Takva

Takva, “Allah’tan korkup menhiyâttan çekinme”,1 mânâsında olup “vikâye” kökündendir. Vikâye, gayet iyi sakınıp korunmaktır. Aslı “vakyâ”dır. Nefsi korkulacak şeylerden vikayeye koyup korumak, diğer bir ifade ile sipere girip korunmak demektir.2

Dinî literatürde iki mânâda kullanılır: Birisi genel mânâsıdır ki, ahirette zarar doğuracak, azaba sebeb olacak şeylerden sakınıp uzaklaşmaktır. Takvanın bu genel mânâsı artabilir veya eksilebilir. En aşağı derecesi insanı ebediyen ateşte bırakacak olan şirkten kaçınmaktır. En yukarı derecesi ise, kalbi Cenâb-ı Hak’tan uzaklaştırıp başkasıyla meşgul eden herşeyden uzak tutup onu yalnız hakikî mânâda Allah’a çevirmektir. İşte hakiki takva budur. “Allah’tan nasıl korkmak gerekiyorsa, öylece korkun!” 3 mealindeki âyetten de murad budur.
Diğer özel mânâsı ise, nefsi azaba müstehak kılacak fiillerden, yani günahlardan korumaktır. “Onlar, ufak tefek kusurları dışında, büyük günahlardan ve çirkin işlerden uzak duran kimselerdir. Şüphesiz Rabbin, bağışlaması çok geniş olandır.”

 4 âyeti gereğince büyük günahlardan (kebâir) çekinmek lâzımdır.5“Kur’ân-ı Kerim, takvayı üç mertebesiyle zikretmiştir: Birincisi, şirki terk; ikincisi, maasiyi (günahları) terk; üçüncüsü, masivâullahı6 terk etmektir.”7

Bediüzzaman Said Nursî, Kur’ân’da takvanın imandan sonra önemli bir esas olduğunu ifade eder. Talebelerine yazdığı bir mektupta takvayı şöyle izah eder: “Takvâ, menhiyattan ve günahlardan içtinab etmek ve amel-i salih, emir dairesinde hareket ve hayrat kazanmaktır.” 8

Said Nursî, bu açıklamayı yaptıktan sonra önemli bir İslâm hukuku kaidesini zikreder: “Şerrin def edilmesi, hayrın celp edilmesinden öncedir.” Takvayı şerrin def edilmesi olarak değerlendirmiş, bu hususiyetiyle takvanın, üssülesas olduğunu aynı mektupta ifade etmiştir. Zamanın çok dehşetli olduğunu, günahların binlerle hücumunu nazara vermiş, takvanın önemine vurgu yapmıştır. Farzları yapıp kebîreleri işlemeyenin de kurtulacağını söylemiştir.
Said Nursî, takvayı menfî ibadet olarak değerlendirir. Yani bir haseneyi işlemek değil, bir günahtan kaçınmaktır. Günahlardan kaçınmak niyetiyle bir haramdan uzak durmanın yüzer vacibin işlenmesi gibi sevaplı olduğunu ifade eder.
Said Nursî, içinde bulunulan zamanın çok günahlarla çalkalandığını, bu sebeple takvanın izhar edilmesinin gerekliliği üzerinde durmuş, bu tutumun asla riya olmayacağını söylemiştir.9
Said Nursî, insana bitmez bir hazine olarak verilen sabır nimetinin üç türlü olduğunu, bunların da günahlara, musîbetlere ve ibadetlerin görünürdeki zahmetlerine karşı dayanmak olduğunu söyler, günahlara karşı olan sabrı da takva olarak nitelendirir.10

Said Nursî, Hz. Peygamberin sarsılmaz takvasını peygamberliğine delil olarak zikretmiştir.11
Said Nursî, ümmetin fesada uğradığı zamanda, sünnet-i seniyyenin küçük bir âdâbını yapmanın o kişi için ehemmiyetli bir takvayı ve kuvvetli bir imanı hissettireceğini Lem’alar isinli eserinde izah eder.12
Said Nursî, bin yıldan beri bu milletin zaruri ihtiyacı olan takvayı, hiçbir siyaset ehlinin, peygamberlerin ortaya çıktığı Asya’da yasaklamayacağını söyler.13
Takvanın faziletine dair ayetler Kur’ân’da sıkça tekrar edilmiştir:
“Allah’a karşı gelmekten sakınanlara söz verilen cennetin durumu şöyledir: Orada bozulmayan su ırmakları, tadı değişmeyen süt ırmakları, içenlere zevk veren şarap ırmakları ve süzme bal ırmakları vardır. Orada onlar için meyvelerin her çeşidi vardır. Rablerinden de bağışlama vardır. Bu cennetliklerin durumu, ateşte temelli kalacak olan ve bağırsaklarını parça parça edecek kaynar su içirilen kimselerin durumu gibi olur mu?”14
Bu âyetlerin fazlaca olması insanın takvaya uygun bir fıtratta olduğunu gösterir.
Takvanın faziletine dair rivayetler de hadis kitaplarında sıkça zikredilmiştir:

Ebûzer Gıfari’den (ra):

Peygamber (asm) ona şöyle buyurmuş: “Dikkat et! Sen ne kırmızıdan, ne de siyahtan hayırlısın. Ancak takva ile üstün olabilirsin.” (Ahmed b. Hanbel)
“Ey ehl-i iman! Bu müthiş düşmanlarınıza karşı zırhınız, Kur’ân tezgâhında yapılan takvâdır. Ve siperiniz, Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın Sünnet-i Seniyyesidir. Ve silâhınız, istiâze ve istiğfar ve hıfz-ı İlâhiyeye ilticadır.”15

Dipnotlar:

1- Şemseddin Sami, Kâmus-u Türkî, Alfa Yayınları, İstanbul, 1988, s. 327.
3- İslâm Prensipleri Ansiklopedisi, “Takva”, C. 2, İttihat Yayınları, İstanbul, 1994, s. 1729.
4- Âli İmrân, 3/102 5- Necm, 53\32.
6- İmam Birgivi Muhammed Efendi, Tarikat-ı Muhammediyye, Çev. Celal Yıldırım, Demir Kitabevi, İstanbul, 1996, s. 94.  7- “Allah’ın dışındaki her şey, bütün yaratılmışlar” mânâsında kullanılan tâbirdir.
8- Bediüzzaman Said Nursî, İşaratü’l-İcaz, Yeni Asya Neşriyat, 2.B, İstanbul, 1995, s. 45.
9- Bediüzzaman Said Nursî, Kastamonu Lâhikası, Yeni Asya Neşriyat, 5.B, İstanbul, 2006, s. 110.
10- A.g.e, s. 141 11- Bediüzzaman Said Nursî, Mektubat, Yeni Asya Neşriyat, 5.B, İstanbul, 2006, s. 271.
12- A.g.e, s. 303 13- Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, Yeni Asya Neşriyat, 2.B, İstanbul, 1998, s. 55.
14- Bediüzzaman Said Nursî, Tarihçe-i Hayat, Yeni Asya Neşriyat, 3.B, İstanbul, 1996, s. 482.
15- Muhammed, 47/15; Ayrıca bkz, 26/90; 12/57, 109; 39/73  16- Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, Yeni Asya Neşriyat, 2.B, İstanbul, 1998, s. 76.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*