Türkiye baharından, Türkiye hazanına

Arap baharını ilk olarak Avrupa ve Amerika’daki Troçkist yazarlar seslendirmişlerdi. 2002’den itibaren ülkemizde başlayan “siyasî sürecin” global devrimlerle olan alâkasını ifade edegeldik. Fakat “Gezi olayları” denilen devrimci solun ihtilâl provalarına kadar AKP kurmayları “Türkiye Baharı”nı kabul etmiyorlardı.

İlk olarak birinci ağızdan sayın Başbakanımızın “Türkiye Baharı şimdi başlamıyor, 2002’den itibaren başlamıştır” ifadeleri, bu mesele etrafındaki şüpheleri elbette gidermiştir. Aynı dönemde Erdoğan’ın İtalya ve Yemen devlet temsilcileriyle birlikte BOP’ta eşbaşkan seçildiğini ve BOP’un mimarlarından neocon siyasetçi Condoleezza Rice’ın Arap Baharının kendi projeleri olduğuna dair açıklamasını hatırlayıp, Arap felâketine dönüşen Arap Baharına paralel olarak, Allah korusun Türkiye felâketine giden sürece girip -girmediğimizi değerlendirmemiz gerekiyor.

Yeşil kuşağı hallaç gibi darmadağın eden “global devrimcilerin” Türkiye’ye acımalarını veya ayrı tutmalarını beklemek aşırı safdillik olur. AB’nin bütün yapısını, euroyu ve AB ekonomisini çökertmek niyetiyle yıllardır lerzeye getiren bu küresel felâketten Türkiye’nin masun kalması elbette mümkün değildi. AB üyelik sürecinde belli bir mesafe kat etmiş olsaydık, hazan mevsimini arkamızda sayabilirdik. Fakat maalesef genel gidişat, elimizdeki neticeler ve İslâm âleminin içine düştüğü ateş, Türkiye’nin de büyük felâketin eşiğine geldiğini gösteriyor. Başta Başbakan olmak üzere AKP kurmaylarının “Gezi olayından” sonra telâşa kapılmaları ve Başbakanımızın şimdiden Eylülden itibaren başlaması muhtemel kaostan haber vermesi ister istemez bizi bu tür endişeye sevk ediyor.

Türkiye, endişeyle beklenen Eylül’e, kendi kendine çıraklık, kalfalık ve ustalık oyunları oynayan kadrolarla giriyor.

TÜRKİYE HAZANI, ARABINKİNE HİÇ BENZEMEZ…

Arap Baharının “deccaliyetin” âlem-i İslâmı ifsad ile yeni bir tuzağa düşürmesi olduğunu, henüz anlamaya başladık. Yani tarih başka renk ve motiflerle tekerrür ediyor bugün… İhvan’ın sosyalist subaylarla 1950’lerdeki ittifakını ve İran’ın Muhammed Musaddık’ı CİA yardımıyla devirmesini detaylandırmayan Bediüzzaman Hazretleri, dış güçlerin yardımıyla meydana gelen o günün felâketinden merhum Menderes’e haber veriyor:

”Halbuki, şimdiki siyaset-i hâzırada particilik taraftarlığıyla, bir câninin yüzünden pek çok mâsumların zararına rıza gösteriliyor. Bir câninin cinayeti yüzünden taraftarları veyahut akrabaları dahi şenî gıybetler ve tezyifler edilip, birtek cinayet yüz cinayete çevrildiğinden, gayet dehşetli bir kin ve adaveti damarlara dokundurup kin ve garaza ve mukabele-i bilmisile mecbur ediliyor. Bu ise, hayat-ı içtimaîyeyi tamamen zîr ü zeber eden bir zehirdir. Ve hariçteki düşmanların parmak karıştırmalarına tam bir zemin hazırlamaktır. İran ve Mısır’daki hissedilen hadise ve buhranlar bu esastan ileri geldiği anlaşılıyor. Fakat onlar burası gibi değil; bize nisbeten pek hafif, yüzde bir nisbetindedir. Allah etmesin, bu hal bizde olsa pek dehşetli olur.”

Yani Türkiye’yi, Mısır’la kıyas edenler yanlış yapıyorlar. Kemalizm fitnesinin 80 senedir birbirilerine karşı can düşmanları haline getirdiği en az on tane tarafın dâhil olabileceği bir iç kargaşayı düşünebiliyor muyuz? Allah korusun.

Demokrasinin ihtilâl kanunlarıyla başa geçmek demek olmadığını AKP kurmayları âcilen idrak etmek mecburiyetindeler. Tekrar vurgulamakta fayda görüyoruz. Arap ve Türkiye Baharlarını hazırlayan enstitülerde idareci olan Kemal Derviş’in labirentler üstü bakışında ifade ettiği gibi, Türkiye’yi büyük fırtına ve zelzeleler bekliyor…
Temennimiz o ki hükümetimiz Bediüzzaman’ı dinler, ülkemizi hazan ve kışa yakalattırmadan selâmete kavuşuruz.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*