Van’da Üstad’ı düşünmek

Peygamber Efendimiz’in (asm) varisi ve müceddidler halkasının sonuncusu Üstad Bediüzzaman Said Nursî’yi Van’la irtibatlandırmak…

Bu yıl 28 Temmuz Van Mevlidi için uzaktan teşrif edenleri, Üstad’ın Van sergüzeşt-i hayatını anlatan On Üçüncü Rica’sıyla dersanemizde karşılamıştık, “Rica”nın başındaki şu arzuyla:

“Bu ricada sergüzeşt-i hayatımın mühim bir levhasından bahsedeceğimden her halde bir derece uzun olacak. Usanmamanızı ve gücenmemenizi arzu ediyorum.”

Aynı arzuyu, bir derece uzun olan şu makalemiz için de istirham ediyoruz.

**

Van’ı düşünmek..

Bir Vanlı olarak Van’ı Üstad’la beraber hatırlamak…

Van’ı onunla beraber, onu Van’la beraber yad etmek…

Peygamber Efendimiz’in (asm) varisi ve müceddidler halkasının sonuncusu Üstad Bediüzzaman Said Nursî’yi Van’la irtibatlandırmak…

Üstad’ın yirmi senelik Van hayatını düşünmek… Ayağını bastığı yerlere basa basa izini sürmek…

Ulvî ve mukaddes gayelerle Van’a gelişlerini, kalışlarını ve Van’dan ayrılışlarını tasavvur etmek…

Düşüne düşüne, hayalen canlandıra canlandıra onun silüetini Van Kalesi’nde, Erek Dağı’nda görür gibi olmak… Onun nazarıyla Van Gölü’ne, Akdamar Adası’na bakarken Medresetüzzehra hayalini kurmak, Nur’un istikbaldeki fütuhatını hissetmek…

O sıralarda bir İngiliz’in Kur’ân’a kasteden bir haberini Van Valisi Tahir Paşa Konağı’nda okumasıyla; “Kur’ân’ın sönmez ve söndürülmez manevî bir güneş hükmünde olduğunu, ben dünyaya ispat edeceğim ve göstereceğim!” haykırışını duymak..

Bu düşüncelerle Van Kalesi’nin başına çıktığında, ayağının kayıp düşmesiyle canını düşünmeyip, “eyvah dâvâm” diye haykırışına ve inayet-i İlâhîye ile kurtuluşuna şahit olmak…

Van’a “vatanım” demesinin hazzına varmak, süruruna gark olmak.

Esaret dönüşünde İstanbul ve Ankara safahatından sonra, “Dâü’s-sıla” tabir edilen iştiyak-ı vatan hissi, beni vatanıma sevk etti. Madem öleceğim, vatanımda öleyim diye Van’a gittim.” sözleriyle Van’da uyanmak…

Onun bu gelişi sıradan bir geliş değildi. Ankara’dan ayrılırken dünyayı ve dünya siyasetini arkasına atarak Van’a gelmişti.

Onun Van’a son geliş biletinin üzerindeki tarih 17 Nisan 1923’tür. Bu biletin bir özelliği de eski Said’i yeni Said’e götüren bilet olmasıdır.

Onun Van hayatının bu son bölümü tam bir hazırlık ve inziva dönemidir. Bu dönemde ona hizmet eden Molla Hamid’lerin, Molla Resul’lerin ve diğer şahitlerin şahadetleri vardır.

Üstad’ın kendi ifadesiyle toplam yirmi senesi Van’da geçmiştir. Kendi sergüzeşt-i hayatı kendi dilinde doyulmaz bir lezzet bahşediyor:

“O vakit, gözümün önünde harabezâra dönmüş yerlerin, gayet mamur ve şenlikli ve neş’eli ve sürurlu bir surette bulunduğu zaman, yirmi seneye yakın, en tatlı bir hayatta, tedris ile, kıymettar talebelerimle geçirdiğim hayatımın o şirin safahâtı, birer birer, sinema levhaları gibi canlanıp görünerek, sonra vefat edip gider tarzında hayali gözümün önünde epey zaman devam etti.”

Üstad’ın Van hayatında hapis yok, sürgün yok, mahkeme yok.

Kendi isteğiyle, dilediği gibi yaşamıştır. Onun Van hayatı başlıbaşına bir araştırma ve kitap konusudur. Ola ki şu fakirden beklenilmesin. Zira kılı kırk yaran hassasiyetimle ben eseri değil, eser beni bitirir Allah u âlem..

Sırf bu makale için bilseniz kaç kitabın sayfaları yıprandı. Evet sekiz kitaptan okuduğum sayfaların toplamı bir kitap hacmine erişmesiyle bu makale tamam olmuştur. Ee! Yeni Asya’nın yazar okurlarına yazı arz etmek, pek de kolay olmuyor.

**

Bizzat Üstad’ın tashihinden geçen, elimizdeki Tarihçe-i Hayat’ın giriş bölümünde şöyle bir tavsiye var:

“Bu suretle bu eser, istikbaldeki münevver Nur Talebeleri için hakîki bir me’haz teşkil etmektedir. Muhterem edib ve muharrirler, bundan istifade ile inşaallah daha mükemmel, daha hakîkatli ve faydalı tarihçe-i hayatlar hazırlayacaklardır.”

Üstad’ın, en son ve bir daha dönmemek üzere sürgün olarak, cebren Van’dan ayrılışı, uğurlayanlar açısından dayanılmaz bir firak ateşinin yürekleri kavurmasıdır.

“Bize izin ver” demişler, “bütün hazırlıklarımız tamamdır, seni göndermeyelim, canımızı uğrunuza feda edelim.”

“Hayır, olmaz” demiş Üstad, “Ben isteyerek gidiyorum, bu askerler de benim talebelerimdir.”

Gerçi Üstad’ı Erek Dağı’ndaki “çilehane”sinden ilk alırken, Ankara zihniyetinin emir ve talimatlarına aldanan müfreze kumandanı ona bed muamelede bulunmuştu. Bediüzzaman da onun bu hareketini vukufiyetsizliğine hamletmekle beraber, İslâmî bir şecaat ve celadetle ve “Ecel birdir, tagayyür etmez” hakikatını izhar edercesine haykırmıştı.

Daha sonra yolculuk esnasında kumandan, Said Nursî’yi tanıdıkça onu sevmiş, kalben ona bağlanmıştı.

Yanına gelerek, “Efendim, zatınıza medyun ve müteşekkiriz. İmanî ve dinî hasbihalinizden çok istifade ettik. Bizi birçok hususta tenvir ettiniz. Sizden, bizi zalim bir düşman olarak bilmemenizi istirham ediyoruz. Biz artık sizin emrinize âmâde olan muhafızlarınızız” demişti.

Dileriz bugünün gafilleri de uyansınlar ve Risale-i Nur’a tarziyede bulunarak, güneş gibi parlak hakikatlerine fikren amade olsunlar.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*