Üsame öcüsü de bitti

Bediüzzaman’ın, 100. yılını idrak ettiğimiz Şam hitabesinde verdiği ve aradan geçen zamanın kuvvetli bir şekilde tasdik ve teyid ettiği son derece önemli ve anlamlı mesaj ve ikazlarından biri de şu cümlelerde:

“Şu zamanda bir adamın bir günahı bir kalmıyor, bazen büyür, sirayet eder (yayılır), yüz olur. (…)

Bu zamanda, hususan kırk-elli sene sonra, seyyie, fenalık, işleyenin üstünde kalmaz; belki milyonlar nüfus-u İslâmiyenin (Müslüman nüfusun) hukuklarına tecavüz olur. Kırk-elli sene sonra çok misalleri görülecek.” (Eski Said Dönemi Eserleri, Hutbe-i Şamiye, s. 350-1)
On sene önce, kapitalizmin simgelerinden, New York’taki Dünya Ticaret Merkezi binalarını yerle bir eden ve tarihe “11 Eylül saldırısı” olarak geçen eylem, bize hep bu sözleri hatırlattı.
Gerçi bu olayın arkaplanı hâlâ aydınlatılabilmiş değil. Saldırının gerisinde, Amerikan derin devletiyle birlikte çalışan uluslararası şebekelerin parmağı olduğu yönündeki ciddî şüphe ve istifhamlar, birçok kişinin zihninde hâlâ duruyor.
Bu kuşkulara dayanak oluşturan önemli ipuçları da var. Ama derin güçler, kontrollerindeki uluslararası medyayı kullanarak bunları örtbas edip karartıyor ve kamuoyunu kendi hesapları istikametinde şekillendirme çabasını sürdürüyorlar.
Bu hesapların başında, öncelikle ABD gibi bir dünya devletini ve beraberinde dünya kamuoyunu, terörle özdeşleştirilmiş bir İslâm imajıyla karşı karşıya getirmek ve hedefinde Müslümanların bulunduğu sürekli bir gerilim ve çatışma ortamı oluşturmak geliyor. Hıristiyanlarla Müslümanların arasını açmak da hedefler arasında.
Politik ve ekonomik çıkar hesapları da cabası.
(İşgalin önce uluslararası petrol şirketlerince planlandığına dair haber bunun son işaretleri.)
11 Eylül’den sonra gerçekleşen Irak ve Afganistan işgalleri, bu planların ilk tatbikat alanları.
Doğrudan 11 Eylül’le bir bağlantısı olmayan, ama 11 Eylül sonrasında, Saddam’ın—sonradan pişkince “Aslı yokmuş” itirafı yapılan—kitle imha silâhları bahane edilerek başlatılan Irak işgali, en az 1 milyon masumun canına mal oldu ve harabeye çevirdiği ülkeyi üçe bölüp, her gün bombaların patladığı bir kaos diyarı haline getirdi.
Afganistan ise, 11 Eylül saldırılarının faili olmakla suçlanan Üsame bin Ladin, örgütü El Kaide ve ona kuvvet veren Taliban bahane edilerek bir başka işgal operasyonuna sahne oldu.
Orada da sayısı bilinmeyen pek çok masum insan, ardı arkası gelmeyen bombaların kurbanı oldu; zaten çok fakir ve perişan olan ülke iyice tahrip edildi; dahası fitne, “El Kaide ve Taliban’la mücadele” gerekçesiyle Pakistan’a da taşındı.
ABD başta olmak üzere bilhassa Batı ülkelerinde “El Kaide terörü” bahanesiyle estirilen güvenlik paranoyasının özellikle Müslümanlar üzerindeki olumsuz sonuçları, zaman zaman hayatı herkes için çekilmez hale getiren olumsuzluklar ve dünyanın önemli merkezlerinde yine El Kaide adına yapılan bombalı saldırılarda, aralarında Müslümanların da bulunduğu çok sayıda masum insanın can vermesi, bir diğer nokta.
İşte, dünya genelinde böyle bir ortamın oluşmasından çok yönlü ve çok boyutlu kazançlar sağlamayı ve bir taşla birden çok fazla kuş vurmayı hesap eden karanlık odaklar, bütün bu tertip ve tezgâhlarında on senedir Üsame bin Ladin figürünü kullanarak bugünlere geldiler.
Ladin ailesinin kapitalist sistem içindeki ilişkileri ve bizzat Üsame’nin geçmişinde o ilişkiler bağlamındaki konumu da örtbas edilip geçiştirildi. Üsame’nin onca yığınak ve harekâta rağmen bu zamana kadar niye yakalanamadığı da.
“Üsame bin Ladin öldürüldü” haberi, kanlı ve trajik bir oyunun son perdesi olarak, yıllardır dünyaya gösterilen bir “öcü”nün daha son kullanma tarihinin dolduğunu ifade ediyor.
Daha evvel Saddam, yakın zamanlarda Mübarek ve Bin Ali örneklerinde olduğu gibi. Ve son saldırıda küçük oğlu ile torunları öldürülen Kaddafi örneğinde de beklendiği gibi…
Bir bir düşen kuklaların yenileri gelmemeli.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*