TRT´nin “Aliya” dizisi veya demokrasi karşıtlığı

Doğu veya Batı

TRT’nin, Aliya İzzet Begovic’in hayatı çerçevesinde „Bosna Mücadelesini“ anlatacak bir diziden haber vermesine sevinmiştim. Batılı emperyalistlerin, hasis menfaatleri doğrultusunda Balkanlarda çıkardıkları dehşetli yangının boyutları ve Yugoslavya’dan sonra hunharlaşan Sırpların yaptıkları zulüm ve soykırımların sinemaya aktarılmasını kendimce insanî bir vazife biliyordum. Bir defa değil, farklı pencerelerden bu vahşet yüz defa sinemaya aktarılsa da yeri var, diye düşünüyorum.

Yalnızca sinema ile olmamalı… Sanatın bütün renklerinde, estetiğin tüm nakışlarında ve musikînin bütün bestelerinde; bu tarihi soykırıma sebep olanların ve yapanların yüzlerine her gün kırbaç olarak inmeliydi. Mazlumları, ancak zalimler için yükselen cehennem ateşleri teskin edebilir. Fakat 21. Yüzyılın medenî geçinen Avrupa’sının ortasında, silahsız bir halkı; kundaktaki bebeği ve doğum öncesindeki annesiyle katledenlerin sanat ile teşhir edilmesine kim sevinmez ki…

Aliya dizisinden dolayı; emeği geçen herkesi tebrik ile mevzuya girmek isterim. Milletimizin „Hazin halini“ titreten tarihi ve aktüel konuları işlemek, elbette ki milletin vergileriyle hayatını devam ettiren TRT´ye vaciptir. Tabiatında siyasetin de yoğunca yer aldığı programlarda politikanın, estetiğin lezzet ve rayihasına baskın gelmesini, tarafgir seyircilerin hoşlarına gitse de; efkâr-ı âmme´nin, bilimsel yaklaşımın ve karar verecek tarihin pek de tasvip etmeyeceği hususlar olduğunu hepimiz biliyoruz. Diziyi internet sitelerinden hızlıca gözden geçirdiğimden, filme bir sanat analizcisi gözüyle bakamadım. Yukarıda arzettiğimiz üzere “yapılması gereken bir çalışmaydı” yaklaşımı içindeyim. Bu filmin; başta İslâm dünyası olmak üzere, Avrupa ve Amerika gibi fikren aynı karenin içinde olan coğrafyalarda da seyredilmekte olduğunu düşünduğümüzde; senaryo yazarı ile yapımcıları peşinden sıkıntıya sokacağı çok noktaların, onlardaki vicdan rahatlığını bozacağından eminim.

Evvelâ Aliya gibi bir Bilge´nin ağzından söylettiğiniz onca güzel söz ve prensiple çelişkiye girmiş bu filmdeki ideolojik saplantı ve tarafgirlik; milyarlarca masrafa mal olmuş emeği küçültmez mi? Yani bunca mücadelenin özü, yansıtıldığıyla birebir örtüşüyor mu sorusunu; Demokratlık ve Batı düşmanlığı  elbette gölgeliyor  gibi… Kuşağımızdaki siyasal islamcılarda, dermansız bir illete dönüşmüş “toptancı Batı ve  bilhassa Amerika“ düşmanlığını biliyoruz. Fakat filmde, yalnızca Hollandalı bir Albay´ın korku ve gafletinden başka, müşahhas anlamda emperyalist Batı´nın eteklerini bu dehşetli cinayetlerde  tutuşturacak olay ve sahne işlenmemiş. Bilhassa Bosna’da ihanetin önünü açan İngiltere ile tarihiyle çelişen dönemin Almanya Dışişleri Bakanı Genscher´in vahşeti sessizlik içinde izlemeleri… Kaldı ki savaştan sonra Birinci Avrupa (insaniyetperver) ile İkinci Avrupa’nın (vahşi) başlattıkları hukuk savaşları da gündeme gelmeliydi.

ONULMAZ İLLET: DEMOKRASİ DÜŞMANLIĞI…

Filmde güzel bir kare var… NATO’yu inkâr edememişler, yapımcılar… Bill Clinton’dan ince bir çizgiyle bahsetmişler… Buradaki Savaşın bitiminde demokrat Clinton’un o rolü adeta saklanmış, seyircilerden. Filmdeki dehşetli bir tarafgirlikle Türk Demokratlarının karartılmasına tarih sessiz kalmayacaktır. Bu filmi yapanların milletten görecekleri teveccüh ile dualarının da, temmuz güneşine yakalanmış buzlar gibi eriyeceğinden kimsenin şüphesi olmasın.

Hırvatistan lideri ile görüşüp Tuchman’ı, Boşnaklarla ittifağa ikna eden Demirel’i yok saymak, yalnızca Siyasal İslamcı zihniyeti küçültür. Savaşın ikinci Başkomutanı gibi gösterilen, Neoliberallerin Türkiye temsilcisi Turgut Özal, elbette Bosna mücadelesi bitmeden  ölmüştü. Seversiniz, sevmezsiniz… İslam Dünyasının iki Demokrat Partili liderlerinin Batı basınında sürmanşeti aylarca süslediği halde, bizimkiler görmemezlikten gelmişler… Şehit Benazir Butto ile Türkiye Demokratlarının o günkü  lideri Tansu Çiller’in Boşnak mevzilerinde kahraman askerlere moral verdikleri sahneler de filme dahil edilseydi, eminiz ki daha çok alaka görecekti, bu dizi…

DİZİLERİMİZ IDEOLOJİK KAYITLARDAN KURTARILMALI…

Bunu yalnızca TRT için söylemiyoruz. Dünyaya dizi ihraç eden tüm TV şirketleri içinde geçerlidir, tavsiyemiz. Dinî motif, slogan, kostüm ve estetiği kullananlar  solcu yapımcılar da olsalar  dikkat ettikleri  takdirde, eserleri evrensel ve kalıcı olur. Temel insanî kriterlere kadar; başka milletlerin tarihlerine, dinlerine, kültür ve zevklerine de saygılı olmak, bu sahada bir temel ilke olarak sinemamızda  dalgalandırıls; ne Arap dünyası, ne Latin Amerikası ve ne de Orta Asya milletleri dizilerimize tavır almazlar.

Temel ilke dediğimiz hususun da, ancak demokrasinin mahiyetini öğrenmek ve tatbik etmekten geçtiğini son bir defa daha vurgulayalım.

Benzer konuda makaleler:

1 Yorum

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*