Tarihe not düşüren bir son dakika vasiyeti

23 Mart 1960 Üstad Bediüzzaman’ın sevgilisine kavuştuğu tarihtir. Mücahidâne devam eden şerefli bir hayatın bu dünyadaki son demidir. Dini bu topraklarda söndürmeye çalışan zihniyetin depreştiği, inananların ise sakin, mahzun ve sessizliğe dalıp yetim kalmanın hüznünü yaşadığı bir tarihtir.20

Urfa’nın heyecan dalgasının zirveye çıktığı bir zaman dilimidir.

Bundan öncesini ise şöyle özetlemek mümkündür.

Yıl: 1960

Ay: Mart.

Yer: “Taşıyla toprağıyla mübarek Isparta”

Mekân: Ahşap bir ev!

Hatip: Asrın manevî tabibi Hz. Bediüzzaman Said Nursî.

Muhataplar: Nurun fedakâr hadimi olan bir avuç insan: Zübeyir, Tahirî, Sungur, Bayram, Ali İhsan, Ceylan, Nuri, Mustafa, Said, Şaban, Mustafalar…vs.

Söz:

“Kardeşlerim siz hiç merak etmeyiniz! Müsterih olunuz! Risale-i Nur küfrün belini kırmıştır! O bir daha belini doğrultamaz. Siz daima ve her zaman müspet hareket ediniz. Menfi hareket etmeyiniz! Vazifeyi ilahiye´ye karışmayın. Mümkünse her ilde Medrese-i Nuriyeler açın. Daha da önemlisi her bir nur talebesi evini mutlaka dershaneyi Nuriye’ye çevirsin!”

Veda ve vasiyet!

Evet hem veda! Hem vasiyet!

Koca Sultan, ahde vefa duygusunu yerine getiriyor.

On sekiz senesini geçirdiği:

“Taşıyla , toprağıyla mübarektir. Ben, sizin yüzünüzden Isparta’yı ve havâlisini taşıyla, toprağıyla seviyorum. Hattâ diyorum ve resmen de diyeceğim: Isparta hükümeti bana ceza verse, başka bir vilâyet beni beraat ettirse, yine burayı tercih ederim. Evet, ben üç cihetle Ispartalıyım. Gerçi tarihçe ispat edemiyorum; fakat kanaatım var ki, İsparit nahiyesinde dünyaya gelen Said’in aslı buradan gitmiş. Hem Isparta vilâyeti öyle hakikî kardeşleri bana vermiş ki; değil Abdülmecid ve Abdurrahman, belki Said’i o­nların herbirisine maalmemnuniye feda eylerim.”

Dediği, Nurun bahtiyar ve kahraman hadimlerinin ocağı ve merkezi olan mübarek Isparta’ya ve kahramanlara veda ediyordu.

Emanet-i Kübrayı asıl alarak kendisine sünuhat-ı kalbiye olarak, “Vehbi” olarak verilen ilimle telif mazhariyetine ulaştığı Risale-i Nur eserlerinin büyük bir kısmını telif ettiği mübarek belde Isparta’dan ebediyet alemine giden yolculuğun başladığını hissederek son nasihat ve tenbihlerini yapıyordu.

“Vefanın” sonsuzluğa uzanan kıvrımları, “vedanın” dayanılmaz ızdırabına karışıyordu.

Bir asra yaklaşan çilenin tomurcuk olduğunu, meyveye döndüğünü görmüştü koca sultan!

Erek dağlarında hayal edilen.

Gelincik, Çam dağları, Barla Denizi kıyıları ve Cennet Bahçelerinde temelleri atılan.

Eskişehir ve Kastamonu’da sarsılmaz ve ilâhî patentli muhkem planları yapılan.

Denizli ve Afyon’da hukukun üstünlüğüyle neticelenen bir mukaddes davanın.

Emirdağ, Isparta, İstanbul, Şanlı Urfa başta olmak üzere ülkenin her yerinde sağlam temeller oturtulan bu Kur’an davasının bu ülkeye kazandırdığı bunca artı değere sırt dönüp, kulaklarını tıkayanlar artık bu kin ve inattan vaz geçmeli değiller mi?

Şimdi Anadolu’da ve dünyanın her köşesinde yankılanan bu ses ve alemi kucaklayan Risale-i Nur hakikatine bu devletin adamları, bu milletin fertleri hiçbir şey olmasa bile kendi menfaatleri için kulak vermek ve gereğini yapmak zorunda değiller mi acaba?

Bu devleti idare edenler, millete faydalı olmaya çalışan her sorumluya düşen görev âsayişin, emniyetin, güvenliğin manevî teminatı olmayı bunca yıldan beri ferdi, ailevî, cemaatî yaşayışları olarak, topluma örnek olmuş, masumiyeti, fedakarlığı, dürüstlüğü ispat etmiş olan Nur Hizmetkârlarına bir başka gözle bakıp meziyetlerinden ve vatana, millete, insanlığa faydalı olacak örnek hareket ve güzel fikir ve katkılarından istifade etmek zamanının geldiğini idrak edecek basiretli ilim erbabını, idrakli idarecileri, hakperest siyasileri beklemek bu milletin hakkı olsa gerek artık.

Nurun hadimleri ve hizmet erleri Fedakâr Nur Talebelerine düşen görev ise bundan böyle; çok daha dikkatli, gayretli, himmetli, hamiyetli, ihlaslı, aşk ve şevkli olarak hizmetlerine devam etmek ve müspet hareket ederek toplumun dengelerini muhafaza yolunda gayret sarf etmek olmalıdır.

Okudukları hakikatleri; kendi vücut memleketlerinde, akıl saraylarında, ruh hazinelerinde, gönül tahtlarında, yoğurup, hazmedip hayatlarına tatbik edip, bu güzelliklerin topluma da mal edilmesi hususunda üstün bir feragat ve fedakarlık hali göstermek zorundadırlar.

Vasiyet, uyulmak için söylenir. Bir vebal gerektirir. Hele de vasiyeti söyleyen ağırlıklı birisiyse o zaman önemi daha da artar. Vebalin manasını bilenlere yakışan o­na uymaktır. Uyanlara selam olsun.

Bir asra yaklaşan şerefli ve çileli bir ömrün sonunda 23 Mart 1960 günü seher vaktinde cennetâsa yolculuğa kanat çırpan koca sultanın varisleri, o­nun açtığı o nurlu yolda çok badireleri atlatarak bugünlere geldiler.

2007 yılının bu ilk aylarında varılan son nokta ve kat edilen bunca mesafeye bakınca “Horhor medresesinde ekilen tohumların, Erek Dağında çizilen plânların, mübarek Isparta’da, Eskişehir’de, Kastamonu’da, Denizli’de, Afyon’da, Emirdağ’da çekilen çillerin nasıl rahmete dönüştüğünü görüp ruhî ve ulvi bir zevk ve tatminiyet almamak mümkün değil.

Bu Nurlu Kervanda yürüyenlere selam olsun! Lâyık ve muhtaç gönülleri de Rabbimiz en kısa zamanda Nurun rahmetine kavuştursun inşaallah. Amin.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*