Tesettürsüzlük musibetindeki kusur ve ihmallerimiz

Netameli bir konu. Fakat yalnızca Anadolu’da. Bu konuyu yalnızca Anadoluda işlemekte zorluk çekiyorsunuz… Avrupa’da, Arap âleminde veya İndo-Malaya’da Müslüman olarak bu sıkıntınıza şaşarlar. Zira oralarda tesettürden maksat “fıtrattır.” AB’de hiç olmazsa fikir hürriyeti çerçevesinde hürmet görürsünüz. Fakat Anadolu’daki illetli atmosfer, Müslümanın tesettürünü ifadesine sıkıntı verir hale geldi.

Hak ile bâtılın mücadelesi şiddetlendikçe, şeytanın bile hatırına gelmeyecek yeni desiselerle karşılaşıyorsunuz. Aynı evde tesettürden dolayı iki kızkardeşin arasına nifak atılmış. Başörtüsünü kızının üniversite tahsiline feda eden takvalı annenin “tesettürsüzlüğü müdafaasıyla” karşılaşıyorsunuz. Dostlar meclisinde böyle bir mevzuda balta her an taşa gelebilir.

Bazılarınız “belva-yı umumî” diyeceksiniz. Peki, bu durum haramı helâl eder mi? Galiba 28 Şubat’la birlikte altımızdaki zemin inancımızın ters istikametine kaydı. Münafıkların müstebidane oyunlarıyla kafalar iyice karıştı.

Helâket ve felaket asrının müceddidine darbe vurmak isteyenlerin hücum ettikleri ilk cephe tesettürdü. 1935 Eskişehir zindanından Denizli, Afyon ve Gençlik Rehberi mahkemesine kadar… Demokratların gelişinden itibaren Üstadın yazdığı mektuplarda da aynı tema… Bediüzzaman Nur Sûresindeki tesettür âyetinin müdafaasına geçmiş asırları da çağırıyor. Ahirete intikal etmiş milyarları da.. Alem-i İslâmdaki hal-i hazırı da şahit gösteriyor. Şeytanın komutasında toplanmış “tesettür aleyhindeki” zındıkları, kadını kullanarak insanlığı bozmaya çalışan dünya genelindeki komiteleri ve nifakla şeair-i İslâmı tahribe yönelen organizasyonları tek başına darma dağın ediyor.

Bediüzzaman Hazretlerinin yaşadığı zamandan günümüze neyin değiştiğini merak ediyorum.

Namaz kılmayan kişiye Anadolu’da beynamaz denilir. Kişi hatasının farkındadır. Namaz kılmadığına üzülür, “inşaallah” temennisiyle mevzuyu kapatır. Beynamazlığı müdafaa etmez.

Nur Sûresi de tesettüre bir çerçeve çizmiştir. Dindar aileler bu çerçeveden “mahreme başıaçık görünme” müsaadesini çıkarabilirler mi? Önceden namaz kılmamışın beynamazlığı, alkol kullananın birası ve hiç tesettüre girmemiş bir hanımefendinin “başı açıklığı,” hayatında ağzına alkol almamış, beş vaktini geçirmemiş ve evinin kapı aralığından dahi başkasına saçının telini göstermemişle mukayese edilir mi? Bu hususu psikolog ve sosyologlara da sormak lâzım.

Vakit namazlarını açıkta edadan imtina eden kişilerin devlete sahip çıkacaklarına, tesettüre riayet etmeksizin öğretmen, doktor olup faydalı olacaklarına ve dinî sembollerden arınarak yükselip ülkeye faydalı hizmetler sunacaklarına inanarak ömürlerini “ikilem” içinde geçirenlerin halini müdakkik okuyucularımızın vicdanına bırakıyorum. Gaye ve hedefin helâlliği vasıtanın da meşrutiyetini gerektirmez mi?

Başka meselelerde olduğu gibi tesettürde de maalesef Anadolu’da dik durulamadı. Cibali fetvalar nefsin bektaşiliğine yardım edince tesettür cephesi büyük zarar gördü. Veda hutbesinde kadınların erkeklere emanet olduğu belirtilir. Biz erkekler emanette emin olamadık. Çocuklarımızı tesettürle tahsil arasındaki korkunç tercihle baş başa bıraktık. Tıpkı pervanenin alevle karşı karşıya kalışı gibi.

Tesettürsüzlüğe sevk eden sebepler nelerdir? Tahsil mi? Bizim neslimiz, tesettürsüzlük belâsından tahsil imkânı bulamayan 60’lı 70’li yılların annelerin eseri olduğuna göre, neden şikâyet edip, helâlle yetinmeyip harama gireceğiz ki? Kız çocuklarımızın istikbalini üniversite tahsilinde görmek acaba ne kadar doğru? “Errızku alellah” değil mi?

Şu tesettürsüz ortamlardaki mürebbi-mürebbiyeler tarafından yetiştirilecek çocuklarla kurulacak münasebetleri hep birlikte göreceğiz. Maddî-manevî fedakârlıklarla, dünya hayatına niyet ederek okuttuğumuz çocuklardan ahiret hayatımız hakkındaki beklentilerimizin de fazla olmayacağı kanaatindeyim.

Başörtüsüyle okumayı hedefleyen Hatice Babacan’ı manşetten indirmeyen insanlar elbette tahsile karşı olamazlar. Meşrû çerçevede tahsilin her tür ve derecesine tüm imkânlarımızla taraf olduğumuzu Avustralya’dan Fransa’ya kadar tüm okuyucularımız bilirler. En temel insanî hakkımızın önüne gerilen bariyerin önünde milyonlarca bir izdiham oluştursaydık bu zilleti yaşamazdık. İmanlı, kararlı ve buğulu gözlerle “Rahmet kapılarını” bekleme sabrını gösterebilseydik, bize çoktan yetişmişti.

İnanıyorum ki, insanlık düşmanı diktatör komitelerin temsilcileri İsevi âlemden gelen nefhaya karşı fazla duramayacaklar. Yalnızca bizim bir—en geç iki—sene daha sabretmemiz lâzım. Ama tesettürsüzce kızını okula gönderen babanın bu hususta “fereci” beklemeye fazla hakkı olmamalı. Zira zahirî şartlara göre mağduriyeti görünmüyor ortada.

Dedik ya, netameli bir konu. Fakat hakkın hatırı âlidir. Hem hakikati ketmetmek de kebairdendir. Sebep olduğumuz tesettürsüzlüğün bir günah olduğunu itiraf ederek, yine Ona dönüyoruz. Sebep olduğumuz günahımızın “şefkat ve merhamet” türü bir imtihan olarak tekrar bize dönmemesi için Ona yalvarıyoruz. Tekrar siperlerimize dönüp, mânâ âleminde bizi gözleyen ve göz bebekleriyle bizleri okşayanları mahcup etmemeliyiz. Dedim ya, Mesihin nefhası münafık müstebitlerin oyunlarını örümcek ağı gibi inşaallah berhava edecektir:

Dayan Ferhat, dayan Ferhat, çoğu gitti, azı kaldı.

Kişne kırat, kişne kırat (çoğu gitti, azı kaldı.)

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*