLKESİDİR…

Yirmi milyon metrekareye yayılmış bir devlet-i âliyye’nin başına gelen felâketler; Kafkaslar’dan, Balkanlar’dan, Rodos ve Girit’ten milyonları Anadolu’ya muhacerete mecbur bırakmış.

İster göçmen diyelim, ister muhacir… İster Balkan Savaşından kopup gelsinler, ister Kafkas’tan ve isterse Rus’un Doğu Anadolu’yu istilâsından dolayı Erzurum, Van ve Ağrı’dan kopsunlar… Neticede hepsi muhacirdi ve göçmendi… Müslümanlar hicret kültürünü iyi bilirler. Dünkü muhacirler bugün Ensar oluvermişler ve yeni yeni muhacirleri kucaklıyorlar. Bunların Şam-ı Şerif’ten veya Süleymaniye’den gelmeleri bizim için fark etmiyor… Yeter ki, Kemalistlerin Kur’ân ve Peygamberimizi (asm) hedefleyerek yaptıkları Arap ve Kürt düşmanlığına alet olmayalım. Gerisi güzel ve kolay olacaktır inşaallah.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*