Türkiye’nin kurtuluşu Kemalizmden demokrasiye geçişte

“Türkiye’nin kurtuluşu din, ırk, mezhep üzerinden siyaset yapmak değil; Kemalizmden demokrasiye geçmek. ‘Sadece benim istediğim olacak’ dediğin anda Kemalizmin silâhlı gücünü hızlıca yeniden harekete geçirirsin ve bu da Türkiye toplumunun başını belâya sokar. Konjonktürel olarak sivil iradenin üstünlüğü sağlandı, ama bunun demokratik bir rejimle kalıcı olması söz konusu edilmedi.”

12 EYLÜL SONRASI NE DEĞİŞTİ?

“Referandumda 12 Eylül rejiminin ortadan kaldırılacağı söylendi. Bunun için ileri bir anayasa yapılacağı, insan hak ve özgürlüklerine saygılı bir Türkiye oluşturulacağı iddia edildi. ‘Üstünlerin değil, hukukun üstünlüğü’ denildi. Referandum sonrasında ise, ‘hayır’ diyen yüzde 42’nin analiz edileceği belirtildi. Şimdi geldiğimiz noktada bunların hiçbiri yok. Tam tersine gelişmeler var.”

GÜÇ DENGESİ HÂLÂ DEĞİŞMEDİ

“Hükümet AB sürecine devam etmeli. Hiçbir engel olmamasına rağmen, rekabet faslını açmadık. Bir an önce Kemalist rejimi tasfiye edecek temel reformların yapılması gerekir. Yoksa güç dengesi hâlâ değişmediği için askerî rejim gelir, buraya hakim olur.”

Kemalist rejimi tasfiye edecek temel reformların yapılması gerekir

Başbakanın sertleşen üslûbundan sonra hükümetin demokratik ataklarını destekleyen liberal aydınlardan da eleştiriler geldi. Başbakan Taraf gazetesine ve Ahmet Altan’a sonucu hapisle sonuçlanabilecek ceza dâvâsı açtı. Biz de bu kargaşayı ve yaşananları Mehmet Altan’la konuştuk.
Mehmet Altan öncelikle kişisel ve siyasî olarak kimseyle kavgalarının olmadığını, ilkeler üzerinden eleştiri yaptıklarını söylüyor. Ve bu ilkelerin de; ileri demokrasi, hukukun üstünlüğü, çoğulcu demokrasi olduğunu vurguluyor. Bu ilkelerden sapan herkesi ve her kesimi eleştirmenin kendilerine olan saygılarından kaynaklandığını belirtiyor. Son günlerde yükselen sertleşme politikaları konusunda hükümeti de, toplumu da uyarıyor. Bir kişiyi eleştiremeden övmenin bir mânâsı olmadığını söyleyen Altan, Türkiye’nin hâlâ askerî rejim olduğu konusunda ise iddialı. Hatta, eğer gerginlik politikası devam ederse, Kemalist militer yapının bunu bahane ederek harekete geçeceğini, Türkiye’yi cehenneme çevireceğini söylüyor. Danıştay’ın geçen günlerde açıkladığı başörtüsüyle sınava alınmama kararını ise, bu ataklardan biri olarak görüyor.

Kemalist rejimin halka ciddî mânâda mağduriyet yaşattığı 28 Şubat’tan sonra ne değişti?

Değişenler; ilk defa askerî darbe planı deşifre edildi ve Balyoz Darbe Planı’nı yapanlar yargı önüne çıkarıldı. 27 Nisan Muhtırası’na demokratik bir ülkede olması gereken gibi bir ceza kesilmedi, ancak siviller daha dik durdu. Değişmeyen ise, buranın hâlâ askerî rejim olması. 12 Eylül’ün sivilleri vesayet altında tutan askerî rejiminde bir değişiklik olmadı. Genelkurmay’ın anayasal pozisyonunda, askerî mevzuatlarda, askerî yargıda, askerî eğitimde bir değişim olmadı. Konjonktürel olarak sivil iradenin üstünlüğü sağlandı, ama bunun demokratik bir rejimle kalıcı olması söz konusu edilmedi.

“Yasal olarak bir çok değişim oldu, artık darbe yapılamaz” söylemine katılır mısınız?

Bugün yine sivil irade Genelkurmay’ın izni olmadan komutan atayamaz. Askerî Yargıtay, Danıştay hâlâ duruyor. Genelkurmay’ın başbakana “bağlı” değil, “sorumlu olduğu” ibaresi anayasada duruyor. Hükümet, bugün ileri demokrasi diyor, ancak Türk halkının vergileriyle maaşlarını alan askerlerin, yargıçların ve son olarak da valilerin maaşlarını halktan saklıyor.
Darbelere yasal dayanak olarak kabul edilen 35. madde ortada dururken de darbe olmaz demenin kolay olmayacağını düşünüyorum. Kemalist rejimden kurtulmak istiyor, askerî vesayetin pençesi altında ezilmek istemiyorsak hayat tarzlarımızı birbirimize dayatmadan, işlerimizi evrensel hukukun üstünden yürütmemiz gerekir. Eğer güçlü olan kesimler tıpkı Kemalistler gibi kendi hayat biçimlerini diğerlerine dayatırsa bu yapıya da toplumdan ağır cevap gelir. Demokrasi ancak temel hak ve özgürlükleri savunmakla, AB’yi savunmakla olabilir.

Başbakanın sertleşen üslûbu ve Ahmet Altan’a açılan dâvâyla birlikte Kemalistler, “Biz liberal aydınlara söylemiştik” demeye başladılar.

Burada ölçü yanlışı var. Ben Kemalist cumhuriyet yerine demokratik cumhuriyet kurulmasını, yani ikinci cumhuriyeti 1991 yılının Ocak ayında, yani tam 20 yıl önce gündeme getirdim. O zaman AKP cenin bile değildi. Niye düşünürlerin, yazarların, çizerlerin üstünden partiler değil de partiler üzerinden insanlar yargılanıyor bunu anlamış değilim. Benim düşünceme yaklaşan siyaseti destekler, uzaklaşanı eleştiririm. Eğer bir değerlendirme yapılacaksa, benim kitaplarım, yazdıklarım, çizdiklerim üzerinden yapılmalı!

Nuray Mert “Sivil dikta geliyor” dediğinde büyük eleştiri almıştı. Siz bu eleştirinin hâlâ ağır olduğunu düşünüyor musunuz?

Benim eleştirim, referandumda 12 Eylül rejiminin ortadan kaldırılacağı söylendi. Bunun için ileri bir anayasa yapılacağı, insan hak ve özgürlüklerine saygılı Türkiye oluşturulacağı iddia edildi. “Üstünlerin değil, hukukun üstünlüğü” denildi. Referandum sonrası ise, hayır diyen yüzde 42’nin analiz edileceği belirtildi. Şimdi geldiğimiz noktada ise, bunların hiçbiri yok. Tam tersine askerî vesayetin bir parçası olan Sayıştay Yasası’nda askerlerin yerindelik denetimi AK Parti’nin Grup Başkanvekillerinin verdiği önergeyle meclisin ve kamunun denetimi dışına çıkarıldı. Biraz önce söylediğim gibi askerlerin maaşları saklanmaya devam ediliyor. İktidar son çıkışlarıyla kendisi gibi yaşamayan insanların hayat tarzlarını aşağılayan bir yaklaşımın ipuçlarını uyandırmaya başladı. Dindar insanların alışkanlıklarından birini aşağılayan bir üslûp kullanılsa acaba ne olur? Kemalizm’e karşı gelirken herkesin diğerinin hak ve özgürlüklerine saygı göstermesi gerekir. Biz yasaklarda birleşmek değil özgürlüklerde çoğalmak istiyoruz. Eğer birbirimize dayatmalar içine girersek burası cehenneme döner.

Hükümetin her tepkinin arkasında “organize güçler var” demesi de eleştiri konusu oluyor. Bu eleştirilere katılıyor musunuz?

İktidar yaptığı yanlışın tepkisi geldiğinde de buna “Ergenekon” deyip rahatlıyor. Her eleştiriye “Bu organizedir” diyen bir hükümet, gittikçe altındaki zeminin kaydığını da fark etmez, haklı eleştirileri de gözden kaçırabilir. Biliyorsunuz, AK Parti’ye yönelik eleştiri öğrencilere şiddet kullanan polise arka çıkmasıyla başladı. Rüzgâr durup dururken tersine döndü.

Bu tersine dönüşü AKP’nin seçimlerde MHP’yi baraj altına itmek istemesine bağlayanlar da var.

Millî Güvenlik Kurulu bildirisi korkunçtu. 2010 yılını MGK’nın “vatan-millet” otoriter üslûbuyla kapattık. Hem ileri bir demokrasi diyeceksin, hem de “Tek”liğe vurgu yapacaksın. Askeri arkana alarak Kürtleri korkutmak ileri demokrasinin neresine sığar? Son gelinen nokta, bir taraftan MHP’nin oyunu almak, bir taraftan da askerle anlaşma izlenimi veren bir durum. MHP’lileşerek demokratikleşeceğiz iddiası çok yanlış. “Şimdi çok oy alalım, sonra ileri bir anayasa yaparız” yaklaşımı doğru ise, MHP’lileşerek eğer çok oy alınıyor, iktidar olunuyorsa, neden demokrasi yapılsın ki? Siyasetçinin “şimdi biraz oynayayım, sonra sizi ileri demokrasiye götüreceğiz” takiyyesi mantıksız bir süreç. Bizim hiçbir siyasî partiyle alıp veremediğimiz yok, bizim Türkiye’yi demokratikleştirmek gibi bir kaygımız var.

İyi niyetli de olsa, bu oyun, sizce hükümeti, dolayısıyla Türkiye’yi zora sokar mı?

Benim korkum da o! Oyun oynarken geri dönüşü olmayan bir noktaya da gelebilir Türkiye. Hukukun dışında siyaseten getirisi olabilecek gerginlik politikaları güttüğün vakit her şey azar. Nitekim de bu gerginlik politikalarının karşılığı geldi ve Danıştay başörtüsü yasağı kararını açıkladı. Anlayacağınız karşı taraf bu gerginlik politikalarını fırsat bildi ve atağa geçti. Eğer hükümet sert üslûbuna devam ederse önümüzdeki dönem buna benzer atakları hep beraber görürüz. Hükümet bir an önce sert söylemlerinden uzaklaşıp AB sürecine devam etmeli. Hiçbir engel olmamasına rağmen, rekabet faslını açmadık. Bir an önce Kemalist rejimini tasfiye edecek temel reformların yapılması gerekir. Yoksa güç dengesi hâlâ değişmediği için askerî rejim gelir buraya hakim olur.

”Kent Dindarlığı” kitabınızdan yola çıkarak siyasetle dindarlık arasında nasıl bir ilişki olduğunu anlatabilir misiniz?

Beklentisi olmayan politikacı da olmaz. Asıl soru, dindar bir insan politikacı olur mu? Dindar bir insan nasıl politikacı olur, milliyetçi olur?
Eğer, din siyasete alet edilirse, siyasetçiler dinî duyguları oya dönüştürme ihtiyacı hissedebilirler. Bu da kendine oy verenleri önemseyen bir yaklaşımı ortaya çıkarır ve ötekini oluşturur. Halbuki her şeyin insanî bir bakış açısıyla hukuk üzerinden çözümlenmesi gerekir.
Türkiye’nin kurtuluşu Kemalizm’den demokrasiye geçmek; din, ırk, mezhep üzerinden siyaset yapmak değil. “Sadece benim istediğim olacak” dediğin anda Kemalizm’in silâhlı gücünü hızlıca yeniden harekete geçirirsin ve bu da Türkiye toplumunun başını belâya sokar.

Siyasetçi, çifte standartlı olmamalı

Dindarlar Erbakan’ı saf dışı bırakıp daha demokrat olduğunu düşündüğü Erdoğan’ı seçti. Erdoğan, değişime ayak uyduramazsa, dindar taban onu da devre dışı bırakmaz mı? Eğer dindarlar dinin siyasete alet edilmesini istese Erbakan’ı desteklemez miydi?

Son dönemde AKP’ye eleştiri yapanlar Neoconcu değil, laikçi, CHP’li değil ve Türkiye’nin MHP’lileşerek ileri götürülemeyeceği tehlikesinin altını çizenler. Dindarlar vicdan sahibidir. Üç yıldır askerî vesayete karşı göğsünü siper eden Ahmet Altan ve Taraf gazetesine sadece tazminat değil, hapislere girsin, yatsın diye ceza dâvâsı açılmasını halk anlamaz. Söylenenler doğru ise, askerî vesayetle anlaşarak, milliyetçi oyları alacak siyaset izleyerek Türkiye daha ileri gidemez. Bunu en çok dindarlar ve AK Parti’nin tabanı anlar. Dindarlar ve muhafazakârlar özgür ve mutlu olmak istiyor. Kendinin başına belâ getirecek bir siyaseti kabul etmez.

AKP döneminde liberallerin en kârlı dönemlerini yaşadıkları da iddia ediliyor…

AK Parti olmasa hiçbir varlık gösteremeyen iktidarın omurgasız, dalkavuk, amipleri var. Bir adamı eleştiremeyince, övmenin de bir mânâsı yok. Biz, Türkiye’nin ortak çıkarının çoğulcu evrensel demokrasi de olduğunu söylüyoruz. Bu ilkelerden sapınca başbakanı eleştiriyoruz. Başbakanı hiç eleştirmeden sürekli överek kendine yer arayan garibanlar var. Onları da ciddiye almamak lâzım. İlk imzam 65 yılında yayınlandı. Eğer “ben” zede alırsam varlığım anlamını yitirir. Bunun da faturası yoktur. Bunun onuru vardır. Tutarlı olmayan saygın olamaz. Ne olur, dalkavuk olur. Bizim derdimiz şu veya bu siyasî parti değil, bizim derdimiz Türkiye’nin askerî vesayetten kurtulup gerçek bir demokrasi olması. Bu noktalarda eksik ve aksak gördüğümüz şeyler olursa ister hükümet, ister asker, ister yargı olsun herkese eleştirimizi söyleriz.

Aslına bakarsanız Başbakanın Taraf’a dâvâ açması gazetenin hükümetin gazetesi olduğu yalanlarını da ispatlamış oldu.

Ahmet Altan, kendi gibi olmayınca yok olur. Düşünceye ihanet etmek başka bir şeye benzemez; eğer edersen varmış gibi yaşarsın.

Aile olarak hep askerî darbelerden mağdur oldunuz. Siz 28 Şubat’ta büyük bedeller ödediniz, hatta ölümle tehdit edildiniz. Başbakan’ın Ahmet Altan’a dâvâ açması sizi insanî olarak üzdü mü?

Hayır, hayır kesinlikle! Türkiye istediğimiz tarafa doğru gidiyor. Bu yaşadıklarımız eksikliklerdir, yanlışlıklardır, yalpalamalardır. Uyarmaya kalkarsınız, duyan duyar, duymayan duymaz, fakat toplum olarak bu uyarıları duymazsak faturayı hep beraber öderiz. Bir tek, mağdur üreten, mağdurları da birbiriyle çarpıştıran rejimini değiştirme imkânı varken fırsatı kaçırırsak buna üzülürüm. AK Parti çok güçlendiğini düşündüğünü ve demokratik süreci yavaşlattığı bir dönemde, militer silleye de hedef olabilir. Biz hiçbir siyasî partinin bu tür durumlara düşmesini istemeyiz. Bizim uyarılarımızın kişisel çıkar ve ikbal kaygısıyla yapılmış uyarılar olarak algılamamalı! Ahmet Altan bir şey istemiyor ki? Eğer bu milletin hizmetkârı olmak istiyorsan, illa iktidar gibi bir kaygın olmamalı. Bir vakıf kurup millete gene hizmet edilebilir. İktidar olunca da neden tutarlılığını kaybedesin ki? Böyle olunca da kafalar karışıyor.

Hükümetin ileri bir hamle yapabilmesi için MHP tabanının oyuna da ihtiyaç duyduğu bu sert söylemin seçimlere yakın yumuşayacağı söyleniyor. Siz bir yumuşama bekliyor musunuz?

Yumuşama olabilir. Siyasetçinin çifte standartlı, pragmatist olması güvenini azaltır. Ben değişimin siyasetini arıyorum.

Siz yakın dönemde askerlerle sivil iktidarın bir uzlaşma arayışı içinde olduğunu düşünüyor musunuz?

Askerlerin maaşlarının açıklanmaması, Sayıştay denetiminden askerî harcamaların muaf tutulması, Kürt sorununda MGK açıklaması yanık kokusu veriyor.

Ergenekon süreci devam ediyor, ama…

Ne kadar devam edeceğini bilemeyiz. Üstelik sadece hükümetin iradesiyle mi ilerliyor dâvâ?

Emre Uslu, sadece hükümetin değil, devlet içinde demokrat bürokratlarında bu dâvânın sürmesinde büyük katkısı olduğunu söylemişti. Hatta, hükümetle askerler arasında “dindar bürokratları bana ver, sen iktidar ol” pazarlığının yapıldığını belirtmişti.
Biz askerlerle pazarlık eden iktidar aramıyoruz. Türk toplumunu özgürleştirecek, toplumsal iradeyi temsil edecek iktidar arıyoruz.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*