Tâ ki, düşmanlar sevinmesin!

Hz. Musa (as), “Rab”lık iddiasında bulunan Firavun’a iyi hitap edemeyeceğini düşünerek, konuşması daha akıcı olan kardeşi Hz. Harun’un (as) kendisine yardımcı olarak verilmesini talep eder Allah’tan: “Kardeşim Harun; dil bakımından benden daha düzgün konuşmaktadır, onu da benimle birlikte bir yardımcı olarak gönder, beni doğrulasın. Çünkü onların beni yalanlamalarından korkuyorum.” (Kur’ân, Kasas Sûresi: 33-34.)

 

“Kardeşim Harun’la arkamı kuvvetlendir. Onu işimde ortak kıl, böylece Seni çok tesbih edelim. Ve Seni çok zikredelim.” (Kur’ân, Taha Sûresi, 30-34.)
Ve Allah, Hz. Musa’nın (as) isteklerini kabul eder. (Kur’ân, Kasas Sûresi: 35.)
Bundan sonra A’raf Sûresi’nin 150. âyetinde belirtilen “düşmanı sevindirme” hadisesi nazara verilir. Hz. Musa (as) Tur’dan kavmine kızgın ve üzgün döndüğünde, “Benden sonra arkamdan ne kötü işler yaptınız! Rabbinizin emrini beklemeyip acele mi ettiniz?” dedi. Tevrat levhalarını yere bıraktı ve kardeşinin saçından tutup kendine doğru çekmeye başladı. Harun ise “Ey anamın oğlu” dedi, “Kavmim beni güçsüz buldu. Az kalsın beni öldürüyorlardı. Sen de bana böyle davranarak ‘düşmanları sevindirme’. Beni o zalimler topluluğu ile bir tutma.”
Acaba bu kıssa Kur’ân’da bize neden hikâye edildi?
Önceki âyetlerde, Allah’ı birlikte anma, zikir, ittihad ve cemaatle tebliğden söz edilerek şu mesaj verilir: Mü’minler ittihad etmeli; tâ ki, düşmanlar sevinmesin!
Ve yine şu dersleri de çıkarabiliriz:
* Dedikodu, gıybet ile biribirimizi çekiştirmeyelim: Tâ ki, düşmanlar sevinmesin!
* Tenkit ile birbirimizi yıpratmayalım: Tâ ki, düşmanlar sevinmesin!
* Tefrikaya düşüp kuvvetimizi dağıtmayalım: Tâ ki, düşmanlar sevinmesin!
Düşmanı sevindirmemenin yolu, Fetih Sûresi, 29. âyette vurgulanır: “Muhammed Allah’ın elçisidir. Onun beraberinde bulunanlar, inkârcılara karşı sert, birbirlerine merhametlidirler. Onları rükua varırken, secde ederken, Allah’tan lütuf ve hoşnutluk dilerken görürsün. Onlar, yüzlerindeki secde izi ile tanınırlar…”
Gayet tabiî ki, “hakkı arama, mü’minlerin arasını düzeltme, hakkın hatırını yüksek tutma, âdil, hamiyetli ve merhametli davranma” ile yumuşak davranmanın prensiplerini birbirine karıştırmamalı. Merhamet başka, hakkın yerini bulması için âdil olmak başka, hamiyetli davranmak başkadır.
* “Şahısların değil, hakkın hatırını yüksek tutmak; hiçbir hatıra fedâ etmemek gerektir.” (Bediüzzaman, Sünûhat, s. 67.) Tâ ki, düşmanlar sevinmesin!
* Prensip ve dâvâya sebat ve metanetle sarılmalı: Tâ ki, düşmanlar sevinmesin!
* Kuran ve iman hakikatlerini müzakere ve mütalaa etmeli: Tâ ki, düşmanlar sevinmesin!
* A’raf Sûresinin 150. âyetinde Hz. Harun’un (as) dilinden meâlen ders verilen “Düşmanlar sevinmesin!” hakikatini anlamalı, özümsemeli, benimsemeli, fiilen yaşamalı: Tâ ki, düşmanlar sevinmesin!

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*