Her beşerî kavram gibi tenkidin de niyete ve yaklaşıma bağlı olarak müsbet olanı ve menfî olanı elbette vardır. Müsbet tenkitte yıkmak değil yapmak, bozmak değil tamir etmek, eksik bulmak değil eksikliği gidermek söz konusudur. Bunda insaf, merhamet, iz’an, akıl, yapıcı olmak ve iyi niyet hâkimdir.
Müsbet tenkîde hepimiz her zaman muhtâcız. Çünkü hatâlarımızı görmemize yarar. Hattâ kendimize karşı yöneltilen tenkitleri haksız ve insafsız da bulsak, müsbet saymamız ve tenkit sahibine gücenmememiz, bir olgunluktur ve fazilettir. Bedîüzzaman Hazretleri, bir müdürün kendisi gıyâbında insafsızca, tezyifkârâne ve hakâretli sözler söylediğini işitince, şöyle diyor: “Nefsime dedim: Eğer onun tahkîri ve beyan ettiği kusurlar, şahsıma ve nefsime ait ise; Allah ondan râzı olsun ki, benim nefsimin ayıplarını söyler. Eğer doğru söylemiş ise, beni nefsimin terbiyesine sevk eder ve gururdan beni kurtarmaya yardımdır. Eğer yalan söylemiş ise beni riyâdan ve riyânın esası olan şöhret-i kâzibeden kurtarmaya yardımdır. Evet, ben nefsimle musâlaha etmemişim. Çünkü terbiye etmemişim. Benim boynumda veya koynumda bir akrep bulunduğunu biri söylese veya gösterse, ondan darılmak değil; belki memnun olmak lâzım gelir.”1
Menfî tenkit, içindeki niyete bağlı olarak yıkıcılıktır, bozgunculuktur, tahriptir ve eksik bulma gayretinden başka bir şey değildir. Bunda hak değil, insafsızlık; akıl ve iz’an değil, nefis ve hevâ; yapıcı olmak ve iyi niyet değil, yıkmak ve tahrip etmek hâkimdir.
Ancak tenkidin şeklinden veya dozundan haklı mı, haksız mı veya yapıcı mı, yıkıcı mı olduğunu anlamak çoğu zaman pek mümkün olmaz. Çünkü muhatabımız haklı bir tenkidi çok sert bir üslûp içinde bize yansıtıyor da olabilir. Üslûbunun sertliğinden hareketle, tenkidinin yıkıcı olduğunu söylemek gerçekçi olmaz.
Tenkit konusunda genel geçer kuralımız şudur: Bize yöneltilen tenkitleri, üslûp ne kadar şiddetli, kırıcı ve yıkıcı da olsa, haklı ve yapıcı saymalı ve tenkid ışığında kendimizi bir kez daha değerlendirmeli; karşı tarafa gücenmemeliyiz. Ancak biz başkasını tenkit ederken, mutlak sûrette haktan, insaftan, yumuşak ve tatlı sözden ve iltifattan ayrılmamalı, muhatabı kırıcı ve incitici olmamalıyız. Bilhassa muhatabımız ehl-i îman ise, kalbini rencîde etmemeye gayret sarf etmeliyiz.
Üstad Hazretleri; ihlâs, uhuvvet, “fenâ fi’l-ihvân” ve muhabbet sırlarına uygun bulmadığı menfî tenkidin, kardeşler arasına girmesine bundan dolayı râzı olmuyor ve izin vermiyor.2 Çünkü her şeyin bütün çıplaklığı ve netliği ile ebediyete intikal ettiği şu dünya hayatında esas olan uhuvveti tesis etmektir. Uhuvvetle berâber muhabbeti, sevgiyi ve kardeşliği ‘fenâ fi’l-ihvân’ ölçüsünde kurmaktır asıl zor olan ve ihtiyacımız olan. Bu kurulursa herkese kendi hatâsını görme hakkı, yetkisi ve fırsatı verilmiş olur. Kişinin kendi hatâsını görmesi ve kendini yargılaması, hiç şüphesiz gıpta edilecek bir olgunluktur. Bu olgunluğun yeşerdiği alan ise, tefânî sırrının yaşandığı alandır. Gereksiz tenkitlerle bu alan rencîde edilmemelidir.
Dipnotlar:
1- Mektûbât, s. 67.
2- Lem’alar, s.164.
Benzer konuda makaleler:
- Tenkitlere açık olmalıyız
- En müthiş maraz ve musîbet: Cerbezeli tenkit
- Tenkidin anatomisi
- Bediüzzaman’ın “müsbet hareket” metodu
- Kardeşlerinizi tenkit etmeyiniz
- Çocuklarımız çiçeklerimizdir
- Bediüzzaman’ın siyasete yaklaşımı
- Hizmet, müsbet hareket etmektir
- Niyet, günahı sevaba nasıl kalbeder?
- Müspet ve menfî tenkit
1963 Mersin Gülnar doğumlu olan Süleyman Kösmene, ilköğrenimini doğduğu köy olan Yarmasu köyünde yaptı. 1981 Mersin İmam-Hatip Lisesi; 1986 Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi mezunu. Milli Eğitimin çeşitli kademelerinde öğretmenlik ve idarecilik yaptı. Yeni Asya Gazetesi Fıkıh Günlüğü köşesinde günlük yazılar yazmakta olan yazarımız, İstanbul’da yayın yapan Bizim Radyo’da ve EuroNur.tv’de programlar yapmaktadır. Evli ve üç çocuk babasıdır.
İlk yorum yapan olun