Varlıkların diliyle ‘Lâ Şerîke Leh’ hakikati

Âsa-yı Mûsa eserinde İkinci Hüccet-i Îmâniye başlığıyla yer alan; tabiatperestlerin dâvâlarını çürüterek başlarına vuran çok mühim bir kısım mevcut.

Burada, Üstad Bediüzzaman ile birlikte, bir şahıs farz ediyoruz ki bu şahıs, bütün tabiatperestleri temsîlen, mevcudat âleminden bir şeye mâlik olmak istiyor. Ve zerreden tâ güneşe kadar, yaratılmışların yanına uğruyor ve onları iknaya çalışıyor ki, kendisini mâlik kabul etsinler.

Ama kâinattaki mükemmel nizamın bir parçası olan her bir varlık, işlevlerinin kusursuzluğunu anlatarak, ‘şeriklerin vekilini’ yanlarından kovuyorlar. Ve, ‘Lâ Şerîke Leh’ hakîkatini, tokat gibi gösteriyorlar.

Meselâ küçük bir kan hücresinin, o dalâlet vekîline verdiği cevaba bakalım.

Nasıl o vekîli tardediyor, görelim:

“Ben yalnız değilim. Eğer sikkemiz ve memuriyetimiz ve nizamatımız bir olan kan ordusundaki bütün emsalime mâlik olabilirsen, hem gezdiğimiz ve kemâl-i hikmetle istihdam olunduğumuz bütün hüceyrât-ı bedene mâlik olacak bir dakik hikmet ve azîm kudret, sende varsa göster; ve gösterebilirsen belki senin dâvânda bir mâna bulunabilir. Halbuki senin gibi sersem ve senin elindeki sağır tabiat ve kör kuvvetle, değil mâlik olmak belki zerre miktar karışamazsın. Çünkü bizdeki intizam o kadar mükemmeldir ki, ancak herşeyi görür ve işitir ve bilir ve yapar bir zât bize hükmedebilir. Öyle ise sus! Vazifem o kadar mühim ve intizam o kadar mükemmeldir ki; senin ile, senin böyle karmakarışık sözlerine cevab vermeğe vaktim yok.” (Âsa-yı Mûsa – 144)

“Sonra onu kandıramadığı için o müddeî gider, bedendeki hüceyre tabir ettikleri menzilciğe rast gelir.

Felsefe ve tabiat lisanıyla der: “Zerreye ve küreyvat-ı hamraya söz anlattıramadım; belki sen sözümü anlarsın. Çünkü sen, gayet küçük bir menzil gibi birkaç şeyden yapılmışsın. Öyle ise ben seni yapabilirim. Sen benim masnuum ve ben sana hakikî mâlikim” der.

O hüceyre ona cevaben, hikmet ve hakikat lisanıyla der ki: “Ben çendan küçücük bir şeyim. Fakat pek büyük vazifelerim, pek ince münasebetlerim ve bedenin bütün hüceyratına ve heyet-i mecmuasına bağlı alâkalarım var… Eğer bütün bedeni, bütün damar ve a’sab ve kuvveleri teşkil ve tanzim ve istihdam edecek bir kudret ve ilim sende varsa ve benim emsalim ve san’atça ve keyfiyetçe birbirimizin kardeşi olan bütün hüceyrat-ı bedeniyeye tasarruf edecek nafiz bir kudret, şâmil bir hikmet, sende varsa göster, sonra ben seni yapabilirim diye dâvâ et. Yoksa haydi git! Küreyvat-ı hamra (kırmızı kan hücreleri), bana erzak getiriyorlar. Küreyvat-ı beyza da (beyaz kan hücreleri), bana hücum eden hastalıklara mukabele ediyorlar. İşim var, beni meşgul etme. Hem senin gibi âciz, camid, sağır, kör bir şey, bize hiçbir cihetle karışamaz. Çünkü bizde o derece ince ve nazik ve mükemmel bir intizam var ki; eğer bize hükmeden bir Hakîm-i Mutlak ve Kadîr-i Mutlak ve Alîm-i Mutlak olmazsa, intizamımız bozulur, nizamımız karışır.” (Asa-yı Musa – 145).

Mustafa Gönüllü

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*