Toplumun talepleri sistemden önce gelir!

“Yeni Eğitim Sistemi“ eğitim ve öğretimdeki arızaları gidermeye yönelik bir tadilat ve ıslâhat teşebbüsü olmakla beraber, kendisinin de tadilata ve ıslâhata muhtaç olduğunu her hal ve zeminde yansıtıyor. Henüz kanunlaşmadan, düzeltilmelidir.

Her ne kadar Meclis alt komisyonunda bu mesele, iktidar-muhalefet kanatlarının “geçsin-geçmesin“ kavgasına dönüştüyse de; kamuoyunun, medyanın ve sivil toplum kuruluşlarının yorumları, mülâhazaları, kaygıları ve tavsiyeleri farklı ve faydalı argümanlar taşıyor.

Sistemin anlamı, neyi getirip, neyi götüreceği, çıkış noktası, zamanlaması ve tartışmanın üslûbu, tartışılmaya devam ediyor ve daha çok devam edeceğe benziyor. Dileriz ki, eğitim gibi hayatî bir mesele, kavgalı mecliste inad ve hırsa kurban gitmesin!

Elbette kesintili olmalıdır! Kaale alınması gereken, muhalefetin”kesintisiz“ ısrarı değildir. Ama Türkiye şartlarını ve toplumun haklı taleplerini dikkate alarak, 4+4+4 modelindeki, son 4 yıl yeniden ele alınmalı ve hiç değilse 3 yılı zorunluluktan çıkarılmalı, isteğe bağlı bırakılmalıdır.

Okula başlama yaşı.. Hangi yaşlar arasında kaç yıl? Ne kadarı zorunlu, ne kadarı isteğe bağlı? Bu ve benzeri ögeler, eğitim ve öğretimin mânasına, mahiyetine ve müfredatına bakmaz. Bunlar, bu alanda sorumluluk taşıyanların, deneme-yanılma sonucu kazandıkları ve uygulamaya koydukları metotlar, modeller ve sistemlerdir. Kanunlarla belirlenir ki, nizam ve ahenk içinde yürütülsün, kargaşaya mahal bırakmasın. Yani sistemleşsin! Sistem ise, toplum içindir, toplumun talepleri içindir. Zorlaştırmak değil, kolaylaştırmak içindir. Tıkamak değil, yol vermek içindir. (28 Şubat dayatması, eğitim tıkanıklığına acı bir misal olarak ortada duruyor.)
***
Bir kere asıl mesele, mecburî eğitimin süresi değildi ki, daha çok bu tartışılır hale getirildi. Türkiye şartlarında asıl problem olan, bu zorunlu sürenin “kesintisiz“ olmasıydı ki, 28 Şubat postmodern projesi kapsamında dikte ettirilmişti. İmam-hatiplerin önünü kesmek adına bütün meslek liselerine ve meslek hayatına darbe vurulmuştu. İşte aslolan, bu kesintisizliği kesintili hale getirip meslek liselerinin önünü açmaktı. Bunu yapalım derken, birdenbire 4 yıl daha katıp mecburî süreyi 12’ye çıkarmak, işi zorlaştırdı, projeyi ağırlaştırdı. Eşyanın tabiatına, insanın fıtratına meydan okundu.

Mecburî eğitim bitince yaş 19 olacak. (Okula başlama 1 yıl aşağıya çekilse bile, sürenin bitiminde yaş 18 olacak.) Türkiye şartlarında bunun ne anlama geldiğini pek âla bilirsiniz. Kanunen reşit olma yaşı 18’dir, ama, işi kitabına uydurmada (!) başarılı olan bir ülkede, kitabına uydurup evlenmelerin, kitabına uydurup çiftine çubuğuna dönmelerin ve kitabına uydurup askere gitmelerin, ya da uyduramasa da, okul kaçaklarının haddi hesabı olmayacaktır!

Sosyal bünyeyi bilmek, tanımak ve ona uygun model biçmek de aslında başlıbaşına eğitim işidir. Bunun tersini yapmak, yani sosyal bünyenin talebine bakmaksızın tepeden inme bir modelin içine, bünyeyi zorla yerleştirmeye çalışmak, en başta eğitime aykırı düşer ve kendi kendisini yok eder“!

Eğitim ve öğretim meselesine “ideolojik-politik“ yaklaşımlar, affedilmez bir vebaldir. Dünyanın her yerinde geçerli olan bir kaideden söz ediyoruz. Yoksa mevcut siyasî çekişmelere dokundurmak gibi bir hesabımız yok. Lâkin 4+4+4 üzerinde koparılan fırtına hiç de “şık“ olmuyor! Ürkütüyor! Çocuklarımızın, gençlerimizin “eğitim“ ihtiyacı görüşülürken, eğitimden ve görgüden uzaklaşılıyor. Üstelik öyle bir karmaşa ki, savunanların neyi savunduklarını, itiraz edenlerin neye itiraz ettiklerini millet anlamakta zorlanıyor.
***
Medenî ve ileri ülkelerin çoğunda eğitim sistemleri farklı farklıdır. Ama hiçbir zaman, eğitimdeki bu farklı modeller, metodlar ve reformlar, o ülkelerin gelişmişliğiyle özdeşleştirilmez. Yani bu ülke, bu eğitim modeline sahip olduğu için böyle gelişti denilmez. Ama o modelin orada uygulanabilirliği, o ülkenin gelişmişliğinin bir göstergesi olabilir.

Meselâ; Finlandiya’da okula 7 yaşında başlanır. Zorunlu öğrenim 7-16 yaş arasında 9 yıldır. Bu ülke, eğitim ve öğrenim alanında, zorunluluk süresi daha fazla olan Batı ülkelerinden daha üstün bir seviye yakalamıştır. Eğitim alanındaki başarısıyla dünyanın gözünü kamaştırıyor. Amerika ve İngiltere’yi bile hayrette bırakıyor. Sisteme bakarsanız, bizim yürürlükteki sisteme benziyor. Tek farkı 1 yıl daha fazla olması. Ama gidin görün ki, bu başarının çok başka sebepleri vardır. Öğrencilerin, ayakkabılarını çıkararak, halılarla döşeli sınıflara girmeleri ve kendilerini sıcak aile yuvalarında hissetmelerinden tutun, öğretmen-öğrenci arası sevgi ve saygıya dayalı samimiyete ve öğretmenlerin kaliteli bir eğitimden geçmiş olmalarına kadar, daha bir çok ayrı sebepleri vardır, başarılarının..

Yani Finlandiya’daki başarının tek sebebi sistem olmadığı gibi, Avusturya’da son zamanlardaki başarısızlığın sebebi de mevcut sistemleri değildir. Yirmibir yıldır bizzat içinde bulunduğum sistemde zorunlu ve kesintili süre 4+4+1 şeklindedir ve 6-15 yaş arasında bu süre tamamlanır.

Almanya ve Belçika gibi zorunlu eğitim süresi 12 yıl olan ülkeler bile, Finlandiya’nın yakaladığı bu başarıya gıptayla bakıyorlar. Türkiye, mecburî 12 yılı gerçekleştirecek olursa, dünyada bu sistemi uygulayan ileri ülkeler arasına girecek, ama bunun böyle olması, Türkiye’nin sırf bu model sayesinde, o ülkelerin refah seviyesini yakalayacağı anlamına gelmeyecek. O seviyeler yakalanır, hatta geçilebilir de.. Ama bunun için, ifa edilmesi gereken başka çok vazifeler de olmalıdır.
***
Bu meyanda, illa da bir ülke örnek alınacaksa, işte Japonya!
Zorunlu eğitim 6-15 yaş arasını kapsar. Okullaşma oranı, ilkokul seviyesinde yüzde 99,9’dur. Bu hususta bir de Bediüzzaman’ın tavsiyesi vardır:
“Kesb-i medeniyette Japonlara iktida bize lâzımdır ki; onlar Avrupa’dan mehasin-i medeniyeti almakla beraber, her kavmin maye-i bekası olan adat-ı milliyelerini muhafaza ettiler.“

Biz, öncelikle kendimize, halimize, ahvalimize iyiden iyiye bir bakmalıyız. Ülkemiz nasıl bir ülke, milletimiz nasıl bir millet? Dünya konjonktüründe ülke ve millet olarak yerimiz nedir? Hangi hayatî meselenin biz neresindeyiz? Hem medenî ve müreffeh milletler seviyesinde bir hayat tarzını yakalamak, hem de tarihî misyonumuzu, inanç ve kültür değerlerimizi muhafaza etmek muvacehesinde neler yapmalı, nasıl çalışmalıyız?

Bu ve benzeri soruların cevapları aranırken ve bu meyanda gerekli adımlar atılırken, eğitim meselesi de, ihmal edilmez bir alan olarak önümüzde duracaktır.

Ama ülke ve millet olarak belimizi büken başka dertlerimiz de vardır. Ki bunu da  Bediüzzaman Hazretleri tesbit etmiş, çarelerini de söylemiştir. “Bizim düşmanımız cehalet, zaruret, ihtilâftır. Bu üç düşmana karşı san’at, marifet, ittifak silâhıyla cihad edeceğiz.“

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*