Vazifemiz müsbet hareket etmektir

Image
Bizim vazifemiz müsbet hareket etmektir… Bizler âsâyişi muhafazayı netice veren müsbet imân hizmeti içinde herbir sıkıntıya karşı sabırla, şükürle mükellefiz. 
 
Aziz kardeşlerim,
Bizim vazifemiz müsbet hareket etmektir. Menfî hareket değildir. Rıza-yı İlâhîye göre sırf hizmet-i imaniyeyi yapmaktır, vazife-i İlâhiyeye karışmamaktır.

 Bizler âsâyişi muhafazayı netice veren müsbet imân hizmeti içinde herbir sıkıntıya karşı sabırla, şükürle mükellefiz.
Meselâ, kendimi misal alarak derim: Ben eskiden beri tahakküme ve terzile karşı boyun eğmemişim. Hayatımda tahakkümü kaldırmadığım, birçok hadiselerle sabit olmuş. Meselâ, Rusya’da kumandana ayağa kalkmamak, Divan-ı Harb-i Örfîde idam tehdidine karşı mahkemedeki paşaların suallerine beş para ehemmiyet vermediğim gibi, dört kumandanlara karşı bu tavrım, tahakkümlere boyun eğmediğimi gösteriyor. Fakat bu otuz senedir müsbet hareket etmek, menfî hareket etmemek ve vazife-i İlâhiyeye karışmamak hakikati için, bana karşı yapılan muamelelere sabırla, rıza ile mukabele ettim. Cercis Aleyhisselâm gibi ve Bedir, Uhud muharebelerinde çok cefa çekenler gibi, sabır ve rıza ile karşıladım.

Emirdağ Lâhikası, s. 456

Said Nursî ve Mahatma Gandi

İlâhî bir zekânın remzi olan büyük üstad Said Nur Hazretleri, Allah’ın müstesnâ bir lütuf ve keremi olan muhteşem dehâsını mü’min bir azim ve celâdetle bu azîz milletin hayrı, terakkîsi ve yükselişi uğruna harcamış ve onun nûru Türk hudutlarından taşarak komşu memleketlere, Pâkistan ve Endonezya’ya kadar yayılmıştır. (…)
Şöyle bir mukâyese yapabiliriz: Üstad-ı Azamla (hâşâ, mason üstâdı değil) muâsır olan büyük adam ve Hindistan’ın kurtuluş rehberi Mahatma Gandi. Biri, İngiliz ceberûtuna, İngiliz emperyalizmine ve onun korkunç istilâ ve istismârına başkaldırmış ve yıllarca büyük dâvâsına hizmet ederek İngiltere’nin bütün haşmet ve kudretini, azîm irâdesi önünde âciz ve meflûç bir hâle getirmiştir. Bizim bu tipte yetiştirdiğimiz büyük insanın mücâdele ve mesâi hayatı ve şekli, birincisine çok benzemekle beraber, fazla olarak ona Cenâb-ı Hakk’ın bahş buyurduğu Müslümanlık ve îman nûru da kendi ziyâsını güneş gibi İslâm iklimlerine ve diyardan diyara aşırıp götürmüştür.
Arada sadece büyük ve şâyân-ı esef bir fark vardır.
Bu fark birincisine dört yüz milyona yakın bir insan topluluğunun gösterdiği sarsılmaz inanç, hürmet ve bağlılık… Bizimkine karşı da—mahdut bile olsa—bâzı asâlet fukarâsı soysuzların açığa vuran istihfaf ve sinsi hücumları.
Yâ Rabbî! Neden bizi böyle her kıymet ve fazîleti paçavraya döndürecek kadar pespâyeleştirdin? Biliyoruz, sana karşı günahımız çok büyüktür. Yeter yâ İlâhî, yeter bu sukut bize!

Cevat Rıfat Atilhan

Tarihçe-i Hayat, s. 973

***

Avukat Mihri Helâv’ın Müdâfaasından Parçalar

Risâle-i Nur müellifi, bütün müellif ve muharrirlerin en mütevâzisidir; şöhret ve tekebbürün en büyük düşmanıdır. Bütün dünya metâına arka çevirmiştir. Ne mal, ne şöhret, ne nüfuz; bunların hiçbirisi onun pâyine ulaşamamıştır ve ulaşamaz. Gandi bile onun kadar dünyadan elini çekememiştir. Günde elli gram ekmekle ve bir çanak çorba ile tagaddî eden bu büyük adam, yaşıyorsa ancak Kur’ân ve îmâna hizmet için yaşıyor; başka hiç, hiçbir şeyin onun nazarında kıymet ve ehemmiyeti yoktur. Böyle iken, eserinin medh ü sitâyişinde bulundu diye onu suçlandırmaya çalışmak, 163’üncü maddenin cürüm ağına sokmaya uğraşmak, hak ve adâletle, insafla, ilimle, insânî düşünce ile, hukuk fikriyle, mantıkla, akıl ve fikirle kabil-i telif midir? Burası yüksek mahkemenin takdirine âittir…

Tarihçe-i Hayat, s. 567

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*