Van´dan ayrılırken

Image
Bu yazı; hem Ramazan’a, hem de Van’a veda duyguları içinde hissiyattan süzülen damlalardır. Hemen karşımızdaki Tillo Camii’nin yanık sesli, Kur’ân hafızı Nasrullah Hoca’sının “Elveda ya Şehr-i Ramazan” nağmelerine karışan “Subbuhun, Kuddüsün” nidaları arasında, dağınık duygularımla başka ne yazılabilirdi ki…

Halbuki Avusturya’dan Van’a muvasalatımdan bu yana derli toplu duygularla toparlayıcı yazılara izn-i İlahî ile imza atabildik. Dost, kardeş, arkadaş, ahbap ve akrabanın sıcak alâkaları, candan muhabbetleri, samimî ve güler yüzleriyle kalemime kuvvet, ilhamıma can geldi. Onlar ki, bizi Van Mevlîdiyle karşıladılar. Davetlerle besleyip, gezilerle mesrur ettiler. Mevlîdli veya halaylı düğünlerde, pikniklerde “ağa”lar gibi ağırlandık. Van Kalesi, Erek Dağı, Nurs ve Hizan gezileriyle duygularımız doruk noktalarda seyretti..

Mezarlarımızın mermerle kuşatıldığına, Yâsin’lerle, Fatiha’larla canlandığına şahit olduk. Yeğenim yiğit Osman, babamın mezarı gibi kaybolmasınlar diye, geniş imkânlarıyla, onları mermerle çevirtmiş. İlk defa, babamın kaybolan mezarını sinesinde saklayan Saray ilçesindeki mezarlığa bile götürüldük.

Akraba-i taallukatla, bilhassa yeğenlerimle görüşmelerimizin temel esprisini, gazetemize ve dâvaya olan ilişkiler teşkil etti. Bir kısmının zayıflayan Yeni Asya bağlarını yenilettik, perçinlettik. “Sarsılmayın, sağlam durun” dedik, “Siz sadece Van’da değil, Türkiye’nin her tarafındaki, dünyanın her tarafındaki okurlarla diz dize, yan yana, omuz omuzasınız. Avusturya’da benimle, İsmail’lerle, Sadık’larla, Serdar’larla, Şevket’lerle berabersiniz. Amerika’daki Said’lerle, Danimarka’daki Adnan’larla, Almanya’daki Ahmet’lerle ve daha nerelerdeki bilmem kimlerle berabersiniz. Bu birliktelikten, bu hakikat sofrasından geri durmak hatadır.” Ayrıca dedik ki: “Hizmet bünyesindeki büyüklerinize saygılı, hizmetin seyrinde gidişine yardımcı olun. Hizmet bünyesindeki herhangi bir noktaya göz dikmeyin, bir yere yürümeye çalışmayın. Meşveretle görev verilirse, müsaitseniz alın, ama kendiniz talip olmayın. Sizin talip olmanız gereken çok şey değil, tek bir şey vardır. O da Allah’ın rızasıdır. Ayrıca yapmanız gereken üç şeyden birincisi, şahsî risâle okumaları; ikincisi, derslere devam; üçüncüsü gazeteyi takiptir.”

Ve yeğenlerimize şunları hatırlattık: “Sizin babalarınız, amcalarınız, dayılarınız bu dâvayla şeref kazandılar. Bu dâva olmasaydı, kim bilir ne halde bu dünyadan göçüp gideceklerdi. Ama imânlarıyla, şeref ve izzetleriyle bu dünyaya veda ettiler. Onların dahil olduğu ‘Sultanahmet’ sohbetleri başka bir alanda hâlâ devam ediyor. Onlar orada hâla hayırlarla anılıyorlar. Onların dahil olduğu ‘babalar ve oğullar’ dersleri farklı mahallerde hâlâ devam ediyor. Şimdi sizin de oğullarınız, evlâtlarınız var. Aynı dersleri kendi alanınızda, kendi mahallinizde, meselâ Bostaniçi beldesinde devam ettirebilirsiniz. Hâlâ hayatta olan, baba yadigârı büyüklerinizi ara sıra o sohbetlere dâvet edebilirsiniz. İsmet Ağabey ki, onlardan biridir. Bir zamanlar sendikacılığıyla birçok rakiplerini dize getiren o hatip insan, şimdi sizlerle diz çöküp o hakikat derslerine kulak veriyor. O zaman ‘oğul’dunuz, şimdi ‘baba’ oldunuz ve oğullarınız var… Şimdi bu oğulları, bu evlâtları kendi hallerine bırakmak büyük vebal olur.”

xxx

Son olarak sevgili yeğenlerime ve Vanlı dostlara bir haberimi de gazetem lisanıyla duyurayım: Van’dan ayrılığıma ramak kala, Van’ın tanınmış yazarı Timur Bozkurt’u, hasta yatağında ziyaret ettim. Ayakları artık onu çekemez, taşıyamaz hale gelmiş. Ama uzun boyu, iri gövdesi, zinde bünyesi, geniş omuzları üstündeki kartal bakışlı başı; Erek Dağı’ndan, Başet’ten mânâlar neşrediyordu. Etrafı; elinin yetişebileceği mesafede neşriyatımızla, risâlelerle, eski ve yeni sayılı gazete ve dergilerimizle sarılmıştı. 14 yaşındaki oğlum Hasan Alper’i de beraberimde götürmüştüm ki, yaşını başını almış bir insan görsün, hürmetle ellerinden öpsün ve yanağından öptürsün. Öpmek fiilinin en makbul ve makul düzeydeki hazzına ersin. “Hazer edip dikkatle bassın, batmaktan korksun; bir lokma, bir kelime, bir işarette, bir öpmekte batanlardan” olmasın.

xxx

Timur Ağabeyle sohbetimiz, yayına hazır iki kitabı üzerine yoğunlaştı. Biri “Vanlı Şairler Antolojisi”, diğeri ise, adını muhtevasından alacak hatıralar ve makaleler. Bu ikinci kitabında yer alacak iki değerli makalesinden birini Hasan Alper’e okuttu. Hasan okudukça, o gözyaşı döktü. Çünkü “Hazret” diye andığı İsmail Yaprak’la olan hatıraları yeniden canlanmıştı. Bunlardan birisi, unutulacak gibi değildi. İşte yazarımızın müstakbel kitabından:

“Aydın geçinen sol görüşlü birisi olan ve uzun seyahatinden yeni dönen bir akrabamın ziyaretine, Hazret’i de alarak gittim.. Ziyaretçilerle dolup taşan büyük bir salonda, ilerleyen zaman içinde bir an geldi ki, herkes İsmail Yaprak’ın sohbetine yöneldi. Âyet, hadis ve risalelerden cümlelerle güzelleşen sohbet ve hitabette “kusur” bulmak mümkün değildi. Bu sohbetten çok etkilenen aydınımız, bir ara kendinden emin bir edayla söze girdi. Ve Hazret’e yönelerek, “Hocam, ibadet ve ezanlarımız Türkçe olsa da, biz de anlayabilsek, daha iyi olmaz mı?” diye, sormaz olası sorusunu yöneltti. Onun adına “sormaz olaydı” diyorum, çünkü bu aydın (!) akrabam, Hazret’in mukabil sorusuyla, sorduğuna bin pişman edildi. Hazret’in, akrabama yönelttiği sorusu şuydu:

“Siz bir Müslüman olarak kulluk görevinizi ifa ediyor musunuz? İbadetle alâkanız var mı? Meselâ namaz kılıyor ve ezanın bir namaz çağrısı olduğunu kabul ediyor musunuz?”

Bu soruların cevabı olumsuz olunca, İsmail şöyle dedi: “Öyleyse, bırakınız ezanın hangi dilde olması gerektiğine, bu çağrıya kulak verenler ve bu dâvete icabet edenler karar versinler.” Acı ve tatlı gülüşmeler birbirine karıştı.

“Sohbet sonrasında, akrabam sonsuz memnuniyetini izhar ederek, bizi kapıya kadar değil, caddeye kadar uğurladı.”

xxx

Kitapta yer alacak olan diğer bir hatıra da, “Bir adam ve bir mektup” başlığını taşıyor. Bunu da yazarımız okurken, biz gözyaşlarını tutamadık. Yazıdaki bir adam, yazarın kendisidir. Bir mektup ise, sevgili eşi Remziye ablamıza aittir. Nur hizmetleri hanımlar canibinin gayretli ablası Remziye Hanım, Hacca giderken bu mektubu beyine hitaben yazmış. Timur Ağabey, onu hava alanında uğurlayıp döndükten sonra, mektubu görmüş. Okudukça ağlamış, ağladıkça okumuş. Çünkü mektup; gidip de gelmemek, gelip de görmemek ihtimaliyle vasiyet mânâsında yazılmış. Beyini, siyasete ve âfaka dalmaktan vazgeçmeye dâvetten tutun, menkul ve gayr-ı menkul mamelekin hangi vakfa vakfedilmesi gerektiğine kadar her şey mektupta yerini almış. Yani tam kitaba lâyık bir mektup.

Cenâb-ı Hak, ameliyat gününü bekleyen Timur Ağabeye hayırlı şifa, sağlıklı uzun ömür ihsan etsin ve Remziye ablamızın dualarını kabul etsin.

Not: Değerli okurlarımız! Ramazan-ı Şerif’inizi, gelecek Kadir Gecenizi ve Bayramınızı şimdiden tebrik ediyor, yeni eğitim-öğretim yılı başında işlerin yoğunluğu sebebiyle yazılarıma iki hafta kadar ara vermek istiyor, bu sürenin daha da uzamaması için duâlarınızı bekliyorum. M. Y.

Image

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*