Ümmü Cemil

Ummü Cemil, bilindiği gibi Ebu Leheb’in karısı, Ebu Süfyan’ın da kız kardeşidir. Ebu Leheb ise, Peygamber Efendimizin amcası olmasına rağmen kendisine eziyet eden ve azılı düşmanları arasında yer alanların başta gelenlerinden biri olmuştur. Bu aile ile ilgili diğer bir özellik ise, hemen tüm aile fertlerinin Peygamber Efendimize olan düşmanlıkları ile ön plana çıkmaları olmuştur.

İlk yıllarda Kureyşlilerin büyük ekseriyeti Müslümanlara karşı cephe alırken zamanla bu tavır değişmiş hemen hemen tüm ailelerden birer ikişer Müslümanların safına geçmeye başlamışlardır. Ancak, Ebu Leheb başta olmak üzere eşi ve çocukları Peygamber Efendimize ve Müslümanlara karşı düşmanlıklarını giderek arttırmışlardır.

Ümmü Cemil ve kocası Ebu Leheb ile herhangi bir meselesi olmayan Peygamber Efendimiz iki kızını onlara daha önce gelin olarak vermiş ve aralarındaki akrabalığa ilave bir akrabalık bağı daha oluşturmuştu. Ancak, bu durum Peygamber Efendimizin peygamberliğini açıktan ilan etmesinden itibaren tersine döndü. Kendi düşmanlıklarını sürdürdükleri gibi, oğullarının da eşlerini boşamalarını sağladılar. İki oğulları anne babalarının isteğine uyarak Peygamber Efendimizin kızlarını boşadılar.

Peygamber Efendimizin evi, iki azılı müşrik olan Ebu Leheb ve Ukbe bin Ebu Muayt’ın evlerine yakın bulunmaktaydı. Bunlar her fırsatta Kâinatın Efendisine saldırmakta ve eziyet etmekteydiler. Yine bir seferinde eline aldığı deve pisliği ile yola çıkan Ebu Leheb’in amacı, bu pislikleri Peygamber Efendimizin kapısının önüne atmaktı. Ancak, bu sırada çıka gelen Hazret-i Hamza durumu fark etti. Ebu Leheb’in elinde tuttuğu deve pisliğini alıp onun başına döktü.

Kocasından hiç de geri kalmayan Ümmü Cemil, komşusu olan Peygamber Efendimizin evinin çevresini dikenli ağaç dalları ve kaya parçalarıyla doldururdu. Amacı, gece karanlığında gelecek olan ve bunları fark etmeyecek olan Peygamber Efendimize eziyet etmekti. Çünkü, gizlice etrafa serpiştirdiği diken ve taşlar, Peygamber Efendimizin ayağına batacak o da bundan mutlu olacaktı.

Kureyşlilerin gelenek ve anlayışına göre bir kimsenin babası vefat ettiğinde amcası baba yerine sayıldığı gibi, amca da yeğeninin tüm ihtiyaçlarını karşılamaya çalışır ve evladı gibi bakardı. Peygamber Efendimiz de babası ve dedesinin vefatından sonra amcası Ebu Talib’in büyük yardımını ve desteğini görürken, diğer bir amcası olan Ebu Leheb tam tersi bir tavır sergilemekteydi.

Peygamber Efendimiz amcasını hak dine davet ettikçe daha da azar ve eziyetini daha da arttırırdı. Bu tavrını ölümüne kadar devam ettirdi. Bedir Savaşı’na, bulaşıcı hastalığından dolayı katılamadı. Mağlubiyet haberinin ulaşması üzerine üzüntüsünden öldü. Bulaşıcı hastalığı sebebiyle kimse yanına yanaşmadığından ölümü de kendileri için büyük bir sıkıntı oldu. Ancak, parayla tuttukları adamlar vasıtasıyla ölüsünü defnedebildiler.

Ümmü Cemil, Peygamber Efendimize hakaret ve eziyet için her yola baş vurmaktaydı. Mekke’de, vahyin kesildiği bir dönemde Peygamber Efendimizin yanına giderek alay etmeye kalkıştı. “Sahibini görmüyorum, herhalde seni terk etti.” Küstahlığında bulundu. Bu hareketinden sonra Duha Sûresi nazil oldu. Bu surenin 3-7 ayetlerinde mealen, “Rabbin ne seni terk etti, ne de sana darıldı. Elbette senin için ahiret dünyadan hayırlıdır ve elbette Rabbin sana razı olacağın ihsanlarda bulunacaktır. Sen yetim iken O seni barındırmadı mı? Sen yolunu şaşırmış bir kavmin içinde iken O sana yol göstermedi mi?” buyrulmaktaydı.

Ümmü Cemil ile kocasının yaptıkları çirkinliklerden ve Peygamber Efendimize çektirdikleri sıkıntılardan dolayı haklarında ayet nazil oldu. Tebbet Suresi ile bu ailenin yaptıkları ve haklarında cari olan İlâhî hüküm de böylece açıklanmış oldu. Bir taraftan cennetle müjdelenen sahabelere Peygamber Efendimiz müjdeyi verirken diğer taraftan belki de ilk defa henüz hayatta iken bir insanın cehennemlik olacağı sure ve ayetlerle ilan edilmekteydi.

“Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla. Kahrolsun Ebu Leheb! Zaten kahrolup gitti. Ne malı, ne de kazandıkları ona fayda vermedi. Yakında alevli bir ateşe girecek. Karısı da odun hamalı olarak beraber girecek. Boynunda da bükülmüş bir ip olacak.” (Tebbet Suresi) Böylece Ümmü Cemil’in cehennemlik olduğu haber verilmekteydi.

Kendisi ve kocası hakkında sure nazil olduğunu duyan Ümmü Cemil eline bir taş alarak Peygamber Efendimizi aramaya başladı. O sırada Peygamber Efendimiz Kabe’nin yayına oturmuş Hazret-i Ebu Bekir (ra) ile sohbet etmekteydi. Ümmü Cemil’in hışım ve öfkeyle kendilerine doğru geldiğini gören Hz. Ebu Bekir; “Ya Resulallah! Ümmü Cemil pis ve ahlaksız bir kadındır. Onun gelişi hiç de hayra benzemiyor; sana bir zararının dokunmasından endişe ediyorum. Ona muhatap olmadan buradan uzaklaşınız.” dedi. Kainatın Efendisi ise; “Meraklanma, o beni göremez.” buyurdu.

Ümmü Cemil, oturup sohbet eden iki güzide arkadaşın yanına vardı. Sıddık-ı Ekber’e arkadaşının, yani Peygamber Efendimizin nerede olduğunu sordu. Oysa ki, Peygamber Efendimiz onun karşısında durmakta idi. Peygamber Efendimizin nerede olduğunu soran Ümmü Cemil’e, Hazret-i Ebu Bekir, “Ne yapacaksın onu?” diye sordu. Ümmü Cemil ise; “Duyduğuma göre arkadaşın beni hicvetmiş. O şairse, biz de şairiz. O bizi hicvetmiş, biz de onu hicvediyoruz. Onun anlattıklarına isyan ediyoruz. Biz onun dininden hoşlanmıyoruz. Vallahi onu bulduğumda şu taşı kafasına vuracağım” şeklinde küstahça karşılık verdi. Hz. Ebu Bekir de; arkadaşının şair olmadığını, şiir söylemediğini ve kendisini hicvetmediğini söyledi. Bu cevaptan sonra oradan ayrılıp uzaklaştı. Ümmü Cemil’in ayrılışından sonra Peygamber Efendimize dönen Hazret-i Ebu Bekir, “Ya Resulallah! O seni görmedi.” deyince, Kainatın Efendisi, “Evet. Rabbim onunla benim arama bir perde çekti. Ben olanları gördüm, ama, o beni görmedi.” diye buyurdu.

Risâle-i Nurda, sözü edilen bu hadise anlatılmakta ve Ümmü Cemil’in hareketinden söz edilmektedir. Cenâb-ı Hakk’ın bu kötü kadın karşısında Peygamber Efendimizi koruduğunu belirten Bediüzzaman, “Yanında iken Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâmı görmemiş. Elbette, hıfz-ı İlâhîde olan bir Sultan-ı Levlâk’ı, böyle bir Cehennem oduncusu, onun huzuruna girip göremez. Ağzına mı düşmüş?” (Mektubat, 1994. s. 161) ifadelerine yer vermektedir.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*