Tevhid Nazarı ve Sağlıklı Toplum

Tevhid nazarı ile bakış ferdin sosyal yaşantı içindeki davranışlarının da merkezinde yer almalı. Mânâ-i harfi ile algılanan bir dünyada bütün davranışların ve kabullerin merkezinde ilâhî murad ve semavî hükümler yer alıyor. Bu da ferdi baskı ve zulümlerden kurtaran fikrî, irfanı ve vicdanı hür bir konuma getiriyor. Bu, değerlerinden hiçbir şekilde taviz vermeyen ve rızık endişesi, maişet derdi olmayan, Rabbi’ne tam dayanmış ve tüm işlerinde O’nu vekil kılmış ideal birey psikolojisi olmalı.

Yeni dünya düzeninde ise köleliğin şekli de farklı bir hale bürünüyor ve insanlar çoğu zaman farkında olmadan ve adı konmadan kölelik yaşıyorlar. Ücret, makam, daha iyi bir sosyal statü ve bunların kaybından korku ile fertler kendi istedikleri gibi değil, bunları sağladığı düşünülen odakların istedikleri gibi yaşıyorlar. Bu hal en basit memurları bile içinde bulundukları ortamda müstebitler haline getiriyor. Bir rektör, bir vali ya da bir general kanuna uymayan hallerde bile yaptırımı olan bir konumda olabiliyor. Bu durumda hukukun, genel insanî değerlerin değil, şahsi iradelerin uygulamalara yansıdığı ve bu uygulamalara maruz fertlerin modern kölelere dönüştüğü bir düzen ortaya çıkıyor. İşten atılmak, makamından olmak ya da hapse atılmak gibi korkularla amirinin hukuk dışı emirlerine de uymak durumunda kalan memurlar ya da vatandaşlar aslında bir tür kölelik ruhu ile yaşıyorlar.

Kölelik sisteminin oluşabilmesi tek başına insanları köleleştirmek isteyen müstebitlerin varlığı ile mümkün olmamalıdır. Bununla birlikte köleliği kabullenmiş ya da farklı endişelerle karşısında duramayan köle ruhlu insanlara da ihtiyaç vardır. Padişahı kanun namına hareket ettiği için değil de makamından dolayı padişah olarak tanıyan ve kanun dışı hallerini haydutluk olarak algılamayan fıtratlar ancak köleliğe lâyık olmalıdırlar. Temel değerlerin haktan ve onun sosyal düzene yansıması olan hukuktan kaynaklanmadığı her hal ve her tavır özünde istibdadın ve köleliğin yaşandığı bir zemin olarak kabul edilmelidir.

Bu anlamda herkes kendi bulunduğu alanda sorumludur. Bu alanın çapı ne olursa olsun. Başı örtülü bir anneyi evlâdını en mutlu gününü yaşamaktan mahrum bırakma emri veren rektörün sorumluluğunun bir parçasında bu emri uygulayan memurların da yangına Çakmak’lık konumu da bulunuyor olmalıdır. İnsanların büyük çoğunluğunun mânevî değerleri önemsediği ve başörtüsünü benimsediği bir yerde bir kaç müstebit memur istediği gibi hareket ediyor, kanunları ve milletin değerlerini hiçe sayarak edeplerini aşabiliyorlarsa bunda kendi yetki alanlarında emrolunduğu gibi dosdoğru olamayan vatandaşların, kanunsuz emre işinden olma korkusu ile itaat eden memurların da katkısı bulunmalıdır. Kanun dışı isteklerini uygulatamayan hangi idareci sivil itaatsizliğin yerleştiği ve sahip olduğu değerlere uymayan bir emri uygulamaktansa şerefi ile istifayı göze alabilen ve rızkı Allah’tan bilen bir cemiyette keyfi uygulamalarını yürütebilir.

Yetişen yabanî bitkilerle birlikte onların yetişmesine müsait zemin de dikkate alınmalıdır. Kısaca neye lâyıksanız o şekilde yönetiliyorsunuz. İyi şeylere lâyık olmak ise hep bir bedel gerektiriyor. Hürriyet gibi bir nimet için hayat dahi bir bedel olsa, feda edilebilir. Bırakın uygulamayı inanma ve niyet boyutunda bile bu bedeli göze alamıyorsanız hiçbir idareciyi suçlamaya hakkınız yok demektir. Haksızlık karşısında susmanın şeytanlık şeklinde nitelendirildiği bir hayat şeklinde haksızlığa payanda olmanın ve onu uygulamanın geçerli hiçbir mazereti olamaz. Herhangi bir haksız uygulamanın icracısı olmak ve “Ne yapayım ben emir kuluyum.” şeklinde kendini temize çıkarmaya çalışmak özünde ve cümlenin kendi içinde kölelik ruhunu ortaya koymaktadır. Kâinata meydan okuyacak hakikî imanın çok uzaklarında olduğu da aşikârdır. Bu anlamda haksız emirleri veren idarecilerin kendi alanlarındaki sorumlulukları o emri uygulayan her bireyin alanına taşınmaktadır. Sivil itaatsizlikle ve bedel ödemeyi göze alarak haksızlıkların ve kanunsuzlukların karşısında duran fertler olmadıkça toplumlar birkaç müstebidin keyfi uygulamalarından uzak kalamazlar.

Bu müstebitler dünyayı yönetmeye çalışan ülkeler ya da toplumlara kendi arzuları doğrultusunda yön vermeye çalışan fertler olabilirler. Çözüm, zemini ıslâh etmek ve istibdadı hiç bir şekilde kabullenmeyen fertler ve bu fertlerin oluşturduğu toplumlar inşaa edebilmek için duâ etmektir. İstibdadın yeşerebileceği zeminler bulundukça hiç bir kanuni ve siyasi düzenleme problemleri kökten çözemeyecektir. Kalıcı çözüm fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür fertlerin teşkil ettiği toplumları inşaa etmek bunun için hakiki gücü imanından ve âlemlerin Rabbi’ne dayanmaktan alan dosdoğru fertler olabilmektir. Bu anlamda herkes kendi sorumluluk dünyasını gözden geçirmeli ve çözümü öncelikle halifesi olduğu âlemde aramalıdır.

Modern hayat bizi boğuyor ve aslımızdan özümüzden uzaklara atıyor. Bu hayatın önümüze sunduğu şartlar içinde mânâlara uygun şekilde yaşama halimizi maksimuma çıkarmak kaderin önümüze koyduğu bu tabloyu en verimli şekilde değerlendirmek durumundayız. Bu anlamda sadece problemleri dile getirmek yerine olan şartlar içinde en iyisinin ne olduğunu aramak şeklinde de çözüm ortaya koymak ve çıkış aramak gerekiyor.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*