Üretmeden tüketmek

Osmanlının son zamanları.

Müslümanlar fukaralık pençesine düşmüşler.

Buna karşın azınlıklar zengin ve refah içinde.

Yahudiler ve Rumlar zenginliklerine zenginlik katıyorlar.

Ermeniler ise kazandıkları altınları evlerinde küpler içinde saklıyorlar.

Garibim, Türkler ve Kürtler de meteliğe kurşun atıyorlar.

Savaş ruhlarına işlemiş ya…

Bu dehşetli ve ibretli hali Üstada soruyorlar:

“Eskiden İslâmlar zengin, onlar fakirdiler. Şimdi her yerde kaziye bilâkistir. Hikmeti nedir?”

Yani,

Eskiden bizler zengin onlar fakirdi.

Şimdi işler tersine döndü.

Onlar zengin, bizler yaya kaldık yolda.

İşte soru bu.

İki mühim sebep sayıyor Üstad bu soruya cevap olarak:

Birincisi:

“İnsan için ancak çalıştığının karşılığı vardır.” (Necm Sûresi, 53:39.) emr-i ilahisi ile, “Çalışıp kazanan, Allah’ın sevdiği bir kuldur.” emr-i Peygamberiye uymadık ve yanlış bir tevekkül anlayışı ile çalışmayı terk edip tembelleştik.

İkincisi ise:

“Biz, gayr-ı tabiî ve tembelliğe müsait ve gururu okşayan imaret maişetine el atıp belâmızı bulduk.

“Nasıl?” diye izah istediklerinde ise:

Şu ibretli cevabı veriyor:

“Maîşet için tarik-ı tabiî ve meşru ve zîhayat, san’attır, ziraattir, ticarettir. Gayr-ı tabiî ise, memuriyet ve her nev’iyle imarettir.”

Hakikaten müthiş ifadeler bunlar.

Aynı zamanda harika birer sosyolojik tespit.

Niçin geri kaldık, nasıl ilerleyebilir, medeni ülkelere nasıl yetişebiliriz gibi kalkınmanın temel unsurlarını da ifade ediyor aynı zamanda.

Özetlersek:

Tembellik, çalışmadan kazanmak, herkesin gözünü devlet kapısına dikmesi, siyasi maksatlarla yapılan yardımlar, haksız kazançlar, yolsuzluk, devlet malına el uzatma…

İşte bunlar geri kalmışlığın temel sebepleri…

Sanat, ticaret ve ziraat…

İşte bunlarda kalkınmanın temel unsurları.

Bu üç kelime ise üretim anlamına geliyor.

Zira sanat dediğimiz mesele sanayiden, teknolojiden tutun da küçük el sanatlarına kadar her türlü üretimi içine alır.

Ziraat zaten başlı başına en temel üretim mekanizmasıdır.

Ticaret ise hem üretime gerekli ham madde temin etmek, hem de üretilen malları değerinde satarak üretim yollarını sürekli açık tutmak anlamına gelir.

Bakınız dünyanın ilerlemiş devletlerine…

Üretimin ne kadar önemli olduğunu görürsünüz.

Konya kadar toprağı olmayan bir Hollanda’nın tarım ihracatı neredeyse bizim toplam ihracatımıza bedel.

İşte üretim gücü bu.

Bir milleti ihya etmek mi istiyorsunuz:

Üretim, üretim, her sahada üretim diyeceksiniz.

Tükettiğinizden daha fazla üreteceksiniz…

Yok bir milleti sefalete atmak mı istiyorsunuz.

Tüketim, tüketim, her sahada hoyratça tüketime sevk edeceksiniz.

Yani ürettiğinden fazla tükettireceksiniz…

Şimdi elinizi vicdanınıza koyun ve şu iktidarın on sekiz yıllık icraatına bir bakın.

Daha çok ürettik mi, yoksa tükettik mi?

Ürettik diyorsak nerede bu mallar?

Devlet bu gün beş yüz milyar dolar borca girmiş.

Nereye gitti bu paralar?

Üretime mi tüketime mi?

Maalesef bu millete yapılan en büyük kötülük işte bu:

Yani üretmeden tüketmeye müptela etmek…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*