Toplumun ihtiyacı olan kuvvetli dinamikler

Herşeyden evvel bize lâzım olanın ‘sıdk, doğruluk’; sonra ‘yalan söylememek’, sonra ‘sıdk, ihlâs, sadakat, sebat, tesanüd’” olduğu tesbitine göre en başta ve ilk olarak; “Hakka” karşı, daha sonra da, kendimize ve insanlığa karşı doğru olmak, ihlâsı elde etmek, sadakat, hakta sebat, inananlarla tesanüd ve dayanışma içerisinde olmak, şahsî ve sosyal hayat için oldukça gerekli ve manidar değil mi?

“Küfrün mahiyetinin yalan, imanın mahiyetinin sıdk olduğu” kesin hükmü karşısında, bile bile günlük hayatta kullanılan bunca yalanın yaygın olması faciasının, ümmetin tesanüdüne indirdiği darbelerin nasıl bertaraf edilebileceği plânımız var mı?

“Toplumun ileri gelenlerinden beklenen unsurların en başta ihlâs, nefsiyle manevî büyük cihad, nefsin tarafgirliğini ve şahsî menfaatleri terk etme, İslâmiyet’in özelliği ve mayası olan muhabbeti yaşayıp yaşatma” olduğu gerçeği karşısında bir kıpırdanmamız olacak mı?

“Mü’minler ancak kardeştirler.” (Hucurat Sûresi: 10.) olan Allah’ın kanunu, “Biriniz, kendisi için istediği şeyi kardeşi için de istemedikçe tam iman etmiş olmaz” hadis-i şerifinin muktezası olarak İslâm kardeşliğini ihya konusuna ne kadar eğilip önem verebiliyoruz?

“Süphan Dağı kadar ağır ve büyük olan iman, İslâmiyet, insaniyet ve cinsiyet sebebiyle ortaya çıkan muhabbeti, çocukça bahanelerle; bazı meşrû olmayan hareketlerden ortaya çıkan düşmanlığa karşı hafif ve mağlûp olma” tehlikesi karşısında mukabil bir hareket planımız var mıdır?

“Muhabbeti gerektiren İslâmiyet ve insaniyetin Uhud Dağı gibi olduğu; düşmanlığı netice veren sebeplerin bazı küçük çakıl taşları gibi olduğu” hakikatine rağmen, muhabbeti düşmanlığa mağlûp ettiren adamın, hakikat nazarında Uhud Dağını bir çakıl taşından aşağı derecesine indirmek kadar “ahmakane hareket ettiği” cinayetine karşı, küçük meselelerle vakit zayi etme ve birbirimizin ayıbını arama hamiyetsizliğine devam etmek ne kadar doğrudur?

“Düşmanlık ile muhabbetin ışık ve karanlık gibi birleşemeyeceği gerçeği” karşısında muhabbeti yaygınlaştırmak, muhabbet duygusuna karşı muhabbetin; düşmanlık duygusuna karşı düşmanlık etmenin büyük bir saadet kaynağı olduğunun aşk ve şevkiyle hareket etme arzu ve meylimiz var mı? Bu alanda iç ve dış dünyamızda yaptığımız bir plân, gayret ve faaliyetimiz var mı?

“Esas gayesi İslâmın kalb ışığı ve fikir nuru; mesleği muhabbet; prensibi nefsin heveslerini gemlemek; manevî haz şekli mahviyet ve İslâmı savunma gayreti” olma hâletini yakalayıp devam ettirme projemiz var mı?

“Mesleği, başkasının noksanıyla uğraşma, kendi marifetlerini açıklama, başkasının düşmanlığıyla muhabbetini telkin ve İslâm birliğinin bozulmasını gerekli gören taraftarlık, gıybete olan meyil, kendine muhabbeti başkasına olan düşmanlığa bağlı gösterme; dünyevî maksat için dini kullanmanın, koyun postuna bürünen kurda benzemesi, din ile dünya avına gidenin ya menhus bir lezzet veya bir yanlış hükümle onu aldatacağı” hakikati karşısında dünyevî noktaları düşünmeyi öne çıkarmak ve onunla yaşamak ne kadar doğrudur?

“Arının su içip bal akıttığı, yılanın su içip zehir döktüğü” bir dünyada ve hayat şartlarında, her şeye rağmen kaderin takdirine uyma ve sığınma idrakinde miyiz?

“Her zaman ve her yerde sözümüzün fiilimizi tasdik etmesi gerektiği; başkasının kusurunu kendimize özür gösterme yanlışından vazgeçmemizin bir fazilet olduğu, işi birbirimize havale etmenin ne kadar yanlış olduğu, üzerimize vâcip olan hizmetlerimizde tembellik etmememiz gerektiği, kaybolan değerlerimizi telâfi etmek için dert ve hallerimizi karşılıklı dinleyerek, ihtiyaçlarımızla istişare ederek, bir parça şahsî keyiflerimizi terk ederek ve dostlarımız ve başkalarının keyfini sormak lâzım geldiği” hakikatlerini insanlık için kararlı bir şekilde yapmayı düşünebiliyor muyuz?

“İslâmiyetin gereği ve özelliğinin metanet, sebat, hakka taraftarlık, dini ve dinin emirlerini korumak ve tatbik etmedeki ciddiyet ve sağlamlığı devam ettirmek olduğunu; cehaletten, muhakemesizlikten doğan taassup olmadığını; taassubun en dehşetlisinin, bazı Avrupa taklitçileri ve dinsizlerinde bulunan yüzeysel şüphelerinde inatlaşarak ısrar gösterdiklerini, delile yapışan âlimlerin bunlardan uzak olduğunu” biliyor muyuz? Bu meziyetlerin dertlerimizin dermanı olmasını kabullenerek yaşamaya hazır mıyız?

“Hakikî imana sahip olan ve doğru yolda olanlar, dünyada dahi bir mânevî Cennet içinde İslâmiyet ve insâniyet midesiyle ve îmânın tecelliyâtiyle ve cilveleriyle mânevî Cennet lezzetlerini tadabilecekleri ve imân derecelerine göre istifade edebilecekleri” müjdesini paylaşabileceğimiz dost ve potansiyel dostları arayıp birlikte olma plânlarımız var mı?

“Avrupalıların teknolojik gelişmede geleceğe uçmalarıyla beraber; bizi maddî cihette orta çağda durduran altı hastalık:

“Ümitsizliğin içimizde hayat bulup dirilmesi,”

“Doğruluğun, sıdkın sosyal ve siyasî hayatta ölmesi,”

“Düşmanlığa muhabbet,”

“Ehl-i imanı birbirine bağlayan nuranî rabıtaları bilmemek,”

“Çeşit çeşit bulaşıcı hastalıklar gibi yaygınlaşan baskı ve zorbalık,”

“Enerjisini şahsî menfaatine harcamak” şeklindeki cihanşümul tesbiti karşısında, bu alanda ne kadar mesafe kat ettiğimizi sorgulayacak gücümüz ve plânımız var mı?

Bütün bu tesbitlerin gereğini hayata geçirme temennisiyle…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*