“Dostlar unutur.” dendi de isyân etdim;
Meclisde o dost bilmezi pişmân etdim!
Bir tâne, yazık, şimdi kapımdan geçmez!
Doğruymuş o söz, ben dahi îmân etdim…
Hele mânevî bir gàye, ulvî bir hedef için kardeşâne alâkalar kurduğumuz sevdiklerimizden ayrılmak, rûhumuzda daha başka te’sîrler icrâ eder. Gerçi, Allâh için olan dostluklarda ahbâbın, zâhiren ayrılık olsa bile, mânen bir arada bulundukları bilinir. Ancak, yine de bu mâlûmât, o hâli yaşamaya hak kazanamadığımızdan olacak, tam tesellîye yetmez.
Bâzen yıllarca haber alamadığımız bir dostumuz hakkında bir bilgi ulaşır; bakarız o çok sevdiğimiz arkadaşımız bu mihnet âlemini bırakıp rahmet âlemine intikal etmiş. Veyâ bir hastalık, bir musîbet dolayısı ile cefâ çekiyor. Duâlarımızı Cenâb-ı Hakk’a takdîm ile dostumuza afv ve mağfiret veyâ derdinden kurtulması için yardım etmesini dileriz. Ulaşma çâresi varsa yakınlarına tâziyelerimizi, rahmet niyâzlarımızı beyân ederiz. Veyâ kendisine şifâ, devâ dileklerimizi iletiriz.
İzini kaybettiğimiz, bilene rastlamadığımız dostlarımızdan birinin hayatta, sıhhatli ve bahtiyar olduğunu herhangi bir vesîle ile öğrendiğimizde ne kadar memnûn oluruz. Keşke bu sevincimi onunla paylaşabilseydim, diyerek çâreler ararız. Ama buna zaman ve zemîn hep elvermez.
Yazarımız Osman Zengin’in izini bulup, kendisi ile buluşarak bizleri de haberdâr ettiği Zafer Ali hakkında, çoktandır merâk etmeme rağmen, bir bilgi sâhibi değildim. Yetmişli yıllarda, Yeni Asya’da çalışmaya başladığı sıralardı sanıyorum, o zaman görev yaptığım Batman’da birkaç gün birlikte olmuştuk. Türkçe’yi henüz çok iyi telâffuz edemiyordu. Az ve öz konuşuyordu. Dikkatini çeken bir konuda filozofça, nükteli ve özlü olarak fikrini beyân ediyordu. İçi-dışı birdi. Söylemek istediğini dolaştırmadan ve tereddütsüz ifâde ederdi. Et yemediği için kendisini misâfir etmek kolaydı. Tek sıkıntımız, alıştığı şartlarda bir ortamı her yerde hazırlayamamaktı. Avrupalı birinin alıştığı hayattan ayrılıp Asyalı olması kolay değildi. Bereket, Zafer Ali, Asyalı olmadan önce, tam vaktinde Yeni Asya’lı olmuştu…
“En sevdiğim hayvan, eşektir.” derdi. Sebebini de, kocaman kulakları ile çok çok dinlediğini, ama az konuştuğunu(!) söyleyerek îzâh ederdi. Sonraları zaman zaman İstanbul’a seyâhatimde kendisini bâzen gazete idârehânesinde bulurdum. Çoğu zaman dışarıda olurdu. Yıllarca yıllarca görüşemedik. Emekli olup ayrıldığını duymuştum. Çok şükür, sıhhatte ve aynı istikàmette yaşıyormuş. Cenâb-ı Hakk’dan nice yıllar ömür ve hüsn-i hâtime dilerim.
Bu vesîle ile gerek mesleğimiz, gerek meşrebimiz çerçevesinde tanışıp mânevî dostluklar kurduğumuz nice insanları hâtırlamaya çalıştım. Hâfızam kiminin ismini, kiminin resmini bulup getiremedi. Şarkıda söylendiği gibi: ”Unutulmuş isimler de; / Kim bilir ki, nasıl, nerde? / Şimdi yalnız resimlerde, / Eski dostlar, eski dostlar…”
Güfteyi yazan ve şarkıyı besteleyen aynı duygularla gönül tellerini titretmiş ki, hâli güzelce belirten bu eser ortaya çıkmış… Ancak, yalnızca maddî gözle bakıldığından ve bu hayattan sonra da insanın devâmını bilmeyenlere mahsûs bir tavırla ele alındığından, hüzünden başka bir his uyandırmıyor. Ahbâbdan geçici bir ayrılık ve sonunda ebedî bir berâberliğin olacağına inanmak kadar, bu hüznü izâle edecek bir çâre gösterilebilir mi?
Evet, yeter ki, sevmek Allah için olsun. Yaratanın izin verdiği ve sevdiği şekilde dostluklar kurulmuş olsun. Böyle dostluklar, beşeriyet gereği unutulmuş bile olsa, İlâhî kayıtlara geçtiği için hakîkatte unutulmaz. Ebedî âlemde “Dost, dostuyla birlikte bulunacaktır” hadîs-i şerîfinin hükmüyle, berâberlik mukadderdir.
Zaman zaman, yukarıdaki rübâî gibi, dostların unutmasından yakınsak bile, ne mutlu, ahbabsızlık yok! Dostlardan muvakkat ayrılık var…
Benzer konuda makaleler:
- Ebed dostlukları
- Kalpleri saran duygu: Dostluk
- Dostluklara ‘standart tarife’ mi?
- Bedel ödemek ve dostluğun gereğini yapabilmek
- Kur´ân ile dost olmak
- İsmail Yeken’e rahmetler diliyorum
- “Çadırcı Nureddin” Ağabeye, Allah rahmet eylesin!
- Sevgi dili
- Hakk’a yürüyen bir İsmail…
- Gül’ün dikeni ve Selvi
İlk yorum yapan olun