Türk ve Kürt Kemalizmlerinin Said Nursî ile uzlaşma arayışları

Kemalist rejimin önce bizzat M. Kemal kanalıyla ve cazip tekliflerle ilettiği “Birlikte çalışalım” teklifini geri çeviren Said Nursî, sonrasında her yola başvurularak etkisiz hale getirilmek, hattâ imha edilmek istendi.

Van’daki uzletgâhından alınıp Burdur ve Barla sürgünlerine gönderilmesi bunun ilk aşamasıydı.

Ardından hapis ve mahkeme safahatı başladı.
Bediüzzaman’ın hayatı bunlarla zindan edildi.
Aleyhinde propaganda kampanyaları açıldı.
Ama hizmetinin inkişafı yine engellenemedi.

Vefatından sonra talebelerini dağıtmak ve hizmetini söndürmek için yeni planlar uygulandı.

27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül ve 28 Şubat müdahalelerinin bir numaralı hedefi hep Nurculardı.

Ancak her biri farklı taktik ve yöntemler uygulayan bu darbelerin de hiçbiri Nur hizmetinin yayılıp gelişmesine engel olamadı. Ne yoğun ve amansız baskılar, ne kara propagandalar, ne de içeriden bölüp parçalama fitneleri sonuç verdi.

Kemalizmin devlet politikalarını şekillendiren Türkçü versiyonu Said Nursî’yi Kürtçülükle suçladı, ama bin yıldır cihanda Kur’an’ın bayrağını dalgalandıran bir kavmin torunları olan Müslüman Türk gençleri bu iftiralara zerre kadar itibar etmeyip Nur hizmetine coşkuyla sahip çıktılar.

Türkler Risale-i Nur’da kimliklerini buldular.

Bu noktada, Âl-i Beyt nesline mensup bir müceddid olarak Kürtler içinde dünyaya gelen Bediüzzaman’ın, eserlerini Türkçe telif etmiş olması dahi başlı başına sembolik bir mana taşıyordu.

Böylece Risale-i Nur hizmeti, İslamdan uzak bir “Türkçülük” adına yapılan tahribatı da onardı ve sonuçta Kemalizm, bütün gayretlerine rağmen tasfiye edemediği bu hizmetle uzlaşıp kendisini onunla barışık gösterme çabasına girdi.

Benzer ve paralel bir gelişme, Türkçülüğün tetiklediği Kürtçülük cenahında da gözlenmekte.

İnançlı bir çocukluk çağından sonra gençlik yıllarında Büyük Doğu ve Komünizmle Mücadele Derneği toplantılarına katılan, ama netice olarak “bilimsel felsefe”de karar kılan Apo’nun başını çektiği bu hareketin hedefi de Said Nursî idi.

Türkçü Kemalistler onu Kürtçülükle itham ederken, Kürtçü Kemalistler de “Türk şovenizminin işbirlikçisi” iftirasına başvurdular. Ve Risale-i Nur hareketinin inkişafını önlemeye çalıştılar.

Zahiren birbiriyle amansız bir mücadele halindeymiş gibi görünen, ama gerçekte laikçi ırkçılığın aynı kaynaktan beslenen iki farklı versiyonu olan Türkçü ve Kürtçü Kemalist hareketlerin, ikisini de reddedip İslam milletine vurgu yapan Said Nursî’ye karşı ittifak kurmaları gayet normal.

Ama Türkçü Kemalizm cenahında özünü ettiğimiz uzlaşma arayışı, Kürtçü versiyonda da var.

Hayli zamandır BDP mitinglerinde Bediüzzaman posterlerinin açılması ve parti önde gelenlerinin takdirkâr ifadelerle Said Nursî’yi sahiplenen mesajlar vermeleri, bunun ilginç örnekleri.

Demek, herşeye rağmen yerinde dimdik ve sapasağlam duran Bediüzzaman gerçeği onları da nihayet teslim ve kabullenme noktasına getirdi.

Ancak bu uzlaşma arayışlarına itibar edilebilmesi için, taktik manevra olmanın ötesine geçip içten bir özümsemeye dönüşmeleri gerekiyor.

Aksi takdirde yeni samimiyetsizlik ve istismar örnekleri olarak görülmeleri kaçınılmaz olur.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*