Toplu iğnenin başı kâinata göre nedir?

Said Yörü isimli okuyucumuz, Bediüzzaman Hazretlerinin “Vahdetü’l-Vücud” meşrebinin tahlilini yaptığı 9. Lem’a’da geçen “Mertebe-i Rubûbiyetin hallâkıyetini âzamî derecede zihinlerine sığıştıramadıklarından ve sırr-ı Ehadiyet ile herşeyi bizzat kabza-i Rubûbiyetinde tuttuğunu ve herşey kudret ve ihtiyar ve irâdesiyle vücud bulduğunu kalblerine tam yerleştiremediklerinden, ‘Herşey Odur’ veyahut ‘yoktur’ veya ‘hayaldir’ veya ‘tezâhüriyetidir’ veya ‘cilveleridir’ demeye kendilerini mecbur bilmişler” 1 cümlesiyle ilgili olarak “Burada sıralanan şeyler aynı değil mi?” diye soruyor.

“Bu lem’ayı [9. Lem’a] herkes okumasın. Vahdetü’l-vücudun ince kusurlarını herkes göremez ve muhtaç değil.” diyen Bediüzzaman, orada derin açıklamalar yapar. Anladığımızı aktarıyoruz:
Tasavvufçular grup gruptur. Bir kısmı vahdet-i vücutçu, “Yani herşey O’dur!” diyor. Bir kısmı vahdet-i şuhudçu; yani, “Şu görünen şeyler aslında yok, yalnız Allah var. Yani varlık var, ama görüntüden ibarettir.” diyor. Bir kısmı da Sofestai gibidir. Sofestai, “Varlık var mı, yok mu?” bir kanaate varmamış, şüphe içinde yüzenlerdir. Herşey hayalidir, “Aslında sen, ben madde yoktur, hepsi beyinde, hayalde olup bitiyor” der. Bir kısmı “Allah’ın zuhura çıkması, onun görüntüsüdür”, bazıları da “Cilveleri, yansımalarıdır” diyor. Yani, kâinat—haşa—Allah’ın görüntüsüdür, düşüncesinde. Halbuki Zat’ının değil, isim ve sıfatlarının binbir perdelerden geçtikten sonra yansımaları, gölgeleridir. Şöyle ki:
Bir resim ressamın, bir eser san’atkârın, bir yapı ustasının görüntüsü değil, “ilim, san’at” gibi sıfatlarının görüntüsüdür.
Yani “Heme-ost değil, heme-ezost”tur. Her şey O’ndandır, ama O değildir. Işık güneştendir, ama güneş değildir.
“Hiçbir şey yoktur, yalnız O var” görüşüne karşı, Üstad Bediüzzaman, eşyanın var olduğunu ve san’atlı olduğunu, Allah Hâlık, Hakim, Rezzak vs. ise, yarattığı, hikmetle biçimlendirdiği, rızık olarak verdiği, tasvir ettiği şeylerin, varlıkların, mevcudatın var olduğunu izah eder.
Vahdet-i vücud düşüncesinde olanlar, tam olarak şu hususu anlayamamış, kavrayamamış, akıl ve kalplerine sığıştıramamışlardır:
Allah bütün isim ve sıfatlarıyla sonsuzdur. Kâinat, O’nun yanında yok gibidir, hiçtir. Yani, elinle tuttuğun bir toplu iğnenin başı, koluna göre nedir, küçüçük bir şey. Vücuduna göre nedir, çok çok küçük. Evine göre, bir hiçtir. Bulunduğumuz köye, kasabaya, şehre göre toplu iğnenin başı nedir? Hiçtir. Peki bölgeye göre, ülkemize göre, kıt’amıza göre, dünyaya, güneş sistemine göre, samanyoluna göre nedir? Hiçin hiçidir. Ya kâinata göre nedir? Bir hiçin hiçin hiçi!
Allah sonsuz olduğuna göre, kâinat, O’nun yanında toplu iğnenin başı kadar bile değildir, yani bir hiçtir! Bunu kavrayamayıp, anlayamadıklarından ve ifade edemediklerinden, “La mevcûde illâ hû!” (Varlık yok, yalnız O vardır!) demişlerdir.
Halbuki, eşya var ve hakikidir. Allah’ın isim ve sıfatları eşyada, varlıkta, mevcudatta tecelli etmiştir.

Dipnot: 1- Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, İndeksli, Yeni Asya Neş., s. 152

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*