Tahrif edilmiş İncil dahi Peygamberimize (asm) işaret ediyor

Tevrat, İncil, Zebur gibi kütüb-ü mukaddeseden, pekçok tahrifâta mâruz oldukları halde, şu zamanda dahi, Hüseyn-i Cisrî gibi bir muhakkik nübüvvet-i Ahmediyeye (asm) dâir, yüz on dört işarî beşâretleri çıkarıp, Risâle-i Hamîdiye’de göstermiştir. (Sözler, s. 529)

İşte, bir numune olarak Tevrat, İncil, Zebur’un, Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselâma ait âyetlerinin birkaç numunesini göstereceğiz.

Birincisi: Zebur’da şöyle bir âyet var:
“Allahümme’bas lenâ Mukîme’s-Sünneti ba’de’l-fetreti / Allahım! Fetretten sonra bize Sünneti ihyâ edecek olan zâtı gönder.”1

“Mukîmü’s-Sünne” ise, ism-i Ahmedî’dir.

İncil’in âyeti:
“Ben gidiyorum, tâ size Faraklit gelsin.” Yani, Ahmed gelsin.2

İncil’in ikinci bir âyeti:
“Ben Rabbimden, hakkı bâtıldan fark eden bir Peygamberi istiyorum ki, ebede kadar beraberinizde bulunsun.”3

Faraklit, “El-fariku beyne’l-hakkı ve’l-bâtıl” (Hak ile batılın arasını ayıran) mânâsında, Peygamberin o kitaplarda ismidir.

Tevrât’ın âyeti:
“Hazret-i İsmail’in validesi olan Hâcer, evlât sahibesi olacak. Ve onun evlâdından öyle birisi çıkacak ki, o veledin eli, umumun fevkinde olacak ve umumun eli huşû ve itaatle ona açılacak.”4

Tevrât’ın ikinci bir âyeti:
“Benî İsrail’in kardeşleri olan Benî İsmail’den, senin gibi birini göndereceğim. Ben sözümü onun ağzına koyacağım; Benim vahyimle konuşacak. Onu kabul etmeyene azap vereceğim.”5

Tevrât’ın üçüncü bir âyeti:

“Mûsâ dedi ki: ‘Ey Rabbim, ben Tevrat’ta, insanlara iyiliği emredip onları kötülükten sakındırmak için çıkarılmış, Allah’a imân eden hayırlı bir ümmetin vasıflarını gördüm. Onu benim ümmetim yap.’ Allah buyurdu ki: ‘O, Muhammed ümmetidir.’”6

İhtar: “Muhammed” ismi, o kitaplarda Müşeffah ve el-Münhamennâ ve Himyâtâ gibi Süryânî isimler suretinde, “Muhammed” mânâsındaki İbrânî isimleriyle gelmiş. Yoksa sarih “Muhammed” ismi az vardı. Sarih miktarını dahi hasûd Yahudiler tahrif etmişler.

Zebur’un âyeti:
“Yâ Davud! Senden sonra, Ahmed, Muhammed, Sâdık ve Seyyid olarak anılacak bir peygamber gelecek. Onun ümmeti Allah’ın rahmetine mazhar olacak.”7

Hem Abâdile-i Seb’adan ve kütüb-ü sabıkada çok tetkikat yapan Abdullah ibni Amr ibni’l-Âs ve meşhur ulema-i Yehuddan en evvel İslâma gelen Abdullah ibni Selâm ve meşhur Kâ’bü’l-Ahbar denilen Benî İsrail’in allâmelerinden, o zamanda daha çok tahrifata uğramayan Tevrat’ta aynen şu gelecek âyeti ilân ederek göstermişler. Âyetin bir parçası şudur ki: “Mûsâ ile hitaptan sonra, gelecek Peygambere hitaben şöyle diyor:

“Ey Peygamber! Muhakkak ki Biz seni bir şahit, bir müjdeleyici, bir sakındırıcı ve ümmîler için bir dayanak olarak gönderdik. Sen Benim kulumsun ve sana Mütevekkil ismini verdim. Sen ne katı kalbli, ne huysuz ve ne de sokaklarda böbürlenerek yürüyen biri değilsin. Sen kötülüğe kötülükle de karşılık vermezsin. Sen affeden ve bağışlayan bir peygambersin. Eğriliğe girmiş olan halk onunla yolunu doğrultuncaya ve ‘Lâilâhe İllallâh’ deyinceye kadar Allah o peygamberin ruhunu almaz.”8

Dipnotlar:
1- Yusuf Nebhânî, Hüccetullah ale’l-Âlemîn, 104, 115.
2- Halebî, es-Sîretü’l-Halebiye, 1:352; Cisrî, Risâle-i Hamidiye (Türkçe tercümesi), 1:250; Kastalânî, el-Mevâhibü’l-Ledünniye, 6:201.
3- Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:743; Yusuf Nebhânî, Hüccetüllah ale’l-Âlemîn, 99; Cisrî, Risâle-i Hamidiye (Türkçe tercümesi), 1:255; İncil, Yuhanna, Bâb 14, ayet 16.
4- Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:743; Yusuf Nebhânî, Hüccetüllah ale’l-Âlemîn, 105-106; Tevrat, Tekvin, Bab 17.
5- Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:743; Yusuf Nebhânî, Hüccetüllah ale’l-Âlemîn, 86; Halebî, es-Sîretü’l-Halebiye, 1:347; Tevrat, Tesniye, Bab 18.
6- Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:746; Yusuf Nebhânî, Hüccetüllah ale’l-Âlemîn, 107-118; Tevrat, Eş’ıyâ, Ishah, 42.
7- Halebî, es-Sîretü’l-Halebiye, 1:353; Kandehlevî, Hayâtü’s-Sahâbe, 1:18; İbni Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 2:326; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:739; Nebhânî, Hüccetüllah ale’l-Âlemîn, 122.
8- Buharî, Büyû’: 5; Burhâneddin Halebî, es-Sîretü’l-Halebiye, 1:346; Dârîmî, Mukaddime: 2; Kandehlevî, Hayâtü’s-Sahâbe, 1:17; İbni Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 2:326; Nebhânî, Hüccetüllah ale’l-Âlemîn, 105, 135; el-Acurrî, eş-Şerî’a, 444, 452; Kastalânî, el-Mevâhibü’l-Ledünniye, 6:192.
Mektubat, 19. Mektub, s. 283

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*