Üstadı Bosna’da baharla, ama ibretle karşıladık

Üstad’ın geçen asrın başında Sultan Mehmet Reşad ile Kosova seyahatinin asr-ı devriyesi münasebetiyle tanzim edilen panel için seyahatimizle ilgili notlarıma bir mühim tevafuklu hatıra ile başlamak isterim. Akşam namazı vaktinin sıkışıklığı had derecesinde idi.
Arnavutluk’un köylerini geçerken rehberimizin yol kenarında caminin olduğunu söylemesi hepimizin dikkatini yol kenarında minare aramaya sevketti. Balkesen civarındaki bir köyü geçerken gördük ama bir hayli ilerlemiştik. Bir sonraki Memgel köyünün içerisine girmeden minaresinin gözükmesi hepimizi heyecanlandırarak sol taraftaki camiyi haykırmamıza sebep oldu.

Koşar adımlarla camiye girdik, imam henüz ayrılmamıştı camiden. Karşısında bir otobüs dolusu insanları görünce sevindi. Daha farz namazının bitiminde, konuşmak istediğini ifade etti. Sünnetin ardından konuşabileceğini Nejat Eren ağabey söyledi. Sünnetin ardından davet edildi. Enver Hoca dönemindeki komünizm idaresi altında çok sıkıntı çektiklerini, hatta babasının İslâmî ismini kullanamadığını başka ismi kullandığını vs. üzüntü ile anlattı. Bursa’da iki sene kalarak dinî tahsil yaptığını kısmî Türkçesi ile anlattı. Ağabeyler Bediüzzaman Said Nursî’yi sordular. O da, “Tanımaz mıyım?” diyerek, oradaki Nur Mescid’in üstünde ders yapıldığını ve ilerideki Balkesen’de ders olduğunu heyecanlanarak anlattı. Onun bu heyacanlı hâli hepimizi heyecanlandırdı. Mehmet Özkan bey de kendisini tebrik ederek İngilizce Risâleler verdi. Cami cemaatinden yeni Müslüman olan bir Makedonyalı delikanlıya Kur’ân hediye eden Mehmet İşcan’ı da burada tebrik etmek isterim. Otobüste söz vererek Cemal Hoca ile bundan sonra alâkadar olacağını ifade eden Nejat Eren’in siteminden hepimiz hislendik. Bir önceki köyü kaçırmamız bu hatıralı tevafuku yaşamıza vesile oldu.

Yol rehberimiz Recail Osman, mahallî fıkralar ve hem tarihî, hem coğrafî ve hem de sosyal hayata ait derin bilgileri ile, doğrusu karakteri ile kalbimizi fethetti. Recail Osman vasıtasıyla yaşadığımız bir başka namaz kılma hadisesi bize başka bir mühim ders olan kul hakkını hatırlattı. İkindi vakti geçmek üzere idi. Hırvatistan’dan Mostar’a gidiyoruz. Hırvatlar yolda sıkı tutuyorlar. Yollar güzel ama durulacak gibi değil. Adriyatik Denizi sahili boyunca Bosna Hersek’in Yumni sınır kapısına kadar hızla ilerledik. Arabada, vaktin sıkışık ve şartların da olumsuzluğundan kaynaklanarak Şafii mezhebi hükmüne ittibaen ve sünnet olan cem-i tehir ederek ikindi vakti girdiğinde önce öğleni sonra ikindiyi kılarız denildi. Böylece namazlar kazaya kalmayacaktı. Yumni’ye girdiğimizde son on dakika kalmıştı. Restoran sahibinden tuvalet soruldu ama aceleyle izin alınmadan lavaboda abdest almaya başladık. Namaz kılacak yer olmadığından arazide, dışarıda falan kılmaya başladık. Abdest alırken ayaklarımızı lavaboda yıkadığımızı gören işletme sahibi itiraz ederek, ayakların lavaboda yıkanmasını başka müşterilerinin görmesi temizlik noktasından iyi karşılanmayacağını ve dolayısıyla işini olumsuz etkileyeceğini yüksek sesle söyleyip, rızasının olmadığını bildirir memnuniyetsiz hareketler yaptı. Bizim gençler kısmen karşı cevap vermeye çalışsalar da hemen toparlanıp teşekkür edilerek yola devam edildi.

Yolda değerlendirme yapıyoruz ancak bundan hayatî dersler çıkaranlarımız da oldu. Evvela o mekân, işletmecinin özel mülküdür. Mülkünü tasarrufta rızası olmadan ibadet bile edemeyiz. Kaldı ki Arnavutlar, temizlik konusunda fevkalâde titizlermiş. İşletme sahibinin talebi de o yönde idi. Bizim ayak yıkadığımız lavaboda yemek yemeye gelen müşterileri ellerini yıkayacaklardı. Zahiren ve nezafeten hoş olmayan bu duruma rızasının olmamasında kul hakkı konusunda haklıdır dedik. Kaldı ki “hukuk-ı ibad” konusu fevkalade mühim idi. Hıristiyan bir Hırvat olan bu işletmecinin, ayrıca dışarıda arazide vs. namaz kılınmasına da rızası yok idi.

Günlük hayatımızda kul hakkına fevkalâde dikkatli olan bizler; gayet masum talebimiz olan namaz kılmayı da kişilerin özel arazisinde rızası olmadan yapmamalıyız. Bu konuda da hassas olmalıyız.

“Kur’ân Medeniyeti” paneli hepimizi fevkalâde duygulandırdı. Evlâd-ı Fatihanın bıraktıkları bu mümbit topraklar mazisiyle beraber şimdiki mazlum hâli ile de duygulanmamıza vesile oldu. Sırp ve iki yüzlü bazı Hırvatların, ardından ikili oynayan Hollanda’nın ateş ve tuzakları arasında kalan Boşnaklara rahmetli Aliya İzzetbegoviç’in harika planı ile gelen yardımlar ulaştırılmış. Evini Bosna’nın kurtulmasına vakfeden Nine, evinin yanından tünelin kazılmasına izin verir. 800 metre uzunluktaki ve bir insanın zor sığacağı yükseklikteki tünelden bütün malzemeler geçirilerek muhtaçlara ulaştırılır. Yüz elli bin insanın bu tüneli kullanması ile hayatlarını kurtarmasına sevinirken, savaşı gören bütün evlerin duvarlarındaki kurşun ve top mermisi iz ve yıkıntıları gördükçe de üzüldük.

Panelistlerin müşterek konusu “Kur’ân Medeniyetinin Bediüzzaman’ın dilinden asrın insanına anlatılması” idi. Konuşmacılardan Boşnak Profesör Cemalettin Latiç’in konuşması, anında kulaklığımıza tercüme edildikce sevinçle heyecanlanıyorduk. Âyetleri okuyup Boşnakca anlatıyor, yaşadıkları katliâmı ise sefih ve ikiyüzlü Avrupa’nın icraatı olarak ifade ediyordu.

Anadolu havasını teneffüs ettiğimiz Bosna’ya mutlaka her nevî yardımların, desteklerin yapılması tarihî, vicdanî bir vazifedir.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*