Takipteki Nurcular…

Yıllar boyu bu haller devam etti…

“Nurcular…”

Başta Bediüzzaman ve talebeleri…

Bir asra yaklaşan bir zaman diliminde takip edildiler ve fişlendiler…

Doğudan batıya, Güneyden kuzeye…

Halbuki kimsenin burnunu dahi kanatmamışlardı. Ama bu takipler bir asra yaklaşan zaman diliminde devam etti…

On bine yakın savcı, hâkim ve polislerin rahatsız ettiği Nurcular bu hallerden yılmadı ve usanmadılar.

Takipler, işkenceler, hapishane duvarları…

Görevden el çektirilen memur ve subaylar…

Üniversitelerden atılan öğretim görevlileri…

Ailesinden ve akrabalarından tahkir gören Nur Talebeleri…

İki bine yakın mahkemelerde yılmadan dâvâlarını savunan Nurcular…

Hep Risale-i Nur okudular ve yazdılar…

Hem kendi imanlarını hem de başkalarının imanını kurtarmak için cansiperane çalıştılar.

Bu haller hem derin devleti, hem de bazı siyasileri oldukça rahatsız ediyordu.

Halbuki Bediüzzaman ve talebeleri bu milleti ve gelecek nesli dalâlet-i mutlakadan muhafaza için duâlarına almıştı.

Gençlisinden yaşlısına, zayıfından kuvvetlisine kadar her ehl-i imana kol ve kanat gerdiler.

Hiçbir siyasinin menfaat zebunu olmadılar.

“Gelen ağam, giden paşam” anlayışına kapılmadılar.

Meslekleri “maddî ve manevî feragat” idi.

Tebessümleri simalarından hiç eksik olamadı. Sonra birileri onları bitirmek için çareyi “aralarına ihtilâf vermek”te buldu…

Çeşitli desise ve tuzaklar ile ittihadlarını bozmaya çalıştılar.

Bitmedi, bitmedi, bitmedi…

Merhum Zübeyir Ağabey:

“Kardeşlerim, bu hallerin biri biter, diğeri başlar, siz bunları bitiremezsiniz. Sizler istikamet ve sadakat ile dâvânıza sarılmaya devam ediniz” dermiş.

Hakikaten bitmedi…

Yaşanan ittihad bozucu hallerin 41 yıldır şahidi oldum.

Ve şöyle devam ettim duâlarımda:

“Ya Rabbi bir ömür boyu beni istikamette daim eyle.”

Yine bir mahkeme sonrasında Tokat Turhallı Nur Talebeleri beraat ederler.

Bu beraat belgesini Turhal’daki Nur Talebeleri mahalli gazetede yayınlatmak isterler.

Hangi gazeteye gitti iseler bu haberin yayınlatılmasına gazete sahiplerini razı edemezler.

Halbuki bir çoğu tanıdık ve samimî görüştükleri insanlardır. Ama, olmaz…

Daha sonra matbaaları dolaşmaya başlarlar…

Fakat bunda da muvaffak olamazlar.

En son gidecekleri bir matbaacı kalmıştır ki, o da kasabanın en ayyaş insanıdır.

Çaresiz ona giderler.

Demokrat meşrepli ve mert bir insandır.

Heyet halinde selâm ve muhabbetten sonra, çaylar içilir, sonra sorarlar:

“Efendi bizim bir mazuratımız var”

Sarhoşluğun tesiri daha üzerinden gitmeyen matbaacı:

“Söyleyin ağalar dermanı bizde varsa can feda!”

“Biliyorsun bizler Nur Talebeleriyiz. Geçen yıl bizi topladılar, bir müddet hapishanede kaldık, daha sonra mahkeme safahatından sonra bizleri beraat ettirdiler ve takipsizlik kararı aldık.

Şimdi bu beraat kararını gazetede yayınlatmak istedik, ama gazeteler fazla gazete alacağımızı belirttiğimiz halde kabul etmediler. Sonra matbaalarda bastırıp dağıtalım ki, halkın bize mesafeli bakmalarından kurtulalım, dedik. Şimdi bu teklifi matbaacılar da kabul etmediler. En son sana geldik. Bu belgemizi basar mısın?”

Elini çenesine götüren Demokrat matbaacı:

“Para ile değil mi ağalar, neden basmayayım?”

“Ama sana da bir zarar gelmesinden endişe ediyoruz.”

“Siz orasını bana bırakın.”

“Biz nice badirelerden geçtik. Ben sizleri yakından biliyorum. Bu ilçenin en güzel ve mert insanlarısınız. Sizleri müdafaa etmek bizim için bir şereftir.”

Bu sözler karşısında şaşıran ve hayret için de kalan heyet, matbaacı ile yapılan pazarlıktan sonra, birkaç gün içinde bu beraat kararlarını bastırıp teslim alırlar.

Ve Nur Talebeleri işyerlerine ve meskenlere bu belgeleri dağıtırlar.

Kıyamet ondan sonra kopar! Savcılığa sayısız şikâyet dilekçesi ulaşır.

Akşama yakın bilinen bütün Nur Talebeleri merkez karakolunda ifade vermeye çağırılır.

Bu arada bu belgeleri basan yarı ayık, yarı sarhoş matbaacı da getirtilir.

Başkomiser tek tek ifadelerini alır.

Nur Talebeleri:

“Bizler bu ilçenin esnafları ve memurlarıyız. Bizim vazifemiz imanımızı kurtarmak ve başkalarının da imanlarını takviye etmek için çalışıyor ve gayret ediyoruz. Bundan başka bir maksadımız yoktur. Bu beraat kararını bastırmamızdaki maksat da, halkımızı bizi yanlış anlamaktan muhafazadır. Başka bir gayemiz yoktur. Risale-i Nur’un hedefi müsbet harekettir, bizler asayişin manevî muhafızlarıyız.”

Bu benzer ifadeleri bütün Nur Talebeleri başkomisere anlatırlar.

Sıra matbaacıya gelir.

Başkomiser:

“Peki bunları anladık, sen neden bunların evrakını bastın?”

Ayakta zor duran matbaacı:

“Parası ile değil mi komiser efendi, neden basmayayım?”

“Bu belgelerin suç olduğunu bilmiyor musun?”

“Ne suçu komiser bey! Bu belge beraat kararı değil mi?”

“Sen çok ileri gittin efendi”

“Valla ben, ileri mi gittim geri mi kaldım bilemem, ben paramı bilirim, bu arkadaşlar tanıdığım bildiğim dürüst insanlardır.”

Başkomiser:

“Yoksa sende mi Nurcusun?”

“Evet komiserim, ben de Nurcuyum”

“Hadi lan sen de, şu haline bir bak, bir de Nurcuyum diyorsun.”

Celâllenen matbaacı, elini yukarı kaldırarak:

“Ben de içen Nurculardanım!”

Karakolda ciddiyet dağılmış; komiser, polisler ve Nur Talebelerinin kahkahaları çınlamıştı.

Savcılığa sevk edilen Nur Talebeleri burada aynı ifadeyi vermişler ve müdafaalarını yıllar boyunca devam ettirmişlerdir.

Bu haller İttihad ve sonunda Yeni Asya gazetesinin neşir hayatına başlaması ile izale olmuştur.

Aynı vazife istikamet ve metanet ile kıyamete kadar devam edecektir inşaallah.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*