Tesettür, yaratılış gerçeği

Image
Handan Koç’un bence samimî sesleniş ve sorulara yer verdiği, “Tesettür Risâlesi hakkında” başlığıyla Radikal2’de yayınlanan yazısı, bana fikir dünyamızda bazı şeylerin çok olumlu yönde değiştiğini hatırlattı birdenbire.

Öncelikle ona Tesettür Risâlesini okuduğu ve anlamak üzere sorular yönelttiği için teşekkür ve tebriklerimi sunuyorum.

 
Risâle-i Nur mesleğini tarikat olarak tanımlamak gibi birkaç hatasına yazısının hemen altındaki yorumlar bölümünde cevap verdiğim için bunun üzerinde durmuyorum.

“Metnin (Tesettür Risâlesinin) sonundan başa doğru gidersek, Nursî’nin dünyasının sınıfsal eşitlik fikrine nasıl kapalı olduğunu görürüz. Düşünün, âdî bir kundura boyacısı, rütbeli birinin açık bacaklı karısına sarkıntılık edebilir. Bu olmamalıdır. Âdî sıfatının bu rahat kullanımı, Nursî’nin sınıflara bakışını, üstlerin üst, astların ast kalacağı bir düzen taraftarı olduğunu ortaya koyar.” (H. Koç)

Eşitlik ve adalet bazen birbirinden ayrılır. Her eşitlik, adalet olmayabilir. Said Nursî “Müsavatsız (eşitlik olmaksızın) adalet, adalet değildir” derken hukuk karşısındaki eşitliği kasteder. Bu açıktır. Yargı, hak lehine hüküm vermelidir.

Said Nursî gerçekçidir, kadın ve erkek arasındaki yaratılıştan gelen farkları göz önüne serer. Bu farklar muâmelelerde de farklar doğmasını gerektirir. Her hukukta kadın ve erkek farkını gözeten hükümlere rastlanabilir. (Meselâ: İş hukukunda kadın ve erkekler için çalışma sınırları ayrı ayrı tanzim edilir. Biyolojik ve ruhsal farklar göz önüne alınır.)

İnsanlar arasında “sınıf” denen, tabakaları oluşturacak farklılıklar vardır. Bu kaçınılmazdır. (Doğuştan ya da sonradan olması fark etmez.) Ne yaparsak yapalım, sınıfların oluşmasını da, oluşmasına sebep olan şeyleri de ortadan kaldıramayız. Said Nursî sınıflar arasında samimî kardeşlik ve yardımlaşma ve sevgi bağları tesis edilmesi gerektiğini söyleyerek bu gerçeği bir tanışmaya ve yardımlaşmaya tebdil eder. Zekât bahsinde fukara tabakasıyla zenginler tabakası arasında zekâtla kurulan saygı ve sevgi köprüsü düşünülmelidir.

Koç’un, yazısında Üstad’dan iktibas ettiği “âdî” kelimesi “sıradan” mânâsındadır. Belki de “sade vatandaş” gibi birşey. Lûgatlere bakılırsa, “âdî”nin bu anlamı da fark edilebilir. Sonra bu yazıda, kunduracı ile “rütbeli” denen şahsın geldiği sınıf arasında nasıl bir fark olduğu vurgulanmamıştır. Vurgulanan, kendisini İslâm’ın 1400 yıldır uygulanan ve ezelden ebede giden hükümleriyle (tesettür, ezan…vs) mübareze etme kuvvetinde gören o zamanın o “rütbeli” şahsının, sade bir vatandaş olan kunduracı tarafından uğratıldığı onur kırıcı durumdur. İşte Üstad der ki: “..bilfiil sarkıntılık etmesi, tesettür aleyhinde olanların hayâsız yüzlerine bir şamar vuruyor!” Nitekim “rütbeli” olsun, “rütbesiz” olsun hiç kimse, biricik eşine, kızına, annesine sarkıntılık edilmesini hoş karşılamaz. Hele böyle kibirli birisine bu “şamar”gibi gelir…

“Kadınların zayıf yaradılışı yüzünden çarşafları kaleleri olmalıdır. Kadınların doğuştan zayıf yaratıklar olduğu fikri o kadar çok yinelenir ki, Said Nursî ve taraftarlarının kadınlara yönelik düşüncelerinde, cinsler arasındaki tabiî farkları tasnif edişinin ırkçı bir yaklaşıma yakın olduğu söylenebilir. Çünkü işaret edilen değişmez, kesin ve her kadına mahsus özellik zayıflıktır.” (H. Koç)

Her ağacın en değerli yeri meyvesidir. Değerli olan daha hassasdır. “Zayıflık” değersizlik değildir. Kadın, korunması ve ipek sadefler içinde saklanması gereken öz bir cevher, bir değerdir. Zira kadında; erkeği kendine çeken bir değerler manzumesi vardır. Erkeği kadına doğru çeken şey sadece cinsellik değildir. O da çok büyük pay sahibidir, ama erkek duygusal anlamda bir tamamlayıcı da bulur kadında. Kadın da erkekte tabiî. Bu çekim, bir aileyi netice verir. Kadın erkek arasındaki çekim, gezegenler arasındaki çekime çok benzer. Kadın ve erkek birbirlerini çekerek bir yörüngeye girerler. Burada oluşan sistemdir aile. Nasıl kâinatta gezegenler arasındaki devasa enerji ve çekim, dengeler örtüsüyle sarılarak bozulmaktan korunmuşsa; aile denen bu küçük güneş sistemini de tesettürle örtmek elzemdir. Kadın ve erkek tesettürle ve yüksek ahlâkla örtündüklerinde başka yabancı maddeler bu sistemi bozamaz, kirletemez. Toplum böyle sağlıklı olur.

Kâinata bakılacak olursa, her şey ama her şey bir örtü taşır. Meyveler, hücreler, gezegenler… Yani her şey örtülüdür. İslâm, Allah’ın Settar ismine dayanan bu küllî kanunun bir ucunu insanda kadın ve erkeğe farz kılar ki, taşıdıkları değerler heba olmasın, dağılmasın, çürümesin, tefessüh etmesin.

“Namus ne demektir?” diye hiç merak ettiniz mi? Üstad, İşârâtü’l-İ’câz’da şöyle der:

“İnsan, santral gibi, bütün hilkatın nizamlarına ve fıtratın kanunlarına ve kâinattaki nevamis-i İlâhiyenin şuâlarına bir merkezdir. Binaenaleyh, insanın, o kanunlara intisap ve irtibat etmesi ve o namusların eteklerine yapışıp temessük etmesi lâzımdır ki, umumî cereyanı temin etsin. Ve tabakat-ı âlemde deveran eden dolapların hareketlerine muhalefetle o dolapların çarkları altında ezilmesin. Bu da, ancak o emir ve nevahiden ibaret olan ibadetle olur.” (s. 141)

Yani bizim namus dediğimiz, kısaca ahlâk-ı İslâmiyye, kâinatta her an cârî olan küllî kanunların insan denen küçük kâinatta olması gereken ucudur. Çünkü Said Nursî “İnsanı büyütürsen bir kâinat olur” der. Doğrudur… Bilim buna şahittir. İnsan kâinatın bir modeli gibidir.

Elhâsıl kadınların zayıflıklarına yapılan vurguda, onlarda olan değere ve ihtiyaç duydukları ihtimama yapılan işareti görmezsek, bütün bütün hata ederiz.

“Ayrıca kadınlar doğuştan kıskançtır, çirkinliklerinin görülmesini istemezler ve erkeklerin himayesine muhtaç oldukları için onlar tarafından hiyanetle itham edilmekten çok korkarlar, dolayısıyla kendilerini hamilerine sevdirmeye çalışırlar. Kendilerini hamilerine yani kocalarına sevdirmelerinin yolu ise tesettürden geçer.” (H. Koç)

Tesettür Risâlesi’nin Birinci Hikmet’inde psikolojik ve sosyolojik bir analiz vardır. Kadınların hepsi doğuştan kıskanç demek değildir. Zaten Bediüzzaman da, “bir kısmı” demiştir. Bu bir gerçektir. Elbette erkekler arasında olduğu gibi, kadınlar arasında da bu his olabilir. Burada “iyidir” veya “kötüdür” denmemiş ayrıca. Sadece bir tesbit yapılmış. “Kadınların hiçbirinde zerre kadar kıskançlık yoktur” diyen beri gelsin…

Başta da dediğimiz gibi her eşitlik hak değildir. İnekten aslan gibi yırtıcı olmasını, aslandan inek gibi süt vermesini bekleyemeyiz. Yaratılmış her sınıf arasında tam bir yardımlaşma ve uyum olmalı ki, dünya cennetin bekleme salonu gibi bir hâl alsın.

Allah, kâinatı oluşturan her mevcuda uygun bir program yazmıştır. İnsanı mükellef tuttuğu kurallarında ise, yaratılışımızdan gelen özelliklerimizi dikkate alarak bize en uyumlu programı önerir. Tesettürü, kadına ve erkeğe, kendi yaratılışlarına uygun olarak (sünnetle sabit olan şekil ne ise onu) farz kılar. Allah, kimin eline ne verdiyse, ona göre bir şey ister. Kadın insan neslinin devamını ve sağlığını temin eden sayısız hassas özelliklerle donatılmıştır. Bu sadece doğurmak değildir, yanlış anlaşılmasın. Toplumu yetiştiren analardır. Şimdi bu hassasiyette yaratılmış bir insan ile erkek bir olabilir mi? Elbette farklılıklar olacaktır. Eğer her şey aynı, tek tip olsaydı hayat devam etmezdi.

İşte bu hassas insanın (kadının), eşine şirin görünerek onun nazarında sadakat derecesini kazanmakla kendini sevdirmesini, ağır ve ezici görenlere sesleniyorum: Acaba sıcak aile yuvasının devamı için bu kutsal görevi ve ihtiyacı sadece kocasına karşı yapmak mı ağırdır, yoksa tesettürsüzlük ve pervasızlıkla o yuvayı yıkıp, bütün serseri ve ahlâksız erkeklere hedef, pis hayallerine tema ve bazı yakışıklı zengin erkeklerin de oyuncağı olmak mı daha ağırdır? Hayatın yükü denen bir sürü zorluğu birlikte kolayca kaldırmak için kadın ve erkek her sınıfta olduğu gibi karşılıklı sevgi içerisinde yardımlaşma ve kabiliyetlere göre maddî-mânevî iş bölümü yapmak zorundadırlar. Burada kadına düşen görevler erkeğe düşen görevlerden farklı olabilir. Bundan daha normal bir şey yoktur.

“Kadınların eşitlik arayışlarının yükseldiği ve Batı’dan başlayarak tüm dünyayı etkilediği yılların insanı olan ve her şeyi takip etme iddiasında olan Nursî için doğum kontrolü akla hayale gelmeyen bir şey olmuş olamaz. Çünkü kutsal addedilenler dahil çok eski metinlerde bile, kadınların meşrû görülen-görülmeyen cinsel ilişkilerinin sonucu olarak doğum yapmamak üzere bir takım tedbirler aradıkları ve zaman zaman buldukları bilinir. Nursî bu bilgilere kapalıdır. Kadınlara sekiz-dokuz dakikalık bir zevk yüzünden hamile kalabileceklerini, bu yüzden erkeklerin iştahını açmayacak şekilde gezmeleri gerektiğini söyler. Nursî böylece, propagandasına korkutmayı katmaktan çekinmeyen bir siyasetçi yönü olduğunu belli eder.” (H. Koç)

http://europa.eu/…

Yukarıda linkini verdiğim sitede AB ülkelerinin 2004 yılı nüfus ve doğum istatistikleri yer alır. Buraya baktığımızda 25 Avrupa ülkesinde ortalama doğan her üç çocuktan birisinin evlilik dışı olduğu hemen anlaşılır. % 31.6 oranına denk geliyor. Bu tabloda en sağdaki sütun ülkelere göre evlilik dışı gerçekleşen doğum oranlarını göstermektedir. Çoğu Avrupa ülkesinde bu oranın neredeyse % 50 olduğunu takdirlerinize sunuyorum.

Bu oranlar evlilik dışı doğum oranının felâket boyutunda olduğunu gösteriyor. Diyeceksiniz ki bu oranlar Avrupa’ya ait Türkiye’yi bağlamaz. Evet doğrudur ama zaten Risâle-i Nur, bu risâlesiyle, Kur’ân’ın bütün dünya kadınlarına teklif olarak gelmiş emirlerinden tesettürü anlatıyor ve sadece Müslümanları hedef alan bir açıklama yapmıyor. Ayrıca Türkiye’de de ahlâkî yozlaşmaya bağlı olduğu aşikâr olan bir evlilik dışı cinsel ilişki gerçeği var ki, aile ve toplumu tehdit eden ve içtimâî hayatı zehirlendiren en pis tehlikedir; son yıllarda giderek çoğalmaktadır.

Açıkcası elimde bazı rakamlar var ama buradan vermeye yüreğim elvermediği için yazmaktan çekindim. Yalnız Türkiye’de de bu gayrimeşrû rezil zina illeti yüzünden beklemediği doğumlarla karşılaşan insan sayısı hatırı sayılır derecede fazladır.

İşte Avrupa’da durum böyleyken, elbette takdir edersiniz ki doğan çocukların kısm-ı azamı, bütün yetiştirme zorluklarıyla kadının himayesine ve zayıf omuzlarına kalacaktır. Bu Avrupa gibi ahlâkî parçalanma geçiren ve maddeten zengin bir ülkede hemen kaos meydana getirmese de, Avrupa’ya nüfus ve zürriyet bakımından sakat kalmak olarak geri dönmüştür. Avrupa nüfusu hızla azalmaktadır. Dünya nüfusunun % 12’si şu anda Avrupalıdır 2050 yılında bu oranın % 6’ya düşmesi beklenmektedir.

İşte Üstad Said Nursî Hazretleri çirkin ve pis şeyleri fazla tasvir etmeden, hakikati ve neticede anlaşılması gereken şeyi okuyucuya verir. Ve der ki: Birkaç dakika zevk için nefsinizin ve karşıdaki erkeğin oyununa gelmeyin ya da onu da baştan çıkarıp başınıza belâ almayın, tâ o pis işten (Avrupa’nın 1/3’ü gibi) zayıf başınıza daha şu dünyada bir sürü maddî meşakkat ve sıkıntı kalmasın.

Evlât bakmak elbette ana babalar için bir zevktir. Ama evli olanlar için. Ana babası ayrı yaşayan çocukların kendilerine, ailelerine ve topluma çektirdikleri ıztırapların istatistiklerini de vermeye gerek görmüyorum. İz’ânınıza havale ediyorum.

Bediüzzaman Said Nursî, her kelimesiyle bütün dünya insanlığına saadeti, selâmeti, gerçekten insan olmanın yollarını gösteren bize en yakın ve eşsiz sestir.

Handan Koç Hanımefendiye bir aydın kişinin yapması gerektiği gibi bu devasa fikir güneşine yani Risâle-i Nur’a ilgi gösterdiği ve merdane bir şekilde sorular yönelterek bazı şeylerin anlaşılmasına vesile olduğu için teşekkür ediyorum.

Benzer konuda makaleler:

4 Yorum

  1. bende size tesekkür ediyorum. Bu hakikatlerin didik didik edilmesi ve Kur`anin bu asrin insanina olan mesaji cok iyi anlasilmasi gerek. Bu yazi buna hizmet etmekte.. Özledigimiz tartisma tarzida bu iste, fikirler one sürülüyor ve böylece hakikatler dahada parliyor. Allah razi olsun.

  2. o kadar güzel hallediyorsunz ki herseyi, kendinizce oluşturduğunuz yobazlık ve geri kafalıktan başka bir şey olmayan kanıtlarınızla
    o kadar iyi inandırıyorsunuzki milleti helal olsun

  3. “geri”veya”ileri”kafalı olmak hakkın nerede olduğuna bağlı olarak önemli olabilir. kimse “çağdaş” veya zamanın herhangibir diliminde konumlanmış düşünce kültüne yönlenmeye zorlanamaz. fikirler sadece zaman şeridinden kaynaklanıyor olsaydı ve tek kaynağı o şeritte giden faniler olsaydı belki de “ileri”cilik ve “çağdaş”lık değer ifade ederdi yalnız Bilge Hanım kainatta ezel ve ebed adında zaman şeridinde olmayan iki kavram var. bunlar mazi ve istikbal silsilesinin birer ucu değil. işte bizim ezelden gelip ebede giden ve Vahye istinad eden fikirlerimiz (tesettürden bahsediyorum) “çağdaş” olmak veya “ileri”ci olmak mecburiyetinde değil. çünkü zaman şeridine düşen herşey mutlaka eskir ve birgün mazi olur.geri olur. ama insanlara gönderilen vahiy bu şeride çok yukarıdan bakar ve geçmiş gelecek için aynı şeyi söyler. ve söylenen şey asla eskimez. çünkü zaman şeridine bağlı değildir.

    yobazlık inandığı fikre körükörüne saplanıp kendi bildiğini okumaktır.

    evet Bilge Hanım anlamadığını soran bir hanımefendi ile buna delillerle cevap veren bir kişi arasında delillere ve dialoğa dayalı bu konuşmaya sizin de bazı delillerle iştirak etmenizi beklerdim. eğer delilsizce bizim yobaz olduğumuza inanıyorsanız…üzücü…

    toplumda hiçbir zümrenin başka bir zümreyi hiçbir ahlak ve din ve insaniyet hükmünce zorla çağdaşlaştırmak yada gericileştirmek gibi bir ne görevi ne de yetkisi vardır.

    din ve tesettür bir tekliftir. her din ve her ideoloji gibi delillerini ortaya koyar siz de ya katılır ya da katılmazsınız. eğer yanlış olduğunu ve anlamsız olduğunu düşündüğünüz noktalar varsa bunları insanları incitmeden sorarsınız. ve size cevap verilir. bu diyalogdan iki taraf da kazanır. belki siz ona unuttuğu birşeyi hatırlatırsınız belki de size düşünürken atladığınız bir noktayı gösterir böylece hem bir dost hem bir bilgi kazanmış olursunuz. ama
    hakaretle ezerseniz küçümserseniz bir dost ve kim bilir neler kaybedersiniz…

    bize kin beslemek için bir sebebiniz olduğunu düşünmüyorum eğer gerçekten tanısanız bu fikri paylaşan insanlar arasında da bir çok yönüyle sevebileceğiniz ve ufkunuzu açaçacak çok insanları kazanabilir onları da sevebilirsiniz.

    bu sözleri sizi inciterek intikam almak için değil şu vatanda yetişip bu memleketin sıkıntılarını benimle beraber yaşayan aynı dili konuştuğum belki de aynı Allah’a inandığım bir kardeşimi daha kazanmaktır.

    ne olur bizimle konuşun size cevap veririz. hakarete gerek yok.

  4. o senin yobazlığın canım beyenmiyorsan burada yazılanları gelme buraya o zaman… git kemalist sitelerinden oku emin ol oradaki senin yobaz aklına tam uyar…

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*