Türkiye, siyasî iflâsın eşiğinde

Siyaset, belli bir toplumda çatışma halinde olan çıkarların uzlaştırılması faaliyetidir. Halbûki Türkiye’de siyaset, şu sıralarda “uzlaştırma” için değil, tamamen “ayrıştırma” yolunda yol alıyor. Bu ise siyasetin iflâsı demektir. Sadece Türk siyaset bilimcileri değil, dünya siyaset bilimcileri bir araya toplansa, Türkiye’nin siyasî gidişatını masaya yatırsa, eminimki ve maalesef bu hükme varacaklardır.

***
Gidişattan bıkarak, hür bir gözlük takarak ve huzura çıkarak…

Bağımsız bir gözlükle, demokratik sözlükle, yazayım şairvari, mizahî olsun bari!..

Avrupa’dan bakınca: Türkiye hep şaşkınca, şefkat dönüşmüş hınca, nefretle ve düşmanca!..

Seçimin beşiğinde, iflâsın eşiğinde, gizli güç kaşığında, ampulün ışığında…

Sanki yok geçim derdi, sadece “seçim” derdi! Türkiye’nin çok ferdi, nasıl bu yola girdi? Buna kim geçit verdi? Ecdad buna ne derdi?

Biri der ki, “üst akıl”! Yahu bu nasıl akıl? Her taraf diken, çakıl. Sakın ne sor, ne takıl… Camiye koş, namaz kıl!

Bir merak var: N’olacak? Ne zaman son bulacak, siyasî panik atak?

Sosyolojik hastalık, şizofrenik kabalık, içi boş kalabalık..

Meydanlarda hamaset! Yok siyaset-miyaset, bunun adı siyah set!

Yani simsiyah perde, ışığa zıt her yerde, çare olmaz ki derde, ne topluma, ne ferde!

Böğürüyor kin, haset.. Bir sürü kaset-maset, ve sonra hukuka set!

Kavuk kavuk dalkavuk! Riya riya riyaset!

Arapça siyasetin kökeni zaten “seyis”… Sen çok yaşa Başreis! Yaptığında yok beis (!)..

Atlarına iyi bak, ayarları (eyerleri) sağlam tak, ampulleri iyi yak, sana yol açılacak ve senden kaçılacak!

İşte bak iki cephe; vuruştur tepe tepe… Derler “şahin tepesi”, dersin “hain tepesi”!

Varsa ortada bir şer, normaldir şaşar beşer! Siyah set neyi örter?

Allah’tan kim saklanır? Kaçarak kim aklanır?

Kim battıysa günaha, sığınmalı Allah’a… Var mı başka yol daha?
***
Bu kadar mizahî hiciv yeter. Manzaranın mizaha fazla tahammülü de yok zaten. Hakikat şu ki, Türkiye’de meydanları inim inim inleten, yandaş medyanın manşetlerinden inmeyen tarafgir ve partizanca söylemlerin nihaî patlamasının tahayyülünden bile irkiliyoruz.

Hayır, hayır. Böyle siyaset olmaz! Bırakınız demokratik ve medenî ülkeleri; en geri ülkeler bile siyasetin böylesinden uzak bir mevkidedirler..

İşte Said Nursî Hazretleri de böyle bir siyasetten Allah’a sığınmıştır. “Menfaat üzerine dönen siyaset canavardır” hükmünü vermiştir. “İslâmiyet güneşi yerdeki ışıklara alet ve tabi olamaz ve alet yapmak İslâmiyetin kıymetini tenzil etmektir, büyük bir cinayettir” buyurmuştur.

“Din dahilde menfi tarzda istimal edilmez…”, “Din umumun mal-i mukaddesidir, inhisar kabul etmez…” gibi beyanlarla, dinin siyasî tarafgirlik içinde kullanılmasına taraftar olmamıştır. Asla unutulmaması gereken bir hükmü de şöyledir:

“Hem şimdi hükmeden öyle kuvvetli cereyanlar içinde siyasete girenlerden hiçbir kimse, istiklâliyetini ve ihlâsını muhafaza edemez. Her halde bir cereyan onun hareketini kendi hesabına alacak, dünyevî maksadına âlet edecek. O hizmetin kudsiyetini bozacak.” (Şuâlar)

Böyle bir siyaset zemininde, siyasî bir ağızda isminin telâffuzuna Bediüzzaman’ın ihtiyacı yoktur. Ve Nur Üstâd namına hangi mevkide olursa olsun, Risale-i Nur ve onun şahs-ı manevîsi adına böyle bir siyasete taraf olacak beyanlarda bulunmaya hiç kimsenin hakkı olmasa gerektir. Bilinsin ki, böyle bir garabeti izhar edenlerin yakasına en evvel Bediüzzaman’ın kendisi yapışır, hesap sorar!

Bu seçimi kim kazansın, meselesine gelince..

Gönül ister ki, demokrasi kazansın, sağduyu kazansın! Ayırımcılığa, kavgaya prim verilmesin! Türkiye’yi siyasî iflâsın eşiğinden döndürecek bir tablo çıksın!

Vesselâm…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*