Üstad müceddidliği şahs-ı manevîye verdi, vekilliği niye şahsa versin!

Her devrin, her çağın, her asrın özellik ve şartları farklı olmalıdır. Bu farklılıktandar ki, İslâm’da içtihad (Kur’ân ve Sünnet-i Seniyye’den hüküm çıkarma) ve müceddidlik (yenileme) vardır.

Eskiden, yönetimler, şahısların elinde idi. Zira, işler, meslekler dallanıp budaklanmamıştı. Padişah, halife, kral, birkaç kişi ile meseleleri yarım da olsa yürütebiliyordu.

Ancak, günümüzde meselelerin, ilimlerin (fenlerin) ve mesleklerin dallanıp-budaklandığını gören Bediüzzaman, “Bu zaman, ehl-i hakikat için, şahsiyet ve enaniyet zamanı değil. Zaman, cemaat zamanıdır. Cemaatten çıkan bir şahs-ı manevî hükmeder ve dayanabilir.”1 Tesbitini yapmasının sebebi budur.

Müceddidlik meselesinde de bu hakikate uyarak, kendisini aradan çıkarmış, yerine Risale-i Nur’u, “cemaati, şahs-ı maneviyi, istişare heyetini, meclisi, şûrâyı” koymuştur:

“Bu acip ve komitecilik ve şahs-ı mânevî-i dalâletin tecavüzü zamanında bir şahs-ı mânevî müceddid olmak lâzım gelir. Eski zamana benzemez. Şahıs ne kadar da harika olsa, şahs-ı mânevîye karşı mağlûp olmak kabildir. Risale-i Nur’un o cihette bir nevi müceddid olması kaviyyen muhtemel olduğundan, o sıfatlar-hâşâ-benim haddim değil; belki mükerrer yazdığım gibi, benim hayatım Risale-i Nur’a bir nevi çekirdek olabilir… Ben bir çekirdektim, çürüdüm, gittim. Bütün kıymet Kur’ân-ı Hakîmin mânâsı ve hakikatli tefsiri olan Risale-i Nur’a aittir.”2

“Cenâb-ı Hak şu zamanda, i’câz-ı Kur’ân’ın mânevî lemeâtından olan malûm Sözleri, şu dalâlet zındıkasına bir tiryak hâsiyetini vermiş tasavvurundayım.”3

Böylece yönetime de yenilik getiren Bediüzzaman, “hoca, şeyh, şahıs, liderleri” aradan çıkarıp, yerine “şahs-ı manevî, cemaat, meşveret, şûrâ, meclis” koydu.

Takip edelim: “Amma, benim gibi aciz ve zayıf bir biçarenin, böyle binler derece haddimden fazla bir yükü yüklemek tarzında şahsımı, medâr-ı nazar etmemeli.”4

“Eğer biri dairemiz içinde nefsin enâniyet-i ilmiyeden aldığı bir his ile, şerh ve îzah hâricinde birşey yazsa, soğuk bir muâraza veya nâkıs bir taklitçilik hükmüne geçer. Çünkü çok delillerle ve emârelerle tahakkuk etmiş ki, Risâle-i Nur eczaları Kur’ân’ın tereşşuhatıdır.”5

Dipnotlar:
1- Kastamonu Lâhikası, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 1999, s. 106.
2- Emirdağ Lâhikâsı, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 1999, s. 376-37.
3-Emirdağ Lâhikası, s. 211.
4- Kastamonu Lâhikası, s. 145.
5- Bediüzzaman, Mektubat, s. 413.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*