Vazife-i uhreviye

Hizmet-i Kur’âniyedeki vazife, birlik beraberlik, istikamet, sadakat ve sebat üzerinde ilerlediği sürece hakikî mânâda icra edilmiş olur. Yoksa gurur ve kibirin esiri olanların, ilmi ile övünüp birbirleri üstünde üstünlük kurmaya çalışanların Kur’ân’ın dâvâsına hakikî mânâda sahip çıktığını söyleyemeyiz.

Evet düşündük mü hiç Âdem Aleyhisselâm’dan şu zamana kaç asır geçti? Kaç mevsim geçti ömrümüzden? Üstad Hazretlerinin söylediği gibi; “Gördüm ki, kabir kapısı tam yolumun üstünde açık görünüp, ağzını açmış bana bakıyor, onun arkasında ebed tarafına giden cadde ve o caddede giden kafileler uzaktan uzağa nazara çarpıyor.” Âmentübillah’tan (Allah’a inandım) sonra dosdoğru olmak, dünyaya ait işlerin kırılmaya mahkûm şişeler hükmünde olduğunun daima farkına varmak ve yine Hz. Üstad’ın dediği gibi; “Ahlâk-ı İlâhiye ile muttasıf olup Cenâb-ı Hakk’a mütezellilâne teveccüh edip, acz, fakr, kusurunuzu bilip dergâhına abd olunuz.” Bu sözler ancak Ahirzaman Müceddidine has olabilir. Çünkü vazifeli olmak ap ayrı bir mesele. Üstad Hazretleri vazifesini icra etti ve eserleriyle vazifesine devam ediyor. Ya biz hakikî mânâda kulluk vazifemizi yerine getirebiliyor muyuz? Vazifemizi, hakikî mânâda Hz. Üstad’ın hayatını okuyup, anlayıp ve en önemlisi hissederek yaşayarak en güzel mânâda yerine getirilebiliriz.

Kin, nefret, gıybet bende

Sonsuz merhamet Sende

Ne olur Allah’ım

Sevdiklerinin hatırına

Bizim de günahlarımızı affeyle. (Âmin)

Selâm ve duâ ile…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*