Vicdan üzerine bir mütalâa

Image
Kâinatta cereyan eden bütün olumsuzluklar karşısında, Îlâhî adalete inansın inanmasın bütün insanlar bir “hakeme”, bir dayanağa ihtiyaç duyarlar. Haksızlık ve zorbalıklar karşısında hakikî bir adaletin tecellisini beklerler. Bu his, Îlâhî kudretin insan fıtratına derc ettiği vazgeçilmez bir unsurdur. Harika bir muhasebe ve fıtrat kanunudur.

Bunun adı da “vicdan”dır.
“Fıtrat yalan söylemez” hakikati bu konuyu daha da açan çok özlü ve şahane bir tarif ve rehberdir.
“Tuzun koktuğu” iddia edilen dünyada; hâlâ “vicdanın” henüz fonksiyonlarını yitirmediğini ve “vicdan” ve insaf sahiplerinin olduğuna inancımızı muhafaza ederek konuyu biraz müzakere etmeye çalışalım.
İnsanlığın kurtuluş ve mutluluğunun en büyük rehberi ve yol göstericisi olan Îlâhî kelâmdan alınan yorum ve tefsir, her konuda olduğu gibi bu konuda da referansımız ve kaynağımızdır. Mu’cizevî Kur’ân tefsiri olarak gerek İslâm âleminde, gerekse insanlık âleminde haklı bir mevkiî işgal eden ve bu asırda yaşayan bütün insanlara Kur’ân ve Sünnetten çıkardığı hükümlerle yol gösteren ve rehberlik eden Risâle-i Nur Külliyatı’nda bu konuda geçen bahislerden alıntılarla “vicdan” konusuna bir parça da olsa değinelim. Çevremizde ve dünyada meydana gelen olaylara bu açıdan bakmaya çalışalım.
İlk önce vicdanın tarifi, açıklaması ve önemine ait ifadelere bir göz atmaya çalışalım. Bu arada “vicdan” ile “iman” arasında vazgeçilmez bir bağ olduğunun da altını çizelim.

* “Âlem-i gayb ve şehadetin nokta-i iltisakı ve berzahı (görünen ve görünmeyen âlemlerin kesişme noktası) ve iki âlemden birbirine gelen seyyaratın mültekası (seyyar şeylerin buluşma noktası) vicdan denilen fıtrat-ı zîşuurdur (şuurlu, bilinçli yaratılıştır). Evet, fıtrat ve vicdan akla bir penceredir; tevhidin şuâsını (parıltılarını) neşrederler.” (M. Nuriye, Nokta, s. 208, yeni tanzim s. 386)

* “Akıl tatil-i eşgal etse de (çalışmayı bıraksa), nazarını ihmal etse, vicdan Sanii (yaratıcıyı) unutamaz. Kendi nefsini inkâr etse de O’nu görür. O’nu düşünür. O’na müteveccihtir (yöneliktir). Hads (sezgi/sür’atli anlama)—ki, şimşek gibi sür’at-i intikaldir—daima onu tahrik eder. Hadsin muzaafı (iki katı) olan ilham, onu daima tenvir eder (nurlandırır). Meyelânın (meyletmenin) muzaafı olan arzu ve onun muzaafı olan iştiyak (aşırı istek) ve onun muzaafı olan aşk-ı İlâhî, onu daima marifet-i Zülcelâl’e (Allah’ı bilmeye) sevk eder. Şu fıtrattaki incizap ve cezbe, bir hakikat-i cazibedarın cezbiyledir.” (Age, s. 215, yeni tanzim s. 399)

* “Dünyada, çok namus sahipleri, cinayetlerinin hicabından (utancından) kurtulmak için, kendilerine cezanın tatbikini istemişlerdir ve isteyenler de vardır.” (İşârâtü’l-İ’câz s. 82)

* “İnsanın fıtrat-ı zîşûuru olan vicdanı, saadet-i ebediyeye bakar, gösterir. Evet, kim kendi uyanık vicdanını dinlerse ‘Ebed!.. Ebed!’ sesini işitecektir. Bütün kâinat o vicdana verilse, ebede karşı olan ihtiyacının yerini dolduramaz. Demek o vicdan, o ebed için mahlûktur. Demek bu vicdanî olan incizab ve cezbe, bir gaye-i hakikiyenin ve bir hakikat-ı câzibedârın yalnız cezbi ile olabilir.” (Sözler, 29. Söz, 2. Maksat, 2. Esas, 8. Medar, s: 482)

Mânevî hayatın zembereği hükmündeki kalbin tarifi yapılırken şöyle deniyor ve vicdana şöyle işaret ediliyor: “Kalp bir lâtife-i Rabbaniyedir ki, mazhar-ı hissiyatı (duygularının mazharı) vicdan; ma’kes-i efkârı (fikirlerinin aynası) dimağdır (akıl ve şuurdur).” (İşârâtü’l-İ’câz, s. 130)

Toplum hayatını tahlil etmek ve olayları iyi kavramak için çok elzem olan şu tesbite bir nazar edelim:
“Nihayet derecede alçaklığa düşmüş bir vicdan ki, bilerek dinini dünyaya satar ve bilerek hakikat elmaslarını pis, muzır şişe parçalarına mübadele eder (değiştirir) derecede münafıklığa girmiş insan sûretindeki yılanlara hakâiki söylemek; hakâike karşı bir hürmetsizliktir.” “Bir Müslüman İslâmiyet’ten çıksa ve dinini terk etse, daha hiçbir peygamberi kabul edemez; belki Cenâb-ı Hakk’ı dahi ikrar edemez ve belki hiçbir mukaddes şeyi tanımaz; belki kendinde kemâlâta medar olacak bir vicdan bulunmaz, tefessüh eder (çürür).” (Mektubat, s. 362, 438)

İşte anarşist ruhlulara karşı ölçü ve duruş: “Mürtedin vicdanı tamam bozulduğundan, hayat-ı içtimâiyeye (toplum hayatına) zehir olur. El’iyazübillah (Allah korusun) irtidad (dinden çıkmakla) ile vicdanı tefessüh edip (çürüyüp), yılan gibi zehirlemekten lezzet alır.” (Lem’alar, s. 122)

Kâinat ve vicdan bağlantısı için gerekli olan şu ifadelere dikkat edelim: “Kâinata ibretle bakıldığı vakit, vicdan ve kalb tam olarak hisseder ki: Şu kâinatı bu derece güzelleştiren ve süslendiren ve türlü güzelliklerle süslendiren, nihayet derecede bir güzellik ve mükemmellik vardır ki, bu işler öyle yapılıyor.” (Sözler, s. 621)

Hakikî adaletin tecellisinin ana gayesi ve şartına bakalım: “Bir kalb ve vicdan, fezâil-i İslâmiye (İslâmın faziletleri) ile mütezeyyin (süslenmiş) olmazsa, ondan hakikî hamiyet ve sadakat ve adalet beklenilmez.” (Münâzarât)
Vicdanın ne kadar önemli bir rol oynadığını, ruh ve vicdan arasındaki bağlantının lüzumunu nazara veren ve tesbit eden hakikate bakalım: “Cenâb-ı Hak Âdem’i (as) bütün mükemmellikleri içine alan yüksek bir fıtrat ve istidad ile ve mevcudatı ihata eden ulvî bir vicdan ve çok geniş duygularla teçhiz edip halk etmiştir.” “Cesed ruhla mütelezzizdir (lezzetlenir), ruh vicdanla mütelezziz.” (Sözler, s. 745)

Siyasî alan ile ilgilenenlere ve demokrasiyi müdafaa edenlere bir ölçü olacak şekilde meşrû olan hududa bir bakalım: “İslâmiyetin bir kanun-u esasîsi olan, hadis-i şerifte: ‘Memuriyet, emirlik ise, reislik değil, millete bir hizmetkârlıktır.’ Demokratlık, hürriyet-i vicdan, İslâmiyetin bu kanun-u esasîsine dayanabilir.” (Emir Lâhikası, s. 163)
Kulluk ve ibadeti daraltıp hapsetmeye çalışanlara karşı—olmazsa olmaz—bir düsturun öne çıkarılmasına bir bakalım: “Evet, Allah’ın emirlerini yapmaktan ve nehiylerinden sakınmaktan ibaret olan ibadetle, vicdanî ve aklî olan imanî hükümler terbiye ve takviye edilmezse, eserleri ve tesirleri zayıf kalır.” (İşârâtü’l-İ’câz, s. 83) Öte yandan; imanın, Şems-i Ezelî’den vicdan-ı beşere ihsan edilen bir nur ve bir şuâ olduğu, vicdanın iç yüzünü tamamıyla ışıklandırdığı beyan ediliyor. (İşârâtü’l-İ’câz, 42)
Saf zihin ve ruhların Kur’ân’ı anlama ve ona bakma konusunda açılan menfeze bir bakalım: “Evet kalbi sekamsiz (hastalıksız), aklı müstakîm (istikametli), vicdanı marazsız (hastalıksız), zevki selim her adam Kur’ân’ın beyanında güzel bir selâset (akıcılık), rânâ (harika) bir tenasüb (uyum), hoş bir âhenk, yektâ (eşsiz) bir fesahat (doğru ve düzgün söyleyerek açık ve güzel ifâde etme) görür.” (Sözler, s. 414)
İmanın ve ahiret inancının vicdanda yansımasına karşı yapılan şu harika tesbit ve örneğe dikkat edelim: “Fıtrat ve vicdanda nokta-i istinad ile nokta-i istimdad (dayanak noktası ile yardım dileme noktası) iki hakikat-ı zaruriyedir.” (Mesnevî-i Nûriye, s. 254) “Akıl gözünü kapasa da, vicdanın gözü daima açıktır.” (Mesnevî-i Nûriye, 255) “Kalbinde nokta-i istimdad, nokta-i istinad ile vicdan-ı beşer Sâni’i unutmamaktadır.” (Muhakemat, s. 119)
Vicdanın kolay kolay bozulmayacağını tesbit eden şu örneğe bir nazar edelim: “Hakikaten bence, bir Müslüman neslinden gelen bir adamın akıl ve fikri İslâmiyetten tecerrüd etse bile, fıtratı ve vicdanı hiç bir vakit İslâmiyet’ten vazgeçemez.” (Münâzarât: 45)

Hak ve hidayet konusunda şu tesbite ne denir: “Hidayet büyük bir nimettir, vicdanî bir lezzet ve ruhun cennetidir.” (İşârâtü’l-İ’câz, 62)

“Muhabbetin çeşitlerinin dünyada dahi net ve hazır neticelerini, herkesin vicdanı ile hissedip bilebileceği” (Sözler, s. 647) ifadesi de kalp ve ruhlara ayrı bir mutluluk veriyor.

Yayın hayatında çalışanlara vicdanî bir hatırlatma yapılıyor: “Ve matbuât nizamnâmesini, vicdanınızdaki hiss-i diyanet ve niyet-i hâlisa tanzim etmeli.” (Divan-ı Harb-i Örfî, s. 17)

Yaratanı tanımanın formülü izah ediliyor: “Vicdan, cezbesi ile Allah’ı tanır” (Sözler, s. 700)
Gerçek mutluluğun tarifi yapılıyor: “Vicdanda firdevslerin kapıları açılır, dünya olur bir cennet.” (Sözler, s. 745)

Vücut ülkesinde “vicdanın gözetleyici, kalbin pencere olduğu” vurgusu yapılıyor.
Vicdanın küfre bulaşması halinde mahvolup gideceğine dikkat çekilerek, korkutmanın vicdan üzerinde tesirli olacağından; vicdanın, ebedî hakikat hükmüne geçmiş bir azabla yapılan korkutmadan müteessir olacağından bahsediliyor.
Evet, çok çirkin şeyleri vicdan ve aklın reddedip imkânsız gördüğünü unutmamak gerek.
Manevî derslerin tesiriyle, Risâle-i Nur’u okuyanların ruh ve kalbleri, vicdan ve lâtifeleri o feyyaz dersten hisselerini ve gıdalarını aldıkları için çok daha vicdanlı, iz’anlı, idraklı ve insaflı olmaları gerekiyor, ekseriyetle de Elhamdülillah öyledir.
Netice olarak: “Risâle-i Nur’daki şefkat, vicdan, hakikat, hak, bizi siyasetten men’etmiş” ve “Risâle-i Nur’un esas mesleği olan şefkat, hak ve hakikat ve vicdan, bizleri şiddetle siyasetten ve idareye ilişmekten men etmiş.” (Şuâlar: s. 292, 349) diyen Üstada ittibâen bizler çok daha dikkatli ve insaflı davranmak zorunda olduğumuzu unutmamalıyız.

Image

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*