Varlıklar Allah´ın harika sanatıdır

Bütün varlıklar Allah’ın harika sanatıdır. İnsanın ise bu varlıklar arasında müstesna bir yeri vardır. Yüksek bir cevhere ve mükerrem bir mahiyete sahiptir. İnsanın kastı ve dikkati daima hakkı aramaktadır. Vicdanı da onu bir ve tek olan yaratıcıya götürmektedir. Dış etkenlerden ve telkinlerden uzak durabilen bir insan, vicdanını dinlediği takdirde, ebede ve ebedi olan zattan başkasına razı olmadığını görecektir.

Hal böyle olduğu halde maddenin peşine takılarak, maddenin hareketinin ezeli olduğunu düşünerek dalalete ve küfre düşmenin izahı ne olabilir?

Bu sorunun cevabı, sathi ve dikkatsiz bir bakış sebebiyledir. “…yüksek bir cevhere ve mükerrem bir mahiyete mâlik olan insan, kastı ve dikkatiyle daima hak ve hakikati ararken, bazan sathî ve dikkatsiz bir nazarla bâtıla bakar. O bâtıl da; ihtiyarsız, talepsiz, dâvetsiz fikrine gelir. Fikri de çar-nâçâr alır saklar, yavaş yavaş kabul ve tasdikine de mazhar olur. Fakat onun o bâtılı kabul ve tasdiki, bütün hikmetlerin mercii olan nizam-ı âlemden gaflet etmesinden ve madde ile hareketinin ezeliyete zıt olduğuna körlük gösterdiğinden ileri gelmiştir ki, şu garip nakışları ve acip san’at eserlerini esbab-ı camideye isnad etmek mecburiyetiyle o dalâletlere düşmüşlerdir.

“Hüseyin-i Cisrî’nin dediği gibi, âsâr-ı medeniyetle müzeyyen ve bütün ziynetlere müştemil bir eve giren bir adam, ev sahibini göremediğinden, o ziyneti, o esasatı, tesadüfe ve tabiata isnad etmeye mecbur olmuştur. Kezalik, nizam-ı âlemdeki bütün hikmetlerin, faidelerin tam bir ihtiyara ve şâmil bir ilme ve kâmil bir kudrete yaptıkları şehadetten gaflet eden gafiller, sathî nazarlarınca, tesir-i hakikîyi esbab-ı camideye vermeye mecbur kalmışlardır.” (İşârâtü’l-İ’câz, s. 200)

Kâinata konulan bütün kanunlar, Allah’ın ihtiyar ve iradesi ile konulmuştur. Bütün kanunların sahibi odur. Hakiki illet, Allah’ın yaratmasıdır. Aynasını gece vakti gökyüzüne doğru döndürüp tutan adam, bütün gökyüzünü yıldızları ile birlikte aynasında görecektir. Gökyüzünü, yüksekliği ile birlikte yıldızları ve nakışları ile aynanın içine girdiren illet, aynanın yüzüne sürülen ve bir boya olan sır olduğu kanaatine varılabilir mi? Gökyüzünü direksiz durduran, yıldızlar ile süsleyen, bir şehrayin gibi düzenleyen güç aynaya sürülen boyadır denilebilir mi? Sadece aynaya bakan insan böyle bir sathi bakış göstermektedir.

Ramazan ayının hilalini gözetleyen bir adamın, kaşından gözünün önüne kıvrılan bir beyaz kılı görüp, onu hilal zannedip, ayı gördüm demesi gibi bir sathi bakıştır bu. Sanatın arkasında sanatkârın gücü ve hikmeti vardır. Bunu göremeyen kimse, sanatın meydana gelmesini ya sebeplere veya tesadüfe verecektir. Böyle bir bakışın kıymet-i harbiyesi yoktur.

Vehmi bir emirden ibaret olan cazibe ve dafia (çekim ve itme) kanunları, dünya ve bütün yıldızların muntazam hareket ve tedbirlerine müessir illet ve yaratıcı olması kabul edilebilir mi? Elbette edilemez. Sebep olmak ayrı şey, illet olmak ayrı şeydir. (İşârâtü’l-İ’câz, s.202) Mucize ve kerametlerle zaman zaman bu kanunlar yırtılabilmektedir. Müessir kudret sahibi olan Allah, özel olarak bazı kullarına bunları yırtmak sureti ile asıl kudret sahibinin kendisi olduğunu, sebeplerin birer perdeden ibaret olduğunu göstermektedir.

Zerrelerin ve atomların hareketi ile eşya ve varlıkların tesadüf eseri olarak teşekkül etmesini vehmetmek, Allah’ı ve onun gücünü inkâr etmekten doğan bir ıztırar halidir. Müşteri ve alıcı gözü ile bakıldığı takdirde bunların batıl olduğu ortaya çıkacaktır. Nitekim ilim ve araştırmalar da böyle bir düşüncenin muhaliyetini ortaya koymuştur.

Madde denilen şey, suret ve şekilleri sürekli değişmekte ve yenilenmektedir. Sonradan meydana gelmiş geçici hareketlerden kendini kurtaramıyor. Bu durum, onların sonradan yaratıldıklarını ortaya koymaktadır. Kelam terimi ile “hudus’u” muhakkaktır.

Ezeliyet sıfatını ve Allah’ın ezeli olmasını ve bütün kemal sıfatlarla muttasıf olmasını zihinlerine sığıştıramayanlar, her cihetten ezeliyeti muhal ve mümteni olan maddeye ezeliyet verip onu ilah konumuna çıkarmaktadır. Bu, hayret edilecek bir durumdur. Her bir zerreyi bütün ihtimalleri düşünerek bir noktaya yerleştiren Allah’ın hikmet ve kudretini görmeyip, bir zerrenin bütün bu ihtimalleri kendisi düşünüp yapmasını kabul etmek dünyada olabilecek en batıl ve yanlış bir düşüncedir. Bunun için Allah, Lokman Suresinin 13. Ayetinde şirki en büyük bir zulüm olarak vasıflandırmaktadır.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*