Tekrar Görüşebilmek

Dünyada görüşmekten zevk aldığı kişilerle tekrar görüşebilmek, insanlar için fıtrî bir arzu; tekrar görüşememek ise, fıtrî bir endişedir.

Allah (c.c.) insanı ebed için yaratmış ve o­na göre içine hisler koyarak bu geçici dünya hayatına göndermiştir. Ebedî hayata namzet olarak yarattığı için, o­na vereceği ebedî hayatın ve o ebedî hayatında sevdikleri ve dostlarıyla beraber olabilmenin arzusunu da o­na vermiş; bunun yanında, dünya hayatında beraber olduğu bazılarından ebedî hayatında ayrılacağı için, bu müstakbel ayrılığın endişesini ve önsezisini de içine yerleştirmiştir.

 

İnsanların dünyada görüştükten sonra birbirlerinden ayrılırken; “ – Tekrar görüşmek dileğiyle…” temennisinde bulunmaları, bu fıtrî hisleri sebebiyledir. Ayrılırken bu manâda bir temennide bulunmak, Türkçe’den başka dünya dillerinde de vardır. Çünkü, o dilleri konuşanlar da insandır.

Bizim ilk ceddimiz Hz.Âdem (A.S.) Cennet’ten geldi; o­nun dünyadaki nesillerinden olan insanların bir kısmı vatan-ı aslîsi olan Cennet’e gidecek; bir kısmı ise oraya gidemeyecektir. Allah (C.C.) bizleri, dünya hayatımızdan sonra, içimizde taşıyıp dünyadaki ayrılışlarımız esnasında ifade ettiğimiz tekrar görüşebilmek arzusunun asıl maksadı olan ebedî cennette de tekrar görüşebilenlerden eylesin.

Elli yıl olmuştu, liseye başladıklarından beri. Bu uzun müddet içinde yaşları ilerlemiş, çeşitli görevler yapanlar yaş haddinden emekliye ayrılmışlardı, ölenler de olmuştu. Zaman durmuyordu; insanı bir sel gibi önüne katmış götürüyordu. Ölüm, hayatın değişmeyen ve istisnası olmayan bir gerçeğiydi. Her gün yüz binlerce kişi ölerek bu gerçeği ders veriyordu. Bu dersi bazıları anlıyor, bazıları anlamağa, bazıları da anlamamağa çalışıyordu.

Elli yıl önce ayni liseye birlikte başlamış bu insanlar, son yıllarda daha da sıkı bir irtibat ve dayanışma halinde idiler. O gün de, aylık buluşma günlerinden biriydi. Bir masa etrafında iki saate yakın bir süre birlikte oturdular; bir şeyler yediler, içtiler, sohbet ettiler. Ayrılmalarına yakın, aralarından biri biraz güçlükle yerinden kalktı, birkaç adım yürüyüp durdu. Bitkin bir şekilde:

“ – Arkadaşlar..”

dedi ve bir nefes alacak kadar durup devam etti:

“ – Bir limanda şöyle bir latince yazı vardır: ‘Ultima Forsan’.

Bu; ‘Tekrar görüşemeyebiliriz’ demektir. Ben de ayni şeyi söylüyorum…”

Kısa bir sessizlik oldu; daha sonra, dostluk için bir araya gelmiş bu yaşlı insanları rencide eden çok yakışıksız bir küfür sesi duyuldu. Bu ses, konuşanın biraz evvel masada birlikte oturduğu taraftaki arkadaşlarından birinindi; düşünmemeğe çalıştığı inkâr edilemez bir gerçeği hatırlatana, elli yıllık arkadaşı oluşuna bakmadan, küfrederek güya tepkisini, aslında ise aczini göstermeğe çalışmıştı. Belli ki, arkadaşının o çok kısa konuşması damarına dokunmuştu. Ama küfretmek, neyi halledebilirdi? Görüştüğü kişilerle bu dünyada ve âhirette bir daha görüşememek ihtimali, küfretmekle mi ortadan kaldırılabilecekti? Bu ihtimale dikkati çekene ancak teşekkür edilse yeri değil miydi? Dostlar, akrabalar, insana ancak kabir kapısına kadar arkadaş; kabirden sonra ise, insan yalnız kalmayacak mıydı? Kıyamet, haşir ve Mahkeme-i Kübrâ’dan sonra nereye gidilecekti? Arkadaşlıklarının başlangıç tarihinden beri geçen elli yıl, az zaman değildi. Zaman ilerledikçe, birbirlerinden ayrılık ihtimali daha da artıyordu. Şimdiye kadar geçen sürede arkadaşlarından bazıları dünyadan ayrıldığı gibi, sıra bir gün kendilerine de gelecekti. Sonra ne olacaktı? Bu düşünceler ciddî şekilde devam ettirilirse, insanlığın en temel sorularına geliniyordu:

“Ben neyim? Ben nereden geldim? Ben nereye gidiyorum? Bu dünyaya kendi isteğimle gelmediğime göre beni kim gönderdi? Ve niçin gönderdi? Bu dünyada nasıl yaşamalıyım?”

Felsefecilerin, üzerinde asırlarca durduğu üç temel soru olmuştu:

1 – Kâinattaki mutlak hakikat nedir?

2 – Varlıkların hikmeti ve gayesi nedir?

3 – İnsan nedir ve o­nun vazifesi nedir?

Felsefeciler, bu üç temel soru üzerinde durarak, mükemmel bir hayatın nasıl yaşanabileceğinin yollarını asırlardır araştırmışlardı. Önce, maddî gelişme ile dünyada saadetin elde edilebileceği zannedilmiş; malda, parada, eşte, evlatta, zîynette, mevki ve makamda, saltanatta, şöhrette saadet aranmış; fakat hakikî saadet bunlarda bulunamamıştı.

“Ultima forsan” latince sözünü, aylık buluşma yemeğinde elli yıllık arkadaşlarına nakledip “Bir daha görüşemeyebiliriz…” mesajını veren yaşlı adam, bir arkadaşından çok haksız bir tepki almış olmasına rağmen, aslında müsbet manâda “maksadını aşan” çok kısa ve çok vecîz bir konuşma yapmıştı. Asıl maksadı ne olursa olsun, hayatın değişmez ve istisnası olmayan büyük gerçeği olan ölüme dikkati çekmiş; o­nun insanlara -ders alırlarsa- en büyük vaiz olabileceğini ve ölümden sonrasını düşündürmüştü. Bu söz, genç-ihtiyar, kadın-erkek, hasta-sıhhatli; ne olursa olsun, herkes için geçerli değil miydi? Hangimiz, ayrıldığımız kişilerle tekrar görüşebileceğimizi iddia edebiliyorduk? Tekrar görüşmek, bir iddia değil, ancak bir dilek ve temenni olabiliyordu:

“ – Tekrar görüşmek dileğiyle..” deniliyor, fakat; “ – Tekrar görüşmek iddiasıyla..” diyebilmeğe kimsenin dili varmıyordu.

Yazılı olduğu limanda “Ultima forsan” Latince ibaresinin de okuyanların dikkatini çektiği gibi, madem ki ayrıldığımız kişilerle dünyada ve daha sonra tekrar görüşmek iddiasında bulunamıyoruz; bununla alâkalı şu düşünce zincirinin halkalarına ve bağlantılarına bir göz atmamız faydalı olmaz mı?

“Bu dünyada ve daha sonra tekrar görüşemeyebiliriz, çünkü ölüm hepimiz için mukadderdir, bizi her an ayırabilir ve kimse âkibetinden emin olamaz. Bunu bilen bir insanın, bu dünyada neler yapması icap eder? Felsefecilerin asırlardır cevabını aradıkları o üç temel sorunun cevabı nerede bulunabilir ve nedir? Bu dünyaya gelmek ve bu dünyadan ayrılmak ne içindir? Bir gün ölüp bu dünyadan ayrılacaksak, bu dünyaya niçin geldik? Kendi isteğimizle geldiğimizi iddia edemeyeceğimize göre, bizi bu dünyaya Kim gönderdi, niçin gönderdi ve bizim nasıl yaşamamızı istiyor? o­nun istediği gibi yaşıyor muyuz, yaşamıyorsak niçin?”

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*