Toplum olarak hatalarımız

Siyaset Günlüğü

altÜlkenin şu haline bakınız!..

Sıkıntılar artmış, dertler çoğalmış, cemiyet gerilmiş, haksız ve hukuksuz uygulamalar tavan yapmış, zengin daha zengin, fakir daha fakir olmuş, yönetim kendi derdinde, darbeler, şiddet, terör ve diğer problemler…

Bir karabasan gibi toplumun üstüne çöküyor.

Peki tüm bu problemlerin sorumlusu kim?

Kim suçlu bu tablodan?

Sorunun cevabı açık elbette…

Malumu ilam kabilinden, sormaya bile gerek yok.

“Tabi ki devlet, devleti yönetenler, başta iktidar partisi olmak üzere” dediğinizi duyar gibiyiz.

Böyle derseniz haksız da sayılmazsınız.

Çünkü bu kötü tablodan en öncelikli sorumlu olanlar yukarıda saydıklarımız.

Hal böyle olunca bizde toplum olarak tüm faturayı bunlara kesiyoruz.

Alıyoruz elimize bir nar çubuğunu, en tepeden en küçük birime kadar hayalen bir sıra dayağı çekiyoruz.

Şiddetli bir ceza veriyoruz.

Peki öyle de, bu ne kadar doğru?

Toplumda meydana gelen sıkıntıların tüm faturasını idarecilere kesmek ne kadar gerçekçi?

Bu dert  dolu tablodan toplum olarak bizim hiç mi suçumuz yok?

Bizler hiç hata yapmadık mı?

Sütten çıkmış ak kaşık mıyız?

Nasılsanız öyle yönetilirsiniz” sözü topluma da bir hata payı çıkarmıyor mu?

Bir millet cehâletle hukukunu bilmezse, ehl-i hamiyeti dahi müstebit eder” prensibi toplum olarak bize bazı ikazlar yapmıyor mu?

Evet,

Yönetilen fertler olarak kendimizi dev aynasında görmeyelim.

Yuyup yıkayıp temize çıkarmayalım.

Bu kötü tablodan bizler de sorumluyuz, en az ülkeyi yönetenler kadar.

İşte deliller:

Yakın siyasi tarihimizde, şu yüz yıl  geriye dönüp baktığımızda, bilhassa tek parti sonrası çok partili dönem içinde yapılan bazı tercihlerde, siyasi temellerin tahkiminde, süreçlerin doğru okunması konusunda, verilmesi gereken desteklerde, uyulması gereken temel prensiplere özen göstermede, dost ve düşmanı ayırma noktasında…

Toplum olarak ciddi hatalarımız oldu.

Taa en baştan başlayalım isterseniz.

Gelin,

Daha cumhuriyet kurulmadan önceki zamana gidelim.

İşte,

Osmanlı’nın son zamanları, yeni bir rejimin ışıkları gözükmeye başlamış, bir çok zihin tereddüt içinde iken…

Bediüzzaman çıkıyor meydana yeni devletin tüm detaylarını teşhis ve tespit ediyor.

Medresede talebe ve hocaya, camide tüm ümmete, meydanlarda halkın bizzat kendisine, dağlarda ve ovalarda köylü ve aşiretlere, Şam’da tüm Arap alemine demokrasiyi ders veriyor.

Diyor ki:

“Meşrutiyete, demokrasiye, cumhuriyete, hakka, hürriyete, adalete sahip çıkın. İslamiyete en uygun rejim kanun hakimiyetine dayanan, insan haklarına sahip çıkan, kamuoyu gücüne istinat eden, meşveret ve meclis temeline dayanan, halkı kölelikten kurtaran, her ferdi bir millet hükmüne getiren, millete hizmet etmeyi efendilik olarak gören meşrutiyettir, demokrasidir, cumhuriyettir. Bunlara dört elle sarılın. Asya’nın bahtını bunlar açacak.”

Bizler gevşeklik edip bu prensiplere yeterince sahip çıkamadık.

İstibdat ve hukuksuzluk zehrini  yirmi üç yıl boyunca cumhuriyet kadehi ile içiren sahte hamiyetfuruşları hep alkışladık, baş tacı ettik.

Toplum olarak hata ettik.

Ardından baktık ki bu zehir milleti büsbütün öldürecek. Hatamızı anladık, “Demokratlara destek verin, hürriyetçilere sahip çıkın, Halkçıların ve ırkçıların şerrinden uzak durun, dini siyasete alet etmeyin, din adına siyasete gitmeyin, siyaseti hürriyetçi olan Demokratlara bırakın, sizler de cemiyette İslam ve iman hizmeti yaparak faziletli insanlarının cemiyette çoğalması için çalışın” diyen Bediüzzaman’ı dinledik ve 1950 seçimlerinde Demokratları iktidara getirdik.

Böylece hatalarımızın büyük bir bölümünü telafi ettik.

Ve toplum olarak on yıl az biraz da olsa nefes alıp rahat ettik.

Maddi ve manevi bakımdan terakki ettik.

Ancak, on yıl sonra seçtiklerimizi al aşağı ettiler, bir adaya götürüp idama mahkum ettiler, hatta Başbakanla birlikte iki bakanı da infaz ettiler.

Korktuk, çekindik, sustuk, pustuk, seçtiklerimize sahip çıkamadık…

Toplum olarak yine hata ettik.

1965’de, 1969’da hatamızı telafi edip Demokratları yine iş başına getirdik. Dini siyasete alet etmeye çalışanlara, ırkçılık peşinden gidenlere prim vermedik. Karaoğlan efsanelerini tarihin derinliğine gömdük. Ta ki 1980’e kadar böylece geldik.

Su uyur düşman uyumazdı.

Halkı yanıltmak, Demokratların büyük iktidarını engellemek, Demokratlara istinat noktası olan Nurcuları bölmek ve parçalamak için planlar hazırdı.

12 Eylül ile bu planlar devreye kondu.

Anayasaya konulan mecburi din dersi yemini” yuttuk, Kenan Paşanın süslü laflarına kandık, cemaati tam ortasından ikiye böldük ve anayasa oylamasında aşırı bir destek verdik.

Belki de en büyük siyasi ve içtimai hatayı yaptık.

Bu gün bile bu hatanın faturasını ödüyoruz cemiyet olarak.

Sonradan Babanın adamı diye Tonton amcayı demokrat zannettik, asıl Demokratlar yasaklı iken.

Ardından kısmen de olsa da yine iktidara getirdik Demokratları, ama yeterli olmadı.

Bir kere toplumun dengesi kaçmıştı.

Dini siyasete alet edenlere”, yetmedi güvercinler ve kurtlara hayal bile edemeyecekleri mühim destekleri ikram ettik.

Fıtrat fıtri olmayanı reddeder derler…

Tüm bu siyasi akımlar da siyasetin fıtri seyrine uymadı.

Uyamazdı da…

2002 de millet tüm bu hatasını telafi edecek diye beklerken, en ciddi hatalarından birisini daha yaptı.

Demokratları siyaset barajında boğdu.

Ve…

Bu günkü mevcut iktidarı siyaset arenasında sürdü.

İşte bu günkü şikayet edilen konular böyle başladı.

Bir ara bunları Demokratlar zannetti halk.

Doğrusu…

Faaliyet ve icraatları da ümit veriyor gibiydi.

Bir beyaz kır ata bindirdiler Demokrat olsun diye.

At at iken anladı onun demokrat olmadığını, üstünden attı.

Biz anlamadık hata ettik.

Artık bu gün ağaç meyvesini vermiştir, tartışmaya bile gerek yok.

Ey aziz millet!…

Ey değerli dostlar!..

Artık bu kadar hata yeter.

Zaman hatadan ders alarak doğruyu görme zamanıdır.

Zaman, asrın söz Üstad’ının ortaya koyduğu içtimai ve siyasi prensiplere dört elle sarılma zamanıdır.

Zaman, “Nurcular Demokratlara nokta-i istinattır” diyen Üstada sadakte deme zamanıdır.

Zaman, “Demokratlar otuz beş sene sonra dirildi” diye topluma ümit veren Üstadın yolundan giderek, “Ya Rabbi, sende on yedi yıl sonra başkanlık seçimlerinde Demokratları tekrar dirilt” diye fiili ve kavli dua etme zamanıdır.

Asla ümidimizi kesmedik.

Sabırlıyız, ısrarcıyız…

On beş yıl bekledik, bir on beş yıl daha bekleriz.

Yeter ki Üstadımızın ortaya koyduğu hakikatler vuku bulsun.

Yeter ki şu aziz milletimiz biraz olsun rahata ersin.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*