Ümidim Sendedir, ümidim Sendendir

“Kur’ân’a ait mesaille iştigal, bir nevi manevî,
mütefekkirane Kur’ân okumak hükmündedir.”
– Barla Lâhikası

On değil, yüz değil…
Saymayı unuttum, yine kapındayım, yine affını dileniyorum.
Yine mahcub, yine boynu bükük, yine perişan… Şanın yücedir, affetmeyi seversin. Senden uzaklaştığım zaman düşüyorum. Tut beni ne olur! Bırakma! Düşerim, düşerim, sonsuz düşerim. Senden uzaklarda kaldım mı, üşürüm, ebedî üşürüm…

Derdimin dermanı Sendedir. Bilirim de aynı hataya kim bilir kaç kez düşerim. Neden oluyor bu? Onu da bilemem.

Hatalarımın, yanlışlarımın çocuğuyum, günahlarımın zebunuyum. Bir noktayım, ama gözünü sonsuza dikmiş bir nokta. Ayağımın altındaki yer titriyor. Biliyorum niçin… Haddi aştığım için.

Denizin dalgaları köpürüyor. Yutacak gibi beni, içine alacak gibi. Yaşadığım şu zaman da öyle. O beni her an yutuyor zaten.

Üşümediğim, düşmediğim an mı var? Ağrımayan yerim mi kaldı? Kendime yabancı kaldığım bu dünyada Senden uzaklaşmam böyle başladı. Sığınacak bir liman arıyorum, Senden medet umuyorum. Sığınacak başka yerim yok.

Fırtınalar içindeyim. Tutunacak dal arıyorum. Yağmurdan sonra güneş nasıl çıkarsa ve ferahlatırsa içimi, öyle oluyor Sana varışlarım, huzurunda durup yakarışlarım, su başlarında susayışlarım. Varmak kolay değil. Önce içim varacak. O tamam dedi mi, dışım adım atacak ve o istikamette oluşlar, yeniden doğuşlar başlayacak. Damlalar toplanıp göl olacak. Sonra ruhum bir yeşillik bulacak. O toprakta açacak çiçeğim işte.

Kendi içindeki güzelliği oluşturmak ve bu ateşi tutuşturmak kolay olmuyor. Ağır bir ameliyat sonrası hastalar nasıl yoğun bakıma alınıyorsa, uzman hekimler tarafından nasıl titiz bir kontrolden geçiriliyorsa, aynen öyle, dış dünyayla alâkam kesilmeden, kimden, neden ve nereden bir beklentim varsa, onlardan elimi yüzümü tamamen çekmeden Sana varmak olmuyor, olamıyor Allah’ım. Senden başka bir şeylere hâlâ güveniyorsam, yüzüm yok diyorum kapında durmaya. Kaçacak bir yer arıyorum. Ve bunu başarıyorum da çok defa. Ama nafile… Faydası yok…

Aklıma güvendiğim zaman, aklımla baş başa kalıyorum. Akıl ne ki? Ruhumun anlama âleti. Ruhum, kalbim, vicdanım… Ben bunlarla insanım. Ah kalbim… “Ah, ah” demeyen bir kalp, “Allah” da diyemiyor.

Acılar, merhem sürmekle de geçecek olsa, ağrılar, uyumakla, yatmakla geçecek olsa, koşa koşa gider, her insan bir yer bulur kendine. Kalbimizin yaraları bir değil, sayısız… Şifası duâlarda, tövbelerde… Kaç yönden tedavi olduğunu bir bilse, bir inansa insanlık, şifanın kaynağına koşacak doludizgin. Yılkı atının özgürlüğüne koşuşu gibi… Belki de o koşuda kalbi duracak. O da güzel. Yeter ki yolunda olsun… Yeter ki su kaynağını bulsun… Yeter ki “Kurtuluş buradaymış meğer…” desin, O’nu bulsun, O’nu bilsin, o da yeter.

Çatılardan sesler geliyor. Gökyüzü ağlıyor, benim gözümde yaş yok. Bulutlar içimde ağlar. Her şey benimle alâkadar. Biliyorum, görüyorum. Her şey beni bilen birinin işaretleri… Varsın Allah’ım, varsın… Öyle bir varsın ki, “var” demek bile tuhaf geliyor dilime. Konuşan kim ki? Ben miyim desem utanıyorum. Söyleyen kim ki? Dil kimin, akıl kimin, kalp kimin, hava kimin, ses kimin, bu ilim kimin? Ne varsa bende, Senden biliyorum.

Seçtiğim yolda yürüyorum… Şeytan peşimde, nefsim yanımda. Başka tehlikeye gerek yok. Her yanım tehlikenin ta kendisi… Ne oluyorsa bana, benden oluyor. Ve bu girdiğim çıkmazdan nasıl bir çıkış yolu bulup nefes alıyorsam, o da Senden, Senin kereminden. Lütfun hiç eksik olmuyor üzerimden. Ben bile kendime tahammül edemezken, Halîm’sin, Gafur’sun Sen. Kullarının bunca hatalarına rağmen, kapından yüz geri etmiyorsun Sen. Ellerini boş çevirmiyorsun. Sabır dersini o en güzel isminin tecellisiyle bize yine Sen veriyorsun. Sabrın, sebatın ne olduğunu bize öğretiyorsun. Aziz’sin; izzet ve azamet sahibisin. Bağışlamak, mağfiret etmek Senin şanındandır. Biz buna lâyık olmasak da.

Kuşlar ağaçları özlediği gibi, damlalar denizi aradığı gibi, öyle arıyorum Seni. Yuvam biliyorum, odam biliyorum, huzurunda durduğum her ânı duam biliyorum. Kelimeler yetmiyor.
«««
Merdivenleri çift çift çıktığım günler geçti artık. Yorgun bir beden var geride. İpe un seriyorum. Boş işler, boş uğraşlar eksik olmuyor. Atacağımı attım atacak kadar geriye. Ama yine yükselemiyorum ötelere, öteye… Her an ayrı bir kare hayatımda, her an ayrı bir imtihan…

Yıllar geçtikçe hayat kolaylaşacak sanırdım. Her gün bir vagon ekleniyor, her gün. Ve günahlarım, upuzun bir kervan… Peşimden geliyor.

Bıraksa peşimi şeytan…
Biraz olsun rahat olacak başım…
Biraz olsun nefes alacak içim.
Yâ Rab, ben Sensiz bir hiçim.
Huzurunda iki büklüm, rahmetine, keremine yaslanmışım, medet bekliyorum.

Onu bu anlarda çok daha iyi hissediyorum. Kaçacak hiçbir yerim olmadığı zaman, köşeye tam sıkıştığım anda, rahmetin bir güneş gibi yakalayıveriyor beni, buluyor gözlerimi, buluyor içimi, tutuyor kalbimden, sarıyor, kaldırıyor yine beni…

Belli ki Senden uzak günlerim zindan…
Belli ki yalnız çıkamam ben bu karanlıklardan…
Her daim rahmetin yetişiyor imdadıma…
Yalnız geçemem ben bu dar kapılardan…
Belli ki rahmetin erişmese, toprağın gecesine düşerim, yiterim ben.

Yorganı başıma çekip, her şeyi geride bırakıp öyle konuşmak istiyorum, öyle dertleşmek istiyorum Seninle. İçimi açmak istiyorum. Duâlarımda, ısrarla, ama ısrarla bir tek şeyi arzu ediyorum, onun izindeyim. Sana nasıl bir kul olmam, Sana nasıl yaklaşmam gerekiyorsa, beni öyle bulundur, öyle tut huzurunda. Kim ne derse desin, kim nasıl bilirse bilsin, Sen “kulum” de yeter! Sen bu kulunu rahmetinden uzaklarda tutma, o yeter bana!

Rahmetin ki, her şeyi kaplamış. Uzağında kalamam, acırım, kendine acırım… Kalırsam Senden uzaklarda, tutuşur, yanarım. Hangi çeşmeler, hangi sular, neler içsem, neler götürsem, neler yapsam boşuna… Kaynağına inmeliyim. Belki ancak o zaman kanarım. Dileğim o ki, hayatın izinden yürüyüp dünyaya geldiğim günkü gibi terütâze olmak isterim.

Güzel bir çocuğun, dünyalar tatlısı bir bebeğin gözlerine takıldı gözlerim. O bana baktı, ben ona… Ne kadar sürdü bilmiyorum. Öyle bir ders aldım ki… Ben o muydum, o ben miydim anlamadım gitti… Yıkadı beni, temizledi, ak pak etti. Huzuruna çıkarken, onun gözlerinden içtim temizliği. O bakışlarda yıkandım, orda aklandım, orda paklandım sanki. Bir yaşındaki bir çocuğun gözlerinden içtim safiyeti. O engin gölde yıkandım, o denizde aklandım paklandım sanki…

Rahmetin o kadar geniş, o kadar engin… Kaçış yok. Firardayız. Önce kendimizden, kendi aynalarımızdan, kendi günahlarımızdan… Ama bir sebep halk ediyorsun yine… Bırakmıyorsun bizi orta yerde.

Ey sebep! Sen bir neticenin kendi başına başlangıcı olamazsın. Sen nesin ki ey sebep? Sen asla bir netice olamazsın. Sebebi de, neticeyi de yaratan Sensin Rabbim.

Sensin Rahim, Sensin Kerîm…
“İster Allah deyin, ister Rahman deyin, hangisini derseniz deyin, en güzel isimler O’nundur.” (İsrâ, 110) dediğin gibi, içimizden geçen her güzelliğin karşılığı Sende, Senin rahmetinde.

Bugün de bu tepelerden değil, şu köşelerden değil, içimden doğsun güneşin, içime vursun ışığın, nurunla yıkanayım, kanayım, onunla arınayım. Hayatımın bir lokma ekmeğini ona banayım… Hiç acıkmamak üzere, hasretini çektiğim ne varsa, hepsini o bir lokmada bulayım, o yudumda bulayım, o sözde, o duâda… Dünyada kimden ne beklediğim varsa, hepsini, ama hepsini huzurunda bırakayım. Bir başıma kalayım ve bu dünyadan ötelere doğru yolculuğa çıkayım. Bir başıma kalayım. Rahmetin yakalamışsa, kuşatmışsa eğer, içimde bir çocuk safiyetiyle bir çiçek açmışsa eğer, gün benimdir, güneş benimdir.

Dizlerimde derman kalmadı, kelimeler ifade edemiyor artık. Sözler tutunacağım dal olmaktan çıktı artık. Rahmetin yetişsin, yıkasın, uzaklarda bırakmasın diye.

Ümidim Sensin, ümidim Sendedir, ümidim Sendendir… Sonsuz rahmetindendir…

Kapından ellerim hiç boş dönmedi. Her defasında, en âciz, en bitkin, en müflis olduğum anlarda, yüz geri etmedin, kapılarını yüzüme kapamadın. Seni Hak, kapını hakikat bilen kulunu, rahmetinden mahrum etmedin, bir damladır diye hakir görmedin.

Aziz olan Allah’ım, rahmetinle affeyle… Kapındayım, huzurundayım.
Ümidim Sendedir, ümidim Sendendir…
Diller ayrı olsa da, duâlar aynı.
Diller ayrı olsa da istekler aynı.

Belli ki duâlara cevap veren aynı. Kim, ne istiyorsa, Senden istiyor aslında. Doğruyu, doğru yerde arayanların, doğru noktada duranların, doğruya Senin sayende ulaşanların huzurudur bu, niyazıdır bu.

Eller, Sen izin vermedikçe kalkamaz. Diller Sen izin vermedikçe söyleyemez. Hâkimiyetin her şeyi kuşatmıştır. Senin sözün, Senin fermanın geçer. Mutlak hâkimiyet Senindir. Konuşan diller değildir, konuşmaya izin veren de, Senin hikmetindir, kudretindir.

Hiçbir iş, hiçbir işine mâni olmaz. Milyarları yaratmak, biri yaratmak kadar kolaydır Senin için. Toprağın derinliklerindeki, yedi kat semalardaki her şeyi bilen Sensin. Her şey Senindir. Her şey hikmetinin ve kudretinin eseridir.

«««
Dört kişi konuşuyor. İçlerinden biri soruyor:
“Siz nasıl duâ ediyorsunuz?”
“Gözlerimi kapayarak.”
Diğeri:
“Dilimin arkasına kalbimi koyarak.”
Diğeri:
“Rabbimin beni duyduğuna inanarak.”
“Peki, sen nasıl duâ ediyorsun?” diye soruyu sorana soruyorlar.
“Hepinizin yaptığını yapmaya çalışarak.” diyor.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*