Tahripkâr cereyanlar üzerine bir tahlil denemesi

Şu on küsur sene içerisinde dolu dolu yaşadığımız enfüsî ve afakî hadiseleri dünyamızdaki yerlerine yerleştirmede zorluk çekenler, zaman zaman mantığın üzerini çiziyorlar. Bazen de “pozitif düşünce” ile birilerinin bütün bunları şuurluca faydalı hikmetlere binaen “yaptığıyla” kendilerini teselli ederek, ‘Neme lâzım ilgililer düşünsünler’ diyerek tefekkürün mengenesinden kurtulmaya çalışıyorlar. Bize göre; mahiyetini akıl ve mantık terazisinde tartamadığımız bu girift olayların doğru okunuş biçimlerini “ahirzaman atlası” olan Risale-i Nur’da bulmak mümkündür.

Geleneksel düşünce genellikle iktidarın devamı için hâlâ statik kalıpları kullanıyor. Geleneksel ve genel mânâdaki iktidar mücadelesinde muktedir olanların, iktidarlarını birinci derecede sevdiklerine devretmek üzere kuvvetlendireceklerine, genişleterek sağlamlaştıracaklarına kail olunur. Fakat hadiselerin göz ile takip edilemeyecek derecede sür’at kazandığı zamanımızdaki “tahripkâr iktidarlardaki” bu klâsik yaklaşımın artık geçerli olmadığını düşünüyoruz. Tahrip için iktidara talip olanların kullandıkları usûl, propaganda ve argümanlar insanlığın bu güne kadar görüp duyamadığı hatta hayal edemeyeceği kadar zalimce, yalan üzerine bina edilmiş ve vahşice olduğuna “tahripkâr hareketin“ mahiyetini bilenlerin dışındakiler maalesef anlayamıyorlar. Dezinformasyon ve yalan propagandalarına kanarak onların tahriplerine yardımcı olan iyi niyetli avamın nisbeti hâlâ yüksek…

Tahripkârların dünyasında “düzen” yoktur. Barış kelimesinden nefret ettikleri halde, kitleleri kandırmada çokça kullanırlar. Devlet, sistem, mantıkî devamlılık, insan yararı, gelecek nesiller, çevre ve ahlâk gibi insanî mefhumları ajandalarına almazlar.

İslâm tarihçileri Moğolları zalim, çapulcu ve vahşi yağmacılar olarak niteliyorlar. Çingiz ve Hülagu’nun dünyalarında zamanlarının devlet sistemi, medeniyeti ve iktidar anlayışı olmadığından çekirge sürüleri halinde doğudan batıya bir felâket olarak medeniyetlere dadanmışlar. Maveraünnehir, Bağdat-Basra ve Harran medeniyetlerini toprağa gömmekten zevk alanların mücadelelerine “tahrip için iktidar” diyebiliriz.

TAHRİPKÂRLAR CESUR OLURLAR…

İnsandaki gadap duygusu ile  akıl  duyguları ifrat üzerine ittifak ettiklerinde, insanlığın tarifinde zorlandığı zulümler işlenmiştir. Çok ilginçtir ki, çoğu kez zalimlere uyan muhariplere yaranmak üzere bazıları tahripteki gadap duygularını cesaret ile karıştırmışlar. Neron’un Roma’yı yakması cesaretle ifade edilemediği gibi iktidarları uğrunda toplumun değerlerini, geleneklerini ve sembollerini yıkanların hareketleri de cesaretle irtibatlandırmamalı. Fakat maalesef dehayı zulmün hizmetine sunan Kuzey ve Batı Avrupa feylesofları, Avrupa’nın geleneksel Hıristiyanlığını halkın gelenek ve değerlerini tahrip eden materyalist hareket ve devrimleri “cesaretli” olarak ifade ettiler. Bazen de “hürriyet” maskesi altında her türlü insanî değeri yıkmaya yeltenenler neredeyse hürriyet kavramı olarak lanse edilmişler. Çok ilginçtir ki bu tahripkârların Fransız ihtilâlinden bu yana en belirgin vasfı da ”devrimciliktir.” Dinsiz felsefenin tahripkâr bir yansıması olan bu kelimenin zamanla müsbet mânâ kazanması, tahripkârların bazı sivil hedefleri ele geçirdiğini gösterir, kanaatindeyiz. Geleneği, insanî değerleri, çevreyi, her türlü kutsalı, genel ahlâkı ve çevreyi hiçe sayanlar “deli” değillerse mutlaka kuvvetli bir tahripkâr cereyanın askerleridirler. Tahrip için global iktidarın peşine düşmüş ve bu yolda her türlü hukuksuzluğu medet kabul edenlerden yine o cereyanca ele geçirilmiş medyada “cesur, kahraman, savaşçı, gerilla ve devrimci” olarak bahsedilmesi günümüzdeki dinvari değerleri alabora ediyor…

Son derece açık giyinen bir kadına “cesur!” nitelemesini belli bir medyadan çokça duymuşuz. Veya dindar bir topluluğun içinde; dini rencide edecek yazılar, aktiviteler ve konuşmalar ortaya koyanlardan “cesaretle” bahsedilmesi yalnızca onun dinsizlik veya şöhret duygusuyla da açıklanamaz. Tahrip iktidarları için global ve lokal düzeylerde organize olmuşların cemaat olarak o tahripçi ferde verdiği kuvveti göremeyenler, şu yazıda ifadede zorlandığımız manayı yakalayamazlar. Tahrip için iktidara koşanların arkalarına bakmaları veya geleceği tarih olarak düşünmeleri söz konusu olamaz. Faziletten nefret eden tahripkâr bu anlayışın, tarih hiç umurunda değildir. Bütün hedefi önüne çıkan insanî medeniyetin unsurlarını yerle bir etmektir. Doğruluk, iffet, sadakat, mertlik, vatan, şefkat, vicdan ve güzellik gibi insanî mefhumları lügatlerinden çıkarmışların siyaseti, ticareti, ırkçılığı ve hatta mezhepçiliği “dinsizliklerine“ alet etmeleri, netice almaları noktasında çok önemlidir: Rüşvet, yalan, her türlü sefahet, nifak, gerekirse istibdatla iş görenlerin icraatlarını masum gösteren medyanın buradaki rolü tartışmasızdır.

TAHRİP KOLAYDIR..

Orta Asya’dan Ön Asyaya kadar yangın ve yıkımla gelen Moğollar kahraman değildiler. Âlem-i İslâm’ın içinde bulunduğu çözülmeden ziyade, onlara bu zulmü gördüren tahribin kolaylığıdır. Haylaz bir çocuğun bir kibrit başıyla bir şehri yaktığını veya zalimane bir askerî kararla milyonların bir nükleer silâhla yok edilmeleri onların cesaretini göstermez. Bir milletten bin senelik millî ve dinî değerlerini o millete düşman dessas bir başka ülkenin yardımıyla birkaç senede yıkmanın da cesaretle ilgisi olamaz. Bazen dindar oldukları halde, dinin ve geleneğin aleyhindeki çalışmalarından dolayı ödüllendirilmiş tahripkâr liderlere de tarih şahitlik yapmıştır. Tahribin mahiyetini tahripkâr siyasetlerin arkasındaki görünmeyen gücün mahiyetini ve Allah’ın bu tahripkârlara Kur’ân’dan kullandığı üslûbun mahiyetini daha iyi anlayabilmek için Risale-i Nur’dan 13. Lemayı dikkatlice okumada fayda mülâhaza ediyoruz. Gerçi bu konunun biraz daha netlik kazanmasına Sünûhat, 5. Şuâ ve Müdafaat Risaleleri de yardımcı olurlar.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*