Van göçüyor Van… Geri dönüş ne zaman?

İçinde “cek, cak” barındıran hiçbir söz, hiçbir tasarı, bugünkü barınaksız ve sığınaksız Van’ın derdine deva olamaz. Kaldı ki, bugüne kadar çok duyulan, çok tasarlanan, ama bir türlü tasarıdan öteye geçemeyen, geçse bile bazen deva yerine dert getiren girişimlere az şahit olunmamıştır.

Hatta bazılarından vazgeçmek, halihazır vaziyete razı olmak, daha çok ferahlatmış, halkımıza “oh” dedirtmiştir. Yani daha çok yıkıma, güzelim tarihî eserleri incitmeye, şehrin güzelliğini daha da bozmaya yeltenilmeden, daha fazla “rantsal” dönüşüme dönüştürülmeden rafa kaldırılması, bilâkis sevindirmiştir.
Üstelik son zamanlarda “planlı gelişme” anlayışı yerine neo-liberal “projeci gelişme” anlayışı hakim olmuştur. Plancı anlayışta, toplumun refahı, fizikî mekânların sağlıklı olması ve ülke topraklarının gelecek nesillere iyi bir şekilde devredilmesi esastır.

“Projeci” anlayış ise, piyasanın isteklerini nazara alır. Tabiî ve kültürel alanlar da dahil, bütün çevreyi tüketilebilir bir “meta” olarak görür. Bu anlayışa göre bir Ağrı Dağının, bir Süphan Dağının veya bir Erek Dağının değeri, buralardan para kazanıldığı takdirde vardır. (İstanbul’da, bu projeci anlayışla birçok mekânın estetiği ve güzelliği bozulmuştur, hem de “kentsel dönüşüm” adına.)

Van depreminden sonra hazırlanan Kentsel Dönüşüm Kanun Tasarısının yılbaşına kadar kanunlaşması bekleniyor. Bakalım, kanunlaşır kanunlaşmaz, işe nereden başlanacak… Kuzey Ankara Projesinden, İstanbul’da “İkinci Boğaz Çılgın Projesi”den, yahut “Üçüncü Köprü” projesinden, Van’a ayrılacak zaman ve imkân kalacak mı?
***
Aslında bu “kentsel dönüşüm projesi” her felâket sonrası, her deprem sonrası, ya da canlar yakan her yıkım sonrası gündeme gelir.

Canlar yakan yıkımlar kapsamına gecekondu yıkımları da dahildir. Zira bu gecekondular, bir gecede yapılmamıştır. En başta onlara müsaade edenler, onlara göz yumanlar, o gecekonduyu yapanlardan daha suçlu değil midir?

Adı “malikânekondu”ya çıkan, lüks gecekondu(!)yu yıktıranlar, yapımı aylar süren o bina yapılırken neredeydiler? O bina yıktırılırken, o binanın yapımına göz yuman yetkili şimdi hangi binada? Malikânesinde mi, koltuğunda mı, yoksa cezaevinde mi? Bilemiyoruz.

Ve daha birçok şeyi bilemiyoruz.. Milletin reyleriyle seçilenler, milletin vergileriyle beslenenler, hangi dokümanları halkın önüne döküyorlar ki… En başta onların anladığı dilden konuşulsa bari.

İşte “Yeni Van”a kefen (affedersiniz) mekân olarak biçilen benim Kevenli Köyündeki garibim, “kentsel dönüşüm”ü nereden bilecek!..

Yıkılan Van’ın, bir gün bile beklemeye tahammülü olmayan sakinlerinin yüzünü; yapımı aylar sürecek bir “Yeni Van” silûeti güldürmez. Onlara şu anda âcilen konteynerler lâzım, onlara şu anda “deprem evleri” lâzım.

Enkaz altında kalanların yardımına koşmakta, ilk yirmidört saat, ilk bir saat, hatta dakikalar ne kadar önemliyse, şimdi bu soğuklarda evsiz, barınaksız kalanlara, çadırlarında titreyenlere, ilk günler ve ilk saatler o kadar önemlidir. Halbuki bırakınız yirmi dört saat; yirmi dört hafta, yani altı ay öylece beklemek onlara reva görülüyorsa, vay onların haline!..
***
Van, göz göre göre boşalıyor. Kaçan kaçana.. Göçük altında kalmayanlar göçü tercih ediyor. .

Otogarlar, yollar ana baba günü.. Hasret ateş olmuş, gözyaşları sel olmuş.. Üstelik birçoğunun gidişi meçhûle.. Muhabir, mikrofon uzatıyor, büyük bir ailenin dertli reisine, “Yolculuk nereye?” diye. Ve yürekler acısı bir cevap:

“Şu anda Mersin’i düşünüyoruz, ama bakalım rüzgâr nereye sürüklerse..”
Hal böyle olunca da, umduklarına değil, bulduklarına katlanıyorlar.

Yokluktan, karakıştan kaçarak, Ankara’daki bir akrabasına sığınan kalabalık bir aile… Onlar adına kameralara konuşan, (Oflas ailesinden, yakînen tanıdığım) o gencin beyanı da göz yaşartıcı:

“Üç odada yirmi üç kişi kalıyoruz. Yatak yok, ihtiyaç çok.”

Yani, Yahya Kemal’in sessiz gemisiyle meçhûle gidişine hiç de benzemiyor bu gidiş.. Emr-i Hak ile vadesini doldurup bu diyarı terk edenler için, “Birçok gidenin her biri memnun ki yerinden,/ Birçok seneler geçti dönen yok seferinden” diyen merhum Beyatlı, Van’ı terk edip gidenler için de aynı şeyi demezdi, eminim.
***

Ve bir şeyden daha eminim ki, Vanlılar (bilhassa mahalle kadınları) artık olur olmaz, en ufak bir kızgınlıkta o meşhur (bed)duâlarını ağızlarına almayacaklardır:

“Gışın yorgandan, yazın ayrandan mahrum galasan (kalasın).”/“Evin başan (başına) yıhıla.”/“Ekmek atlı, sen yaya olasan.”/“Gısmetin davşanın belinde ola, govalıyasan, dutamayasan.”
***
Rabbimiz, elbette ki niyetleri ve kalpleri bilir. Bizi asıl yıkan, belâlara düçar eden; o safi kalp insanların bir anlık kızgınlıkla dillerine düşen bedduâları değil; bed muamelemizdir, bed zihniyetimizdir, bed hükümlerimizdir, bed işlerimizdir ve arzı zelzeleye veren cürümlerimizdir.

Ülke olarak, millet olarak, yönetenler ve yönetilenler olarak, bâri bu deprem döneminde, depremle ilgili işlerimizi, vazifelerimizi dürüstçe, helâlinden, hile hurdaya tevessül etmeden, suistimal yapmadan ifa edelim ki; depremler, daha büyük depremlere dâvetiye çıkarmasın!

“Kentsel dönüşüm” projesinin en kısa zamanda Van’ı kucaklaması ve Van’a “dönüşüm”ü sağlaması temennîsiyle…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*