Tarikat ile Risâle-i Nur arasındaki anneciğim…

Image
Esasında tarikattan Risâle-i Nur´a geçiş de olabilirdi hikâyemizin başlığı… Fakat annemin neslinin büyük bir kısmında bu iki tarzın iç içeliğinden dolayı aralarında kesin bir çizgi çizmedim. Büyük ırmakların yirmi birinci yüzyılın geniş sahrasında yavaş yavaş bitişini herkes anlayamayacağından, belki de tarikat ile hakikat iç içeliğinde ayrı bir güzellik ortaya çıkmıştı.

Anneciğim tarikatın her mensubu gibi rüyalara önem verirdi. Çokça rüya görürdü. Tarikatın büyüklerine rüyalarını tabir ettirdiği gibi, kendisine gelen rüyaları da tabir ederdi. Onun rüyalarındaki “tehlikeli” sembolleri bilirdik. Gördüğümüz rüyaları herkesten önce ona anlatırdık.

Tarikattan Risâle-i Nur´a geçişin rüyasını da o görmüştü. Rüyasında kendisine “ferdiyet” noktasından dünyanın boşalmakta olduğu söylenmişti. Tam o sırada da yerleri doldurulamayan şeyhleri ve halifeleri vefat etmişti. Anneciğim rüyasında, nazarında büyük gördüğü zatların isimlerini söyleyerek “dünyanın henüz boşalmadığını” rüyasındaki zata söylemeye çalışınca, o zat “Onlar da gidecekler ve tarikat noktasında dünya boşalacak” diye cevap vermiş.

Bu rüyayı 1960’ların henüz başında görüyor. Risâle-i Nur’un babacığım tarafından henüz evimize getirileceği zamanlarda… İstanbul’dan tanıdığı Ahmet Aytimur ve Ahmet Ramazan gibi hemşehrisi Nur Talebeleri aracılığıyla Bediüzzaman ve Risâle-i Nur’la tanışan babam, bu münasebetini kitaplarla pekiştirmişti. Anneciğim ise ağabeylerim aracılığıyla Nurları dinleyerek bağlanmıştı. Üstada olan bağlılıkları, Nakşi ve Kadiri şeyhlerinden geri kalmayacak derecede kuvvetli idi onların.

Anneciğimin gelin geldiği evin ilk defa “medrese” olarak kullanıldığı zamanı biliyoruz. Merhume Remziye ablam ve akranlarına Kur’ân ve ilmihal öğreten hocasının ismi ve zamanı maruf olduğundan tarih tesbitinde sıkıntı yok. Fakat “tekye” olarak, bilhassa kışın uzun gecelerinde sofilerin bir araya geldikleri tarihi tam tesbit edemedim. Merhum babamın demokratların ocak temsilcisi olduğu 1946’lardan sonra başlayabilir. Fakat 1950’lerden sonra Bingöl’den Diyarbakır´a uzanan mesafelerden şeyhlerin, halifelerin veya sofilerin toplandığını büyüklerimiz anlattığı gibi, 1960’lardan sonralarını biz de hatırlıyoruz. Bu sürecin 1960’ların sonuna kadar devam ettiğini ve 1970’lerde aynı evde risâle sohbetlerinin başladığını rahatlıkla hatırlıyorum.

Hem Nakşîlerin hatmesi ve hem de Kadirîlerin sesli teflerin eşliğinde zikir meclisleri çocukluğumuzun dimağından çıkmayan bir lezzettir. Hele meclisi güzel sesi ve geniş sîret bilgileriyle süsleyen Sincikli Sofî Hacısını unutmak hiç mümkün müdür? Evimizde şialığı tedaî edecek düzeydeki Al-i Beyt muhabbetini de unutmuyorum. İmam Hasan ve Hz. Hüseyin isimleri yağmur yüklü bulutlar gibi cemaati dalgalandırır, beşuş sîmaları hüzün sarardı.

Tarikattan Risâle-i Nur´a geçişi 28. Lem’a’da güzelce izah eden Üstadı okuduktan sonra, ailemin ehl-i tarike olan hürmet ve muhabbeti ayrıca devam etti. Bu muhabbetle hâlâ tarikat mensupları bir medreseye dönüşmüş evi tekyeleri kadar sever ve ziyaret ederler.

Tarikat büyüklerinin bir kısmının veya geldikleri yörenin isimleri hafızamda mûnisçe otururlar: Bingöl’den Kiğı’nın Sefkâr beldesi, Urfa’dan Elhan Köyü ve Şeyh Sinan, Adıyaman Artan’dan Nakşî M. Said, Malatya’dan Sofî Ali, Şam-ı Şerif´ten Berdol’a yerleşmiş Şeyh Hacı Ömer ve daha niceleri… Fakat çocukluğumun en çok etkilendiği zat ise ümmî bir veli olduğuna inandığım Sakızlı Ebuzer Amca… Birçok kerametine şahit olduğum bu zatın ahlâkî güzelliği, ağırbaşlılığı, tevazusu ve istiğnası ayrıcalığını ortaya koyardı.

Nakşîlerin sabah namazlarındaki tesbihatları hâlâ sabah uykularını çok seven nefsime ağır gelirdi. Çok uzun ve bitmez görünürdü gözümde. Risâle-i Nur´u tanıyıp medreselerde kalmaya başlayınca, Üstadımızın “sabah tesbihatının” daha da geniş olduğunu görecektim. Nakşîlerin ve Kadirîlerin bazı evradlarını da içine almıştı Risâle-i Nur tesbihatları…

Tarikattaki usûl, sûlûk ve rabıtayı bilmeyenler Üstadımızın “Zaman tarikat zamanı değil” sözünün esas mânasını anlayamayacaklar ve Nur Talebelerini tarikate muarız göreceklerdi. Fakat zamanın anlayış biçimini, ahirzaman dinsizliğinin taarruzunu, tarikat mensuplarının çocuklarına bile hallerini miras bırakamamalarını görünce, Üstadımızın “hakikat” sözü ile neyi ifade ettiğini pekâlâ anlıyoruz. Kaldı ki, M. Kemal’in vazifeli olarak tekyeleri kapatıp zaviyeleri kiltlediği zamanda, Bediüzzaman Hazretleri 29. Mektub’daki “telvih”lerle bu mübârek mesleği müdafaa ediyordu.

Bediüzzaman Hazretleri, Kemalistlerin ehl-i tarikattan bir zatı kendisine rakip çıkarma çabasını, tarikate ve ehl-i tarike sahip çıkarak boşa çıkarır. Bilhassa Nakşîlerde öne çıkan tefekküre telmihan yazdığı mektubunda tarikatın da, klâsik medresenin de Risâle-i Nur’da bir araya geldiklerini lâtif bir üslûpla haber veriyor: “Halbuki medrese içinde daha kısa bir yol hakikatin envârına gittiğini ve ulûm-u imaniyede daha sâfi ve daha halis bir âb-ı hayat çeşmesi bulunduğunu ve amel ve ubudiyet ve tarikattan daha yüksek ve daha tatlı ve daha kuvvetli bir tarik-i velâyet ilimde, hakaik-i imaniyede ve Ehl-i Sünnetin ilm-i kelâmında bulunmasını, Risâle-i Nur, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânın mu’cize-i maneviyesiyle açmış, göstermiş; meydandadır. “ (Kastamonu Lâhikası S. 177)

Bu yalnızca anneciğimin hikâyesi değil. Anadolu’da ve dünyada tarikattan Risâle-i Nur’a geçen yüz binlerce annenin aynı serencamı yaşadığına inanıyorum. Risâle-i Nur’da imanî dersleri dinlerlerken köşelerinde ellerindeki tesbihlerle evrad ve ezkârla meşguliyetlerine hepimiz çoklukla şahit olmuşuzdur. Hâlâ tarikattan getirdikleri gelenekleri Nurlarla – kendilerince – entegre etmiş yaşlı kadın cemaatlerini Anadolu’da çokca duyarız. Şeriatın genel çerçevesi içinde kalacak şekilde bazı annelerin derledikleri evrad ve ezkârı incelediğinizde, hak tarikatların da iç içeliğine şahit olursunuz. Materyalist çarkın duygularımızın üzerine boca ettiği müşevveşiyetlerle “güzel rüyaların” da iyice azaldığı bu zamanda, mübarek annelerimiz tarikatla hakikat arasında koşuşturmaktan yorulmuş görünüyorlar. Tarikatın ulvî münasebetlerini tahrip eden “modern hayat”, “elektronik medya” ve “bu dünyalardan etkilenen insanların sohbetleri” de annelerimizi, tarikatın sükûnet isteyen dünyasından realitelerin acımasız dünyasına hicrete mecbur etmiş görünüyor. İhlâs, sadakat, samimiyet ve sebatla salih amellere devam eden annelerimiz için ise hedef hiç değişmedi: Yalnızca Allah´ın rızasını tahsil etmek…

Image

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*