Vahidiyet – Ehadiyet

İnsan ve kâinat sürekli bir yenilenme ve değişim içinde. Ama bu değişim ve yenilenme aynı zamanda bir devr-i daim hâlini de beraberinde getiriyor.

Zira her gelen yeni gün, her ne kadar yeni olsa da aslında takvim hesabına göre yılların ve günlerin tekrarından ibaret. Tarih ve tarihî olaylar bile çoğu kez tekrar ediyor, ediyor ki gerek fertler, gerekse milletler aynı hataları tekrarlamaktan çekinsinler. Küçük, fakat önemli bir fark var ki, yaşanan tekrarlar da aslında kendi içinde birbirinden çok farklı ve çok değişik tezahürler gösterebiliyor. Çünkü olaylar tekrar gibi gözükse de, yaşananlar aynı gibi zannedilse de, aslında olayı yaşayanlar ve yaşanan tarihin farklı olması gibi bazı detaylar işin renginin değişmesini sağlar.

Evet, şu kâinat denen meşhergâh-ı İlâhî’de Vahidiyet içinde Ehadiyet tecellîsi şeklinde ifade edilebilecek bir hayat akıp gitmektedir.

Evet, Cenâb-ı Hak şu âlemde icraatını hem öyle mükemmel bir tarzda, hem de öyle perdeli bir ortamda uygulamaktadır ki, gören gözlere maşaallah dedirtir. Peki, nedir bu Vahidiyet içinde Ehadiyet konusu?

Bilindiği üzere Ehad ve Vahid, Allah’ın hem birer ismi hem de sıfatıdır ve her ikisi de tek ve bir anlamlarını taşımaktadırlar. Bu iki Esma-i İlâhiye, Allah’ın kâinattaki faaliyetlerini açıklamakta kullanılabilecek çok şümullü ve kapsamlı mânâlar ihtiva ederler. Biz burada bu isimlerin konumuza bakan yönleri ile taşıdıkları mânâyı kullanacağız, yani Ehad ve Vahid isimlerinin kâinatta var olan tekrarlar ve benzerlikler içindeki yerlerini ve değişim-yenilenme içerisindeki fonksiyonlarını tesbit etmeye çalışacağız.

Evet, insan sahip olduğu veya daha doğrusu kendisine verilen hususiyetler gereği pek çok isme âyinelik etme vasfına sahip olduğu gibi, insanlık âlemi olarak da Esma-i İlâhiye’ye âyinedarlık vasfını taşımaktadır. Bunu şöyle açıklayalım: İnsanlık âlemi “insanlık” noktasında genel olarak Vahidiyet’i gösterirken; her insan kendi içinde farklı birer âlem ve ayrı bir ruh sahibi olduğu için, ferd bazında Ehadiyete işaret eder.

Şöyle bir örnekle konuyu akla yatkın hale getirmeye çalışalım: Bütün insanlar dış görüntü itibariyle, yani organlarımızın aynı yerde olması noktasından bakınca birbirine benzemektedir. Meselâ göz, kaş, kulak, saç, burun vs. bütün uzuvlarımız herkes için aynı yerdedir, yani kafamızdadır ve bu açıdan bütün insanlar birbirine benzemektedir. Ama hiçbir insan sima olarak birbirine benzemez. Hatta organlarda bile farklılıklar vardır, meselâ gözler ve gözlerin bakışı bile farklıdır. İşte bu ortak benzerliğe Vahidiyet, benzerlik içinde benzememezliğe de Ehadiyet tecellisi denir. İşte Vahidiyet içinde Ehadiyet budur. Aynı durumu parmak izleri ile de örneklendirebilirsiniz.

Buraya kadar eşyadaki Vahidiyet içinde Ehadiyet tecellisini anlatmaya çalıştık, aynı tecellî hadiseler-olaylar için de geçerlidir.

Kâinattaki olaylarda da bu şekilde benzerlik ve farklılıklar vardır.

Şu mümkinat âleminde bir eşya, bir de hadiseler vardır. Yani eşya ve eşyanın hakikati, bir de hadiseler ve hadiselerin hakikati vardır. Hadise dediğimiz şey eşyanın zaman içindeki halleridir, geçirdiği değişimlerdir, yaşadıklarıdır. Eşya üç boyutlu dünyayı anlatır ise, hadiseler dördüncü boyut olan zamanı tanımlamaktadır. Buradaki eşya kelimesi, bütün nesneler ve varlıkları, yani var olan her şeyi tanımlamaktadır. Usûl-u kelâmda imkân ve hudus tâbir edilen iki tanım vardır. Bunlardan imkân kelimesi ile bir varlığın varlık veya yokluğu tarif edilirken, hudus (hâdis) kelimesi ile o imkân dairesinde olan varlığın yaşadıkları, hâl ve tavırları ifade edilmektedir. İşte hâdiseler sürekli bir değişim ve gelişim göstermektedir. Şunu da belirtmek lâzımdır ki, zaman dediğimiz süreç düz bir hat gibi gitmemekte; bilâkis sürekli deveran içinde dolanmaktadır. Bu noktada bugün birilerine bayram ise, yarın ötekilerin bayramıdır. Bugün yerlerde sürünenler, yarın zirveleri tutabilirler. Bu deveran içerisinde hâdiseler sürekli yenilenmekte, değişmektedir. Ama bu değişim yukarıda bahsettiğimiz şekilde benzerlikler içinde benzemezliklerle cereyan etmektedir.

İnsanlık tarih boyunca aynı tarz eşyalara ihtiyaç duymuş, ama farklı eşyaları kullanmak durumunda kalmıştır. Yani zaman ve zeminin değişmesi sonucu benzer, ama aynı olmayan eşyaları kullanmıştır. Yani ihtiyaçlar aynı olup, ihtiyaçların giderilmesi zamana ve zemine göre değişmektedir. Meselâ, herkesin yeme-içmeye ihtiyacı vardır. Eskiler tarhana çorbasını baş tâcı yaparken bizler günümüzde çay içiyoruz.

Sürekli değişimin olması gelişmenin ve tekâmül etmenin bir sonucudur. Ve bu haslet, insanoğlunun ve mevcudatın en bariz alâmetidir. Alâmet-i farikamız olan bu durumu, Bediüzzaman Hazretleri Risale-i Nur Külliyatı’nda şöyle ifade etmektedir: “İnsan bu dünyaya taallüm ile tekemmül etmek için gönderilmiştir.” Ve bu değişim Cenâb-ı Hakk’ın inşâ etmesinin, inşa fiilinin bir tecellisidir.

Zaten insanın da en önemli ayırt edici özelliği Esmâ’ya tecelligâh olmak şeklinde tarif edilebilecek olan bu durum olsa gerektir.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*