Terör belâsına kaderin fetvâsı

Başımıza gelen her hadisenin, giriftar olduğumuz her musibetin iki yönü vardır: Biri zahirî, diğeri ise batınîdir.

Zahirî olanı, sebeplere bakar.
Batınî olanı ise, İlâhî takdirle, yani kaderin izniyle, fetvâsıyla bağlantılıdır.
Hadiselere bakış ve değerlendirmelerimiz bu ölçü ve kıstaslar çerçevesinde olmalı ki, hem isabet kaydedebilelim, hem de “zahmetten rahmete giden yolu” bulup bir derece ruhî, vicdanî huzura vâsıl olalım.

Aksi halde, yer yer çıldırmaktan, ruhî bunalımlara sürüklemekten kurtaramayız kendimizi. Emareleri görünüyor.
O halde, başımıza gelen şu terör belâsının “zahirî sebepleri” kadar, belki ondan daha fazla “kaderî fetvâ” cihetini düşünmek durumundayız.
Zahirî kısmı çok konuşuldu, tartışıldı; lâkin, meselenin kaderî tarafı adeta es geçildi. Biz de, bir nebze olsun bunu nazara vermeye çalışalım.
Bakınız, bu terör belâsı, 12 Eylül Darbesinden (1980) önce yok denecek kadar azdı. Var olanlar da lokal seviyedeydi. Kuvvet ve yaygınlık kazanmış değildi.
Kemalist cuntacılar, “anarşiyi önlemek” bahanesiyle darbe yaptılar. Ancak, ondan çok daha şiddetli olan terör belâsını bu milletin başına saldılar.
Bu milletin ekseriyeti ise, korku belâsı, yahut gaflet eseri olarak, darbe yapan cuntayı alkışladı. Hem de ne alkış…
İş bununla da kalmadı, yüzde 92’lik seçmen kitlesi darbecilerin dayattığı “ilke ve inkılâp gölgesindeki” Anayasa’ya, cunta liderini de Cumhurbaşkanlığına terfi ettirecek  şekilde “evet” dedi. (Bu umumî hata değil mi?)
Bazı kimseler, darbecileri alkışlamaktan helâk olacak dereceye geldi.
Adamlar, pıtırak gibi her tarafta heykel dikiyorlar; alkış…
Binlerce insanı keyfice gözaltına alıp aylarca işkenceden geçiriyorlar, yine alkış.
Uyduruk mahkemeler eliyle, seyyânen “bir sağdan, bir soldan” gençlerimizi asıyorlar; alkış ki, ne alkış…
Dahası var. “Darbe Anayasasını Evet”çi kitle, darbecilere alkış tutmakla kalmadı, cuntanın alaşağı ettiği meşrû hükûmet kadrosuna da yuhlar, esefler, nefretler yağdırdı.
Aynı kitle, bugün itibariyle darbecilere, cuntacılara sıcak bakmıyor. Hatta, darbe yapmaya niyetlenen zanlıları (Balyoz, Ergenekon..) bile yerin dibine batırmak istiyor.
Ancak, buna rağmen, 1980’de darbeye mâruz kalanlara, ne hikmetse bir türlü “demokratça” bakmıyor, bakamıyor, yahut bakamayacak duruma getirilmiş bulunuyor. (Bu durum bize sevap mı kazandırıyor?)
Böylelikle, ortaya çıkan şu paradoksa bakın siz: Darbeye karşı, darbe ihtimaline şiddetle karşı, bugün cunta zanlısı olanlara daha bir şiddetle karşı, falan…
Ama, gelin görün ki, acımasızca darbeye mâruz kalanlara karşı, en ufak bir sahiplenme, bir destek çıkma eseri yok.
Destek çıkmak ne kelime, onlara karşı dehşetli propagandalarla alevlendirilen husumet ateşi bütün şiddetiyle, bütün huşûnetiyle hâlâ devam edip gidiyor.
Elhasıl, umumî belâ ve musibet, umumun hata ve günahına terettüb eder.
Hiç şüphesiz, umumî veçhe kazanan şu terör belâsına fetvâ verdiren, daha başka hata ve günahlarımız da var.
Meselâ, onlarcasından tek bir tanesi: Harim–i ismetimize kadar giren tv’lerdeki ahlâksız dizilere ailecek tutku derecesine varan bağımlılık hali ve bu sebeple depreşen süflî duyguların âile ve sosyal hayatımızı zehirlemesi gibi…

Yazıcıoğlu’na sûikast şüphesi

Muhsin Yazıcıoğlu ve arkadaşlarının helikopter kazası sonucu vefat etmeleri (Mart 2009) ile ilgili olarak şimdiye kadar ulaşılan her belge, ortaya atılan her bilgi, bu kazanın, aslında plânlı bir sûikast eseri olduğu yönündeki şüphe ve kanaatleri daha da güçlendiriyor.
Temenni edelim ki, DDK’nın da devreye girmesiyle başlatılan araştırma ve soruşturma faaliyeti, hiç kesintiye uğramadan sonuna kadar devam etsin.
Zira, bu elim hadisenin iç yüzü aydınlatıldığı takdirde, zan ve şüphe bulutlarıyla perdelenmiş benzerî mahiyetteki hadiselerin vüzuha kavuşturulması da imkân dairesine girmiş olacak.
Meselâ, Jandarma eski Genel Komutanı Org. Eşref Bitlis’in ölümüyle sonuçlanan uçak kazası (17 Şubat 1993) gibi…
Meselâ, Susurluk gerçeği ve JİTEM’le bir şekilde bağlantılı olan diğer ölüm vakıaları gibi…

* * *

Cumhurbaşkanı Gül, düşen helikopterin beyni hükmündeki karakutunun, bazı rütbeliler tarafından sökülme görüntüleri ile bu cihazın niçin kaybedildiği hususunu geçen hafta gündeme getirdi.
Ardından, bazılarına cesaret geldi ve ortaya peşpeşe belgeler, bilgiler, ihbarlar çıktı.
Şimdi, bunlar da ilgili savcılık tarafından soruşturuluyor.
İnşaallah, en kısa sürede hayırlı neticeler elde edilir ve sıra muammalı diğer vukuatlara gelir.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*