Trabzon’da Bediüzzaman rüzgârı

Image

VEFATININ 50. yıldönümü dolayısıyla Risale-i Nur Enstitüsü Trabzon Temsilciliği ile Yeni Asya Gazetesi Trabzon Temsilciliğinin birlikte düzenlemiş olduğu “Yüzyıllık Süreçte Demokratikleşme ve Said Nursî” isimli panel gerçekleştirildi.

Sunuculuğunu A. Emre Karpuz, oturum başkanlığını İ. Seyda Durgun ve açış konuşmasını Hasan Şen’in yaptığı panele gazetemiz Genel Yayın Müdürü Kâzım Güleçyüz, yazar Nihat Derindere, Prof. Dr. Ahmet Battal katıldı.

Panele siyasî parti temsilcileri, eski milletvekilleri, Memur-Sen Trabzon Temsilcisi, Yenisiad Trabzon Temsilcisi, STK temsilcileri katılırken ayrıca bir de kitap sergisi açıldı. Program sonunda Risâle-i Nur Bilgi Yarışmasında dereceye girenlere de hediyeleri verildi.

“Işık Doğudan Yükselir” sinevizyon gösterisini ardından açış konuşmasını yapan Hasan Şen, Bediüzzaman Said Nursî’nin, tartışmasız son dönemin en önemli İslâm âlimlerinden olduğunu belirterek, onun hem İslâmî ilimlere, hem de dünyayı büyük uçurumların eşiğine fırlatan felsefî problemlere derinlemesine vâkıf olmanın yanında, çözümler de sunan bir hizmet insanı olduğunu kaydetti. Şen, Üstad Bediüzzaman Said Nursî’nin dört devri yaşamış bir insan olduğuna dikkat çekerek, şunları söyledi: “Çağımızın bilgi açlığının, özellikle imanî mevzularda yoğunlaştığını görerek, bütün mesaisini bu alana yöneltmiştir. Ülkemizin ve İslâm dünyasının en bunalımlı yüzyılına, Nur Risâleleri ile ışık tutmuştur. Çünkü o, İslâmın büyük zelzelelere maruz kaldığı fırtınalı zamanlarda, İslâm ahlâkını ve imanını savunmak için, başka kim var diye sağına soluna bakmadan, doğru bildiğini seslendirmiş büyük bir vicdandır. Asıl yapılması gereken şey, bundan sonradır: Bediüzzaman’ın geliştirdiği medeniyet projesinin şifrelerini deşifre etmek ve bunu dünyanın entelektüel ufkuna taşıyabilecek kabiliyetli düşünürler, san’atçılar, yazarlar yetiştirmektir.”

İnsanlık tarihinin en buhranlı dönemlerinden birini yaşadığımız pek çok düşünür tarafından dile getirildiğini de ifade eden Şen, “Çağımız hızlı değişimlerin yaşandığı bir dönemdir. Sosyal boyutu ile düşünüldüğünde, bilgi ve iletişimin öneminin artmasıyla birlikte, insan hakları, hukuk devleti, demokratikleşme ve hürriyet kavramları insanlığın birinci derecede gündemine yerleşmiştir. Geçen yüzyıllara hâkim olan devlet merkezli görüşler zayıflarken, ferdin hayat alanını genişletmeyi hedefleyen görüşler güçlenmiştir” dedi.

Şen, insanlığın Bediüzzaman’ın da işaret ettiği şekilde, hürriyetlerin hâkim olduğu döneme doğru hızla ilerlemekte olduğunun altını çizerek, “Bediüzzaman’ın yüzyıl öncesinden dikkat çekmeye çalıştığı Güneydoğu sorunu da giderek derinleşmektedir. Henüz kalıcı çözümlere ulaşılamaması, meselenin derinliğiyle birlikte Bediüzzaman’ın tecrübesinden yararlanamadığımızı da göstermektedir. Bugün ülkemizde sosyal, kültürel, ekonomik, psikolojik boyutlu pek çok alanda yaşanan çeşitli problemler, yeni açılımlar eşliğinde çözülmeyi beklemektedir. Bizler, Risale-i Nur Enstitüsü olarak, bütün bu konular üzerinde kalıcı, tüm insanlığı kuşatıcı çözümlere Bediüzzaman Said Nursî’nin tecrübesinin dikkate alınmadan ulaşılamayacağını düşünüyoruz” şeklinde konuştu.

DEMOKRATİKLEŞME NEDİR?

Açış konuşmasından sonra söz alan Kâzım Güleçyüz, “Anayasadaki bazı maddelerin değiştirilmesi, demokraside açılım olarak yorumlayanlar var. İhtilâl ürünü anayasa rötuşlarla düzelmez. Yeni baştan çağdaş demokratik ilkeler ile donatılması gerekir” dedi.

“Değişmez, değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez maddeler. Hukuk devletinde böyle şey olamaz” diyen Güleçyüz, “Maddeleri değiştirmek de bazen çözüm olmayabiliyor. Başörtüsü yasağında olduğu gibi, değiştirseniz de sonuç vermeyebiliyor. Anlayış, zihniyet değişmeli. Asıl rahatsızlık cumhursuz bir cumhuriyetin olması. Atatürk milliyetçiliği hukukî bir kavram değildir. Bunların aşılması lâzım. Belli bir ideolojiye bağlı olunarak demokrasiden bahsedemeyiz” şeklinde konuştu.

Güleçyüz, Bediüzzaman’ın 2. Meşrûtiyet döneminde yaptığı yorumlara, ulemaya, medrese talebelerine, Şark’taki aşiretlere, mebuslara, milletvekillerine anlattığı prensiplere ve değerlendirmelere baktığımız zaman; o sancılı dönemlerde fert fert dolaşarak anlattığını kaydederek şöyle devam etti:

“İkinci Meşrûtiyetin 102. yılını dolduruyoruz. Cumhuriyet ve demokrasi; adalet, meşveret ve kanunda inhisar-ı kuvvet değerleri üzerine inşa edilmelidir. Meşrûtiyet bu günkü ifade ile demokrasi demektir. Bediüzzamanın ‘Vicdanın ziyası ulum-u diniyedir, aklın nuru fünun-u medeniyedir. İkisinin imtizacından hakikat doğar’ sözüyle ideal bir tevhid-i tedrisatın formülünü vermiştir. Dini tamamen dışlayan bir eğitimin laiklik adı altında uygulanması sancılar yaşanmasına sebep oldu. Bunu 101 sene evvel söylüyor Bediüzzaman. Divan-ı Harbi Örfi ve Münâzarât isimli eserlerinde bunun çok çarpıcı ifadelerini bulmak mümkün. Geçen yüzyılda bunları söylemiş, ama kulak verilmemiş. Şimdi ikinci yüzyılımızı harap etmeyelim. Bu yüzyılda da Said Nursî’nin düşünceleri güncel ve anlaşılmayı bekliyor. Bu tür panellerde deryadan bir damla bile sunmuş olmayız. Eserlerinin ciddî bir şekilde, irdelenerek okunması ve anlaşılması gerekir.”

Bediüzzaman’ın, iman, ahlâk ve aynı zamanda hürriyet ve demokrasi hareketinin öncüsü olarak, iman ve hürriyet mücadelesi vermiş olduğuna, bedel ödediğine de dikkat çeken Güleçyüz, “Medreselerin ihtiyaçlara cevap vermediğini görmüş, İstanbul’a üniversite projesi için gelmiştir. Önerdiği üniversite modelinde vicdanın ziyası olan dinî ilimlerle aklın nuru olan modern fenlerin kaynaştırılarak okutulması gerektiğini belirtmiştir. Bugün gelinen noktada demokratikleşememenin temelinde dinin dışlandığı bir eğitim sistem yatıyor” diye konuştu.

MEŞRÛ MEŞRÛTİYETİN

KAYNAĞI İSLÂM AHLÂKI

Ardından söz alan Nihat Derindere de, “İçimizde Osmanlı milletinden birisi olsa ‘siz hâlâ bu kavramları mı konuşuyorsunuz?’ derdi her halde. Bazı kavramları yerli yerine oturtmamız gerekiyor” diyerek, Cumhuriyet tanımında bile uzlaşamadığımızı, bir bilim adamının Cumhuriyeti öldüren bir demokrasiden bahsedip ve uyarması gibi bir durum varsa, burada düşünmek gerektiğini ifade ederek, oysa demokrasinin cumhuriyeti geliştirdiğinİ söyledi.

Kenan Evren zihniyetindekilerde ‘inkılâpları da halk istemiyorsa zorla kabul ettiririz’ anlayışı yattığını belirten Derindere, “Bir şahsın fikri ve keyfine bağlanmış formül. Sonrasında hep dış düşman teorileri. Bizim dış düşmanlarımız varken nasıl yaşayabiliriz? Yunanistan düşmanlığıyla büyüdük. Nüfusunu kıyaslasak komik kaçar. Sonra Suriye düşmanlığı. 1950’lerden sonra Amerikalı olmaya başlıyoruz. 1910’larda ne tartışılıyorsa 1990’larda 2010’larda aynı kavramları konuşuyoruz. Tek fark bu zamanda biraz edepsizce konuşuyoruz” dedi.

Bediüzzaman’ın karakolda doğru söyleyip, mahkemede şaşmadığının altını çizen Derindere, şöyle konuştu: “Kur’ân ve sünnete göre hareket ettiği için sözleri daima yaşayacaktır.

Bediüzzaman bu zamanda bile anlaşılmayı bekliyor. Bu yönüyle de Said Nursî en büyük sırdır. Bir Başbakan ondan bahsediyor, en çok alkışı o alıyor. Mahkeme müdafaaları kitabına baktığımızda, iki aylık sıkıyönetim diyor iki yıl sürdü. Bunları askerî mahkemelerde söylüyor. Köylülere demokrasiyi anlatıyor. Doğu’da Kürtlerin Türklerle çatıştırılması 100 yıl öncesine dayanıyor. Bunları İstanbul’da kahve yudumlayarak anlatmıyor. Zor dönemlerde zor şartlarda anlatıyor.”

Siyasî oluşumların kamplaşmaya sebep olmayacağını vurgulayan Derindere, “Meşrû meşrûtiyetin dayanağı İslâm ahlâkıdır. İman ve hürriyet öyle parlar” diye konuştu.

KIRMIZI – YEŞİL ATATÜRKÇÜLER

Panelistlerden Prof. Dr. Ahmet Battal ise, kısa bir konuşmanın ardından, dinleyicilerden gelen geri bildirimlere ve sorulara cevap verdi.

“Ben kendi dünyamda yaşadıklarımla başlamak istiyorum” diyen Prof. Battal, “Ben ilkokul yıllarında yazları camiye gider Kur’ân alfabesini öğrenirdim. Okula gelip yanlışlıkla da Lâtin alfabesi yerine Kur’ân harflerini saymaya başlayınca, öğretmenden azar işitmiştim. Babamı da okula çağırdılar. ‘Bu senin çocuk niçin böyle okuyor’ diye sordular. Babam da ‘yazın cami, kışın okul, çocuk bu, ne yapacağını şaşırmış işte’ dedi. Böyle eğitim sistemi ile yetişen nesilleri düşünün” dedi.

Mabedlerin ticarîleştirildiğinden söz açan Prof. Battal, şöyle bir örnek verdi: “ Çocukluğumuz kilisenin bulunduğu bir mahallede geçti. Ordu’nun bir köşesindeki kiliseyi devlet kararla yıkıyor. 150-200 yıllık kilise bir gecede yerle bir ediliyor. Bir başka yere bakıyoruz, bir kilise açılıyor ‘Turizme kazandırdık’ deniliyor ve bir mabed ticarîleştiriliyor.”

Küreselleşmenin rüzgâr gibi olduğunu belirten Prof. Battal, ondan istifade etmek gerektiğini ifade etti. Farklı dinlerin olmasının bizi ürkütmemesi gerektiğini de kaydeden Battal, “aksine daha fazla gayretli olmamız lâzım” dedi.

Bir soru üzerine Prof. Battal “Atatürkçülüğü kime soralım. Kırmızı Atatürkçüler, yeşil Atatürkçüler, yeni türler doğuyor. Gerisini siz düşünün” diyerek sözlerini tamamladı.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*