Tesettür Risâlesi keşfedilirken

Image
13 Nisan 2008 tarihli Radikal 2’de Handan Koç’un “Tesettür Risâlesi hakkında ” başlıklı bir yazısı vardı. 30 Mart’ta Risâle-i Nur Enstitüsünün düzenlediği “Meşrutiyetin 100. yılında Türkiye’nin Demokrasi Serüveni” konulu panel vesilesiyle ülkemizin fikir dünyası içinde önemli yeri olan Said Nursî’nin risâlelerinden birini ele almanın önemine inanarak bu yazıyı yazmış, Tesettür Risâlesinin Birinci Hikmetine makalesinde aynen yer vermişti.

Yazısının sonunu “Tesettür bir toplumsal öneridir. Tüm Türkiye sathında bu önerinin sahipleri ve gerekçeleri vardır. Dolayısıyla ben Türkiyeli bir feminist olarak bugün Said Nursî’nin görüşlerini benimseyen ve hoş gören herkesten, bu risâlenin en azından birinci hikmet bölümü ile ilgili olarak ne düşündüğünü yazmasını beklediğimi söylemek isterim” diye bitiriyordu.

Öncelikle şunu belirtmekte fayda var ki, hayatın sırlarını keşfetmeye çalışan ve yıllardır süren kısır başörtüsü tartışmalarından bunalan biri olarak sorularımın bütün cevaplarını Nur Risâlelerinde buldum. Sorularım bitmedi, okumalarım da.

Risâle-i Nur Külliyatı bir mücevher sandığı ise Hanımlar Rehberi hususan Tesettür Risâlesi bu sandıktaki eşsiz mücevherlerden biridir. Bu eşsiz mücevher, günümüz şartlarında dünyanın neresinde olursa olsun hakikati arayan her kadının mutlaka dikkatini çekecektir. Eminim, başka arkadaşlarım daha güzel tarif edeceklerdir ama keşfedebildiğim kadarıyla bu mücevherin hususiyetlerinden bahsetmeye çalışacağım. Bu yazı sadece konuya giriş ve Risâle-i Nurların genel tablosu içinde Tesettür Risâlesinin özel konumu ile ilgili. Diğer yazılarım inşallah sadece Birinci Hikmet üzerine olacak.

GÖNÜLLER FETHEDİLİYOR

Bediüzzaman Hazretleri Tesettür Risâlesini, Osmanlının son dönemleri olan 1910’lu yıllarda Darü’l-Hikmeti’l-İslâmiye’de iken kaleme alır. Sonrasında yeni kurulan Türkiye Cumhuriyetinde yapılan inkılâplara dokunmaması için Tesettür Risâlesini setreder, gizler! (Tarihçe-i Hayat, Bediüzzaman Said Nursî, Eskişehir Hayatı)

Ama güneşin ışıklarına mani olmak mümkün müdür? Tesettür Risâlesi de bütün Risâleler gibi okuyup da beğenenler arasında hızla yayılır. Matbaa yaygın değildir ve din konusunda sıkı baskılar olduğundan insanlar kendi el yazılarıyla çoğaltırlar bu eserleri. Risâle-i Nur Külliyatına ait 600.000 nüsha elle yazılarak neşrolur, Anadolu’yu aydınlatır. Halk sahip çıkar Nurlara. Okuyanların gönüllerini fetheder nurlu satırlar zira.

EĞİTİM SEFERBERLİĞİ

Bu neşir hizmeti sırasında şefkat kahramanı hanımların yaptıkları fedakârlıklar Külliyatın Lâhikalar kısmında müşahhas örneklerle geçer satır aralarında. Söz gelimi Kastamonulu hanımlar bu eserleri fark ettiklerinde kendi aralarında bir araya gelerek mütalâa ederler ve el yazılarıyla çoğaltırlar. En kıymetli giysileri olan kadifeli sırma işlemeli gelinliklerini de keserek bu eserlere şık ciltler oluştururlar.

Bütün Anadolu’da adeta bir eğitim seferberliği başlamıştır. Okuma yazma bilen kadınlar elleriyle yazarak, bilmeyenler eserleri yazan eşlerine büyük destekler vererek bu eğitim seferberliğine girişirler. Gerektiğinde erkeklerin ev geçindirme va-zifesini üzerlerine alıp tarlalarda çalışır, sırtlarında odun taşırlar. Bir karşılık beklemeksizin gönüllü yaparlar bunları. Zira fark etmişlerdir ki, yaşarken ve ölüm ötesinde huzurun anahtarı bu eserlerdedir.

TESETTÜR RİSÂLESİNİN ORİJİNALLİĞİ

Tesettür Risâlesi de bu şekilde halk arasında yayılan nur risâlelerinden bir tanesidir. Bediüzzaman Hazretleri, Kur’ân’ın tesettür âyetini (Ahzab Sûresi, 59.) kadın fıtratı üzerinden yorumladığı bu eserinde, semâvî emre muhalefet edip kadınları esaret altına alıyor diyen sefih medeniyeti ve düşünürlerini muhatap alır. Kadının ruhsal ve bedensel özellikleri, toplum hayatındaki, aile yaşantısındaki konumu, eşiyle ve çocuklarıyla olan iletişimi noktalarından yaklaşarak tesettür emrinin fıtrî esaslarını anlatır.

Kur’ân’ın tesettür emrini yorumlayan benzer eserlerden çok farklı, son derece orijinal bir yaklaşımdır bu. Zira diğer tefsirlerde daha çok mü’min kadınların tesettürü dinî bir zorunluluk olarak yaşamaları gerektiği noktasından yola çıkılarak açıklamalar yapılmıştır. O eşsiz eserler 14 asır boyunca tesettür âyetlerini bu açıdan yorumlayarak toplum hayatına yön vermişlerdir. O zamanlarda Kur’ân’ın tesettür emrine bu kadar itiraz yoktur ki zaten! Ama asrımızda çağdaşlık adına Kur’ân’ın tesettür emri reddedildiğinden farklı bir açıdan âyetlerin yorumu gerekir. Tesettür Risâlesinin kadının fıtratı üzerine temellendirilerek yazılmasının sırlarından biri bu olsa gerektir!

ESKİŞEHİR AĞIR CEZA MAHKEMESİ

Peki halkın, özellikle kadınların bu kadar sahiplenmesine rağmen netice ne olur? Bediüzzaman Hazretleri yüz yirmi talebesiyle 1934’de Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesine sevk edilir. Suç teşkil edecek hiçbir delile rastlanmaz. Bu yüzden kanaat-i vicdaniye ile keyfî bir şekilde Bediüzzaman’a 11 ay, on beş arkadaşına 6’şar ay ceza verilir, diğerleri serbest bırakılır… Bediüzzaman Hazretleri, bu karara itiraz eder. Cezanın beygir hırsızlarına ya da kız kaçıranlara lâyık olduğunu, ya serbest bırakılmasını, ya idam edilmesini ya da yüz bir sene hapsedilmesi gerektiğini ısrarla belirtir.

Risâle-i Nur Külliyatının satırları arasında mahkeme safhalarını adım adım takip etmek mümkündür. Bediiüzzaman Hazretlerinin hukuk mücadelesi gerçekten yakın tarih sayfaları arasında yer alan altın sayfalardır… (A.g.e.)

Bediüzzaman, Tesettür Risâlesi içinde yer alan “Merkez ve payitaht-ı hükümette, çarşı içinde, gündüzde, ahalinin gözleri önünde, gayet adi bir kundura boyacısı dünyaca rütbeten büyük bir adamın açık bacaklı karısına bilfiil sarkıntılık etmesi, tesettür aleyhinde olanların hayasız yüzlerine bir şamar vuru-yor!” satırları yüzünden almıştır mahkûmiyet cezasını.

Başka bir eserinde Eskişehir Mahkemesini “Mahkeme, kendini ve hakimlerini ebedî mahkûm ve mahcub eylemiş!” di-yerek yorumlar.

İTİRAZI OLAN VAR MI?

Günümüzde hemcinslerimiz bütün dünyada basın yayın organlarında “cinsel meta” yani ticârî değeri olan bir mal olarak kullanılmaktadır. Reklâmdan sinema sektörüne, defilelerden gazetelerin arka sayfalarına kadar uzanan bir silsiledir bu. Öylesine küresel azgın bir çarktır ki masum çocukları bile istismar eder. Kadınların ölüsünü bile paraya çevirir. (İntiharının üzerinden kırk yıl geçmesine rağmen ‘ilahe’ olarak sunulan Marilyn Manroe’nun hâlâ mezarında bile rahat bırakılmaması ne kadar ibretlidir!)

Bugün kadınlara yönelik cinsel suçlardaki artışlarda kadının kendini teşhir etmesindeki pay büyüktür şüphesiz.

Bu tesbite itirazı olan var mı?

“On adetten ancak iki üç tanesi bulunabilir ki, hem genç olsun, hem güzel olsun, hem kendini göstermekten sıkılmasın” der Bediüzzaman Tesettür Risâlesinin Birinci Hikmetinde.

Bu bir sonuç cümlesidir. Bediüzzaman Hazretleri, bu sonuç cümlesini ifade etmeden önce kadın fıtratı üzerine şu tesbitleri yapar ve “istatistikî bilgi” verir:

“Kadınların on adetten altı-yedisi ya ihtiyardır, ya çirkindir ki; ihtiyarlığını ve çirkinliğini herkese göstermek istemezler. Ya kıskançtır; kendinden daha güzellere nisbeten çirkin düşmemek veya tecavüzden ve ittihamdan (töhmetli olma, suçlu olma) korkar, taarruza maruz kalmamak ve kocası nazarında hıyanetle müttehem olmamak için, fıtraten tesettür isterler. Hatta dikkat edilse, en ziyade kendini saklayan ihtiyarlardır. Ve on adetten ancak iki-üç tanesi bulunabilir ki; hem genç olsun, hem güzel olsun, hem kendini göstermekten sıkılmasın.”

Evet Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri haklıdır. Hatta son araştırmalar onda 2-3 olarak verdiği oranın iyimser olduğunu gösteriyor!

2005 yılında 10 farklı ülkeden 3.000 kadınla görüşülerek yapılan şu araştırmayı bir inceleyin:

* 100 kadından ancak 2’si kendini “yeterince güzel” buluyor.

* Kadınların yarısından fazlası günümüzün güzellik idealleri karşısında kendilerini güzel hissetmenin zor olduğuna inanıyor.

* Araştırmaya katılan on kadından yedisi güzelliğin sadece fiziksel özellikler bazında çok dar bir bakış açısıyla tanımlandığını düşünüyor.

(Dove Global Araştırması, 10 ülke, 2005)

Evet, günümüzde boy boy model fotoğrafları, güzellik takıntısı, sıfır beden derken, değil 10 kadından 2’si 3’ü gibi bir bolluk, yüz kadından ancak ikisi kendini güzel buluyor!

Zira, doğuştan değil, ama sonradan; sefih medeniyetin güzellik anlayışıyla kadınlar giderek bakılacak bir şeye dönüştürüldüler. Şüphesiz bunda erkeklerin inkâr edilemez bir payı var.

Kendini gizleyen kadınlar

Kendinden daha güzellerin olduğunu düşünen kadın çirkin olmamak için kendini örter. Aslında ciltte bir tabaka oluşturan makyaj malzemeleri, bronzlaşma, ciltteki buruşukları ütüleyen (!) türlü çeşit estetik operasyonlar, ak saçları türlü renklere dönüştüren saç boyaları, aksesuar amaçlı gözlükler, lensler, şapkalar, başlıklar da çağdaş medeniyetin kadınlara sunduğu bir tür örtünme, gizlenme, kendini saklama şekli değil midir?

Esaretin ta kendisi!

Bediüzzaman Hazretlerinin tabiriyle “Kur’ân’ın tesettür emrine muhalefet eden sefih medeniyet” ideal bir “kadın modeli” tesbit eder. Reklâm afişleriyle, sinema filmleriyle, TV dizileriyle, gazetelerin son sayfalarıyla, defilelerle “ideal model” piyasaya sürülür. “Bakılacak” bir kadındır bu ve aslında yoktur! Zira gelişen teknoloji sayesinde bilgisayar düzeltmeleriyle hepsi “fhotoshoplu”dur! Kadınların bu “ideal modele” benzemeye çalışması ciddî bir endüstri sektörünün doğmasına sebep olmuştur. Zayıflama âletleri ve kıyafetleri, diyet ürünleri, kozmetik ve güzellik sektörü, estetik uygulamalar…. İltifat ve beğeninin “uyuşturucu” etkisine kapılan kadınların bu güzelleşme gayretleri bazen “takıntı” boyutuna bile ulaşır.

O zaman doğuştan gelen özelliklerine meydan okuyan, “estetik ameliyat bağımlısı” kadınlar oluşur. Asyalı kadınlar beyazlaşmaya, Çinli kadınlar gözlerini düzeltmeye, Japonlar saçlarını sarartmaya çalışırlar. Fazla yağları vücuttan çeken estetik operasyonlarda çoğu kadın sağlığını yitirir. “Sıfır beden” takıntısı ölüme varan derecede kadın ölümlerini getirir. Boyunu iki santim daha uzatmak için riskli ameliyatları göze alan hatunlar görülür…

Kadınların kendi paraları ve tercihleriyle kendilerine yaptıkları, yaptırdıkları “Çin işkencesi” gibi bir durumdur bu!

Masaldaki “Kral çıplak!” diyen çocuğun aldanmaz duyguları, karşılık beklemeyen doğruluğu gerekir gerçekleri görmek için. Ama sefih medeniyet çocukları da hipnotize eder adeta. Kadınlara “hürriyet” maskesi altında verilen “eğitimin dersleri” daha küçücük bir kız çocuğu iken başlar. İdeal güzel kadın modeli tazecik beyinlere oyunlarla, oyuncaklarla, çizgi filmlerle, dizilerle kazınır.

Batıda, bu yalanları keşfeden hakikat arayıcıları kampanyalar düzenleyip cazibedar fitne karşısında daha aklını kaybetmemiş anneleri ikaz etmekteler. Sloganları da şu: “Güzellik endüstrisi ona ulaşmadan önce kızlarınızla konuşun!” (Bu nokta ayrı yazı olabilecek bir konu.)

“İzm”ler kadına mutluluk getirmiyor!

Her şeyi paraya dönüştüren ve kadını metalaştıran Kapitalist sistemin cins-i lâtiflere sunduğu mutluluk ve hürriyet formülü böyledir işte!

Peki kadına hürriyeti asıl biz sağlıyoruz diyen Komünizm huzuru getirmiş midir? Geçtiğimiz günlerde gazetelerde “ahlâksız teklif” yorumuyla yer alan ibretli bir haberi hatırlayacaksınız. Soğuk Savaşın en sıcak döneminde 1973’te Çin’in Komünist lideri Mao ve ABD’nin Ulusal Güvenlik Danışmanı Henry Kissenger bir araya gelirler. Mao: “Çin çok yoksul bir ülke. Bizim en çok sahip olduğumuz şey kadınlar. Size 10 bin hatta 10 milyon kadın gönderebiliriz! Bırakın ülkenize gitsinler. Felâketler çıkarırlar, yükümüzü hafifletirsiniz” der. Kissenger cevap verir: “Çinli kadınlar için kota ya da gümrük tarifemiz yok!” Gülerler. (14 Şubat 2008, Vatan gazetesi)

İşte, “Kur’ân’ın tesettür emri esarettir!” diyen sefih medeniyetin iki ana kolu olan Kapitalizm ve Komünizm kadını böyle kıskaca alır, esir eder!

Şimdi gelin de rahmetli Osman Yüksel Serdengeçti’nin sözünü hatırlamayın: “‘İslâmiyet kadınları kafesler arkasına saklıyor’ diyenler, asıl kendileri kadınları kafeslemek isteyenlerdir!”

Bu noktada kendini tanıyan, bilinçli, başkalarının hevesleri için kendini kullandırtmayan, ama başkalarını da kendi arzuları için kullanmayan münevver kadınlara ihtiyaç vardır. Bu da ancak eğitimle mümkündür. Hapishaneleri dolduran üniversitelilerden değil, iman hakikatlerinin nuruyla aydınlanmış hanımlardan bahsediyorum.

Gerçek güzellik

Bediüzzaman Hazretleri, Kur’ân’dan ve Efendimizden (asm) aldığı ders ile varlık âleminde yaratılan her şeyin en güzel şekilde var edildiğini eserlerinin pek çok yerinde sık sık zikreder. Zahiren çirkin görünen şeylerde bile nice gizli güzellikler vardır, fark edebilene! Zira var edilmek ve hayat sahibi olmak Yaratandan mahlûkata verilmiş en büyük armağandır! Hayat kitabı lâyıkıyla okunabilirse eğer en küçük varlıktan en büyüğe İlâhî nakışlar hep nakşeden Zatı gösterir insanoğluna.

Bu bakış açısıyla hastalık da güzeldir, ihtiyarlık da! Saçlardaki aklar da güzeldir, yüzdeki buruşukluklar da! Yani çirkin kadın yoktur. Kendini çirkin zanneden kadın vardır! Eşyanın Yaratıcısını aksettiren melekût boyutunda her şey güzeldir.

Hem, güzellik bir nimettir ve nimete şükredilmesi gerekir. Güzellik nimetine şükür, güzelliği Vereni razı edecek şekilde yaşamakla mümkündür. Asıl çirkinlik, şükredilmeyen güzellik nimetidir. Güzelliğini seven ve bozulmamasını muhafaza etmek isteyen her güzelin bunu idrak etmesi, vücut nimetini günahları kazanmak ve kazandırmak için kullanmaması gerekir! Bunu yaptığında güzelliği ebedîleşir! Ölüm ötesi âlemde daha mükemmel bir şekilde kendisine yeniden ihsan edilir!

Son söz

Aslında sadece ülkemizde değil, bütün dünyada güzellik kavramının mercek altına alınıp gerçek güzelliğin yeniden keşfedilmesi gerekiyor! Basmakalıp tariflerle değil, farklı boyutlardan bakarak gerçek güzelliği yeniden tanımlamak gerekiyor. Ne dersiniz?

Benzer konuda makaleler:

1 Yorum

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*