Urfa’dan Bursa’ya nurlanmaya geldik

Okulların tatil olmasıyla birlikte Risale-i Nur okuma programı için Urfa’dan Bursa’ya geldik. Urfa cemaati olarak çok memnun kaldık.

Medrese geniş, Nurlar müthiş, kalpler mesrur idi.

Adeta bir dönemin yorgunluğunu Bursa’da attık. Maddî manevî silkelendik.

Programımızda Kur’ân okumaları, ilmihal dersleri, şahsî okumalar, tesbihat, müzakereli dersler ve umumî dersler mevcuttu. Umumî derslerde Bursa’daki kardeşlerimizle tanıştık. Uhuvvetimizi ziyadeleştirdik.

Bursa’daki tarihî camileri gezdik. Bursa’nın tarih kokan havasını bolca soluduk. Sabah namazlarını çoğunlukla Ulu Cami’de kıldık. Bütün kardeşlerimiz için duâ ettik ve şahs-ı manevînin dualarına ortak olmaya çalıştık.

Bir gün Uzm. Dr. Orhan Kaşlıoğlu ile, bir gün yurtdışı hizmetlerinde bulunan Okan Demir kardeşimiz ile, bir gün de gazetemiz yazarlarından Ali Ferşadoğlu ile Risale-i Nur’daki hakikatleri tahkik ettik.

Bu derslerden önemli gördüğüm bazı kısımları, anladığım kadarıyla burada paylaşmak istiyorum.

Dr. Orhan Kaşlıoğlu ile yaptığımız, içtimaî bir dersti. Sünûhat’ta, ‘Rüyada bir hitabe’ başlıklı yerden bir bölüm işledik.

Burada, kötü medeniyet olan medeniyet-i habisenin, şeriat-ı garradaki medeniyetten farklarını ve medeniyet-i habisenin zararlarını mütalâa ettik.

“(Medeniyet-i habise)… beş menfî esas üzerine teessüs etmiştir. Nokta-i istinadı kuvvettir. O ise şe’ni (tavrı), tecavüzdür. Hedef-i kasdı, menfaattır. O ise şe’ni, tezahümdür (sıkıntı vermek). Hayatta düsturu cidaldir. O ise şe’ni, tenazu’dur (kavgalaşma). Kitleler mabeynindeki rabıtası, âheri yutmakla beslenen unsuriyet ve menfî milliyettir. O ise şe’ni, böyle müdhiş tesadümdür(çarpışma). Cazibedar hizmeti, heva ve hevesi teşci’ ve arzularını tatmin ve metalibini teshildir. O heva ise şe’ni, insaniyeti derece-i melekiyeden dereke-i kelbiyete indirmektir, insanın mesh-i manevîsine sebeb olmaktır.” (Sünûhat, s.45)

Derste şöyle bir örnek verildi: Bir kişi, köpeğe kemik attıktan sonra, köpek o kişiye bağlanır ve sürekli yanında olmak ister. Rızkı o kişiden bekler. Ama kedi ise böyle değil. Kedi, kendisine yiyecek veren kişiyi çoğunlukla tanımaz ve bir nevi ‘Benim rızkımı Allah gönderiyor’ der.

İşte medeniyet-i habise; insanı, köpek örneğinde olduğu gibi minnet altına sokar ve sonra o insanı, kendi menfaati için kullanır. Ama Kur’ân medeniyetinde, rızkı veren Allah’tır. İnsan sadece bir vasıtadır.

Başka bir gün de Okan Demir ile Risale-i Nur’dan, insanın kâinata bakan en küçük dairesi olan kalp dairesini mütalâa ettik.

Bu daire, dinî noktalarda itikadımızı belirlediği için, burada bir sıkıntı olursa Allah muhafaza iman elden gidebilir. Bu ehemmiyetten dolayı insan, kalp dairesinin nasıl işlediğini ne kadar iyi bilirse imanını o derecede kuvvetlendirir.

Kalp; vicdan ve dimağ olarak iki kısma ayrılıyor. Vicdanda hisler, dimağda fikirler oluşuyor.

Vicdanda, dört unsur var.

Bu dört unsurun ne olduğunu ve bu unsurların nasıl kullanılması gerektiğini Üstad şöyle açıklıyor: “Vicdanın anasır-ı erbaası ve ruhun dört havâssı olan irade, zihin, his, latife-i Rabbaniye, herbirinin bir gayat-ül gayatı var: İradenin ibadetullahtır. Zihnin marifetullahtır. Hissin muhabbetullahtır. Lâtifenin müşahedetullahtır. Takva denilen ibadet-i kâmile, dördünü tazammun eder.” (Hutbe-i Şamiye, s.136)

Dimağda ise ilim basamakları yedidir.

“Evvel tahayyül olur, sonra tasavvur gelir, Sonra gelir taakkul, sonra tasdik ediyor, sonra iz’an oluyor, sonra gelir iltizam, sonra itikad gelir.” (Sözler , s.706)

Özetle ilk önce hayal ederiz, sonra zihnimizde tasavvur ederiz, sonra taakkul yani aklımızla mantık çerçevesine oturturuz, sonra tasdik ederiz, sonra inanıp itaat ederiz, sonra onunla bağımızı kuvvetlendiririz, sıkı bir bağlılıkla bağlanırız ve son olarak da itikadımız oluşur.

Gördüğümüz üzere itikadın başlangıcı hayaldir. TV’de izlediklerimiz, kurduğumuz kötü hayalleri oluşturarak Allah muhafaza bizim itikadımızı değiştirebilir. Bu yüzden Nur talebesi malayani işlerle uğraşmaz.

Bu yedi mertebeden dolayı, her bir günah içinde küfre gidecek bir yol vardır. En küçük bir amelimiz olan hayal etmekte bile küfre gidecek bir yol bulunuyor. Temkinli olmalıyız.

Sonraki gün Ali Ferşadoğlu ile Nurları mütalâa ettik. Ali Ferşadoğlu ile yaptığımız müzakereli derste ise, Risale-i Nur’un neden bu zaman için önemli bir tefsir olduğunun bahsi vardı.

Risale-i Nur bize neler kazandırıyor? Risale-i Nur’u diğer tefsirlerden ayıran farklar nelerdir? Bu gibi soruların cevaplarını aradık.

Ayrıca Risale-i Nur’un her türlü ilmi içinde barındırdığını örnekleriyle anladık. Psikoloji, Matematik, Tıp ve bunlar gibi ilimlerin de Risale-i Nur’un çeşitli yerlerinde mevcut olduğunu gördük.

İşte bir program da böyle geçti. Çok istifade ettik. Ağabeylerimize, kardeşlerimize teşekkür ediyoruz. Ve bir programda daha görüşmek için, duâlar ediyoruz.

Ahmet Said Toprak

 

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*