Vehip Sinan’ı anarken

ESKADER’in düzenlediği ve Basın Müzesi’nde gerçekleşen Usta Çizer Vehip Sinan’ı anarken, hep bildik sözler sarfettiğimi fark ettim. Aslında sanat ve sanatçı kimliğini nedense konuşmadık.

Bu yüzden anma programları, sadece onun hatıralarını yâd etmekle kalmamalı, karikatürcü sıfatını öne çıkaran ve belki de ülkemizdeki “sanatçı” profilini ortaya koyan ayrıntılara da dikkat çekmek gerekiyor.

Türkiye’de sanata değer verilmediğini hepimiz biliyoruz. Çünkü “sanatçıya” değer veren yok. Sanat ve sanatçıyı teğet geçen bir ülkede çizer olmanın zorluğu öylesine çetin ki. Bunu bizzat yaşayanlardanım.

Çünkü çizgi konusunda kültürümüzün gelişmemiş olduğunu görmek insanı üzüyor.

Halbuki, çizgi ve çizgi sanatı bizim köklerimizde var. Mesela, bunu minyatür sanatına baktığımızda görebiliriz.

Geleneksel Türk sanatlarından biri olan minyatür, 8 ve 9. yüzyılda ait olan Uygur merkezlerinden günümüze kadar gelmiş olan örneklerden biridir. Nakkaşlar tarafından, kağıt, parşömen, fildişi gibi nesnelerin üzerine boya ve yaldızla süsleme şeklinde yapılır. İşte oradaki figürlere baktığınızda tam bir resim olmadığını esasen karikatüre biraz daha yakın figür olduğunu görürüz.

Minyatür yerini yavaş yavaş bildiğimiz anlamda çağdaş resme bıraktıysa da, Batı’da olduğu gibi ülkemizde geleneksel bir sanat olarak varlığını sürdürüyor hâlâ.

Bunun yanı sıra, Karagöz ve Hacivat çizimlerini de bir karikatür sanatı olarak değerlendirmek mümkün.

Yani, geleneksel çizgilerimiz de bile ve el sanatlarına olan yatkınlığımız sebebiyle aslında karikatüre hiç de uzak olmayan derin bir kültüre sahip iken, yeni kuşakların bu derece karikatür sanatına uzak kalmasını anlamakta zorlanıyorum.
***
Her ne kadar karikatür sanatı dünyada 19. yüzyılda kitle iletişim aracı olarak gazete ve dergilerin yaygınlık kazanmasıyla gelişmiş olsa da, bizde ortaya çıkışı da bu alandaki gelişmelerle aynı döneme rastlar.

Tanzimat dönemini hatırlayın. Gazete ve dergilerin çoğalması ve baskı tekniklerindeki ilerleme, anlatım aracı olarak grafik sanatlarından yararlanmayı da birlikte getirmişse de gazetelerde, dergilerde anlatımları destekleyen çizimler (vinyet), resim çalışmaları görülmeye başlamıştır. Nihayetinde, giderek bu işin uzmanı sanatçılar yetişmiş, hatta bu tür çizimlere dayanan mizah dergileri yayımlanmıştır.

Ama ne yazık ki devamı gelmemiştir.

Bu verimli topraklarda çizer ve sanatçı yetişmiş olmasına rağmen gereken değeri henüz vermediğimiz gün gibi ortada.
***
Bir de şunu merak ediyorum: Türkiye’de karikatürün tarihi yazıldığında neden bazı isimler ısrarla gizlenir, yok sayılır.

Uzmanlar Türk karikatürünü dört dönemde inceler:

Birinci dönem (Başlangıç Dönemi) karikatürcüleri arasında, Nişan Berberyan’dan Tınghır’a, Sandr’dan Ali Fuat Bey’e kadar bir dizi isim saymak mümkün.

İkinci dönem (Klasik Dönem) çizerlerine baktığımızda; Ramiz, Cemal Nadir, Togo, Nemci Rıza, Abidin Dino ve Fikret Mualla isimlerini görmekteyiz.

Üçüncü dönem (Çağdaş Karikatürcüler) karikatüristlerine baktığımızda, Turhan Selçuk, Ferruh Doğan, Altan Erbulak, Eflatun Nuri, Mıstık, Oğuz Aral, Bedri Koraman gibi isimleri görüyoruz. Halbuki aynı dönem fırça sallamış ve adından sıkça sözettiren Vehip Sinan’ın ismi niye listede yer almaz? Veya yok sayılır!

Ama olsun! Bugünkü tabirle; kim takar! Bugün hangi karikatürist doğru dürüst anılıyor ki? Mesele şu gökkubede hoş bir sada bırakabilmek değil midir?

İdeolojik kamplaşmaların hüküm sürdüğü bir dönemde Vehip Sinan ustanın kendi çizdiği yoldan gitmesi son derece anlamlıdır. Zira sanatçının kimliği aslında hem hayatında hem de sanatında gizlidir. 

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*